AB masası
AB adaylık ve müzakere döneminin Türkiye toplumu için en sıkıntılı yönü, “ucu açık” bir süreç olması: Üyelikle sonuçlanıp sonuçlanmayacağının belli olmayışı. Buna göre, Türkiye, AB koşullarını yerine getirse de, üye olamayabilir. Almanya gibi bazı üyelerin “ayrıcalıklı ortaklık” söylemi, üyeliğe seçenek arayışı…
Burada başlıca sorun, sürecin ancak iki tarafın iradesi ile yürümesi ve Türkiye’nin tek yanlı iradesinin sonuç için yeterli olmadığı. Bu belirsizliğe rağmen Türkiye, masadan kalkmadı. Gerçi, kendi yükümlülüklerini de yerine getirmedi. Bunda, en uzun direnci AKP Hükümetleri gösterdi, son haftaya damgasını vuran “Şangay çıkışı”na kadar.
Anayasa masası
Anayasa için TBMM’de temsil edilen partiler, “sivil ve demokratik irade” sloganıyla 2011’de masaya oturdu. Anayasa Uzlaşma Komisyonu, 15 maddelik ucu açık bir “yol haritası” ile yola çıktı. Bu iradeyi dengeleyen veya gölgeleyen iç (askerî vesayet!) veya dış (Avrupa) etken yoktu. Komisyon’un usule ilişkin bir yıllık performansı, içeriğe yansımadı. Çok az sayıda madde ile sınırlı kalan zayıf oydaşma, bunun göstergesi. İkinci yılında ise, hem usul, hem de içerik bakımından Komisyon dışı müdahaleler, “masadan kalkma” tehdidiyle, “ucu açık” da olsa, süreci bir başka mecraya sokmaya zorluyor: “partinin anayasası”nı hazırlamak.
Birbirinin karşıtı mı?
Aslında, Kopenhag kriterleri açısından bakıldığında, Avrupa masası ve Anayasa masası, amaçlarda büyük ölçüde örtüşmekte: İnsan hakları, demokrasi ve hukuk devleti… Bu bakımdan, her iki süreç de önemli. Belli ki anayasa daha değerli; çünkü, Türkiye’nin kendini aynı zamanda dışa karşı, sahip olduğu birikim ve düzeyini kanıtlama vesilesi, üstelik bu kendi elinde; yani, tek yanlı iradesi yeterli bunun için.
Avrupa değişiyor, ama …
Fransa’dan Avusturya’ya, İtalya’dan İsveç’e; AB üyesi 15-20 devleti öğrenciler temsil ediyor ve temsil ettiği devletin Türkiye’nin üyeliğine bakışı üzerine sunuş yapıyor. Örneğin Fransa, neden Türkiye’ye karşı çıkıyor; İtalya ise neden destekliyor? Yöntem dersi, Grenoble siyasal bilim öğrencilerine konuya nötr ve çok yönlü bakma yetisi kazandırmaya da yönelik. Avrupa’nın genç kuşakları, “siyasal kalıp yargıları” dışında…
Ne var ki, 6 saatlik sunuş ve tartışmaların yansıttığı acı gerçek, Türkiye üyeliğini başından beri savunan İsveç gibi devletlerin iradesini, Ankara’nın gölgeliyor olması: Düşünce özgürlüğünden kitlesel tutuklamalara uzanan çok yönlü ve yoğunlaşan ihlaller zinciri, -AKP’nin olası gizli ajandası üzerine sorular bir yana-, ülkemizi giderek Avrupa’ya yabancılaştırıyor. İhlâl nedenlerini genç kuşaklar anlamakta zorlanıyor; oysa onlar, -özellikle sağ kuşak- siyasal aktörlere göre ülkemize daha sıcak bakıyor…
Tehditte paralellik mi?
“Şangay grubu” ne demek, diye soruyor öğrenciler Prof. Jean Marcou’ya… Başbakan’ın AB’ye rest çekmesi ve Anayasa Uzlaşma Komisyonu üzerinde sallandırdığı “damoklesin kılıcı”na ivme kazandırması arasında görünür bir paralellik var: İnsan hakları, demokrasi ve hukuk devleti gibi değerlerden uzaklaşmak.
Avrupa yerine Türkiye Asya’ya yönelirse, bu Kıta’ya katacakları az; ama, çağdaş değerler sisteminden uzaklaşacağında kuşku yok.
Anayasa Uzlaşma Komisyonu yerine, yeniden “Parti Anayasası”na yönelme olursa, “sivil ve demokratik irade” yerine, “kişi iradesi”nin biçimlendireceği bir anayasaya yönelecek…
Ya Avrupa Konseyi ?
Avrupa Mahkemesi (İHAM) kararlarına göre, Ankara’nın insan hakları karnesi, fazla kötü. Hatta, Türkiye’nin Avrupa Konseyi üyeliğinin askıya alınması yönünde girişim hazırlıkları da var. Böyle bir ortamda Ankara’nın, “asgari ölçü”de de olsa, insan hakları standartlarını yerine getirme yerine AB’ye meydan okuması -haklı olduğu sorunlarda elini zayıflatması bir yana-, “çoğulcu siyasal rejim” bakımından kaygı verici soru işaretlerini beraberinde getirmekte…
(Birgün)