Böyle bir yazıya insan nereden, nasıl başlayacağını bilemiyor.
Sevgili Fatih Hilmioğlu’nun, Hilmioğlu ailesinin acısını, nasıl, hangi sözcüklerle paylaşmalıyız...
Sözün yetersiz kalacağı zamanlardan biri daha...
Belki şöyle başlayabiliriz:
Bu dayanılması çok güç acıları yaşayanlar ilk biz değiliz.
Bütün insanlık tarihi benzerleriyle dolup taşıyor.
İnsanın insana yaptığı alçaklığın ölçüsü, sınırı yok.
Geçen hafta Berlin’de, Musevileri toplama kamplarına taşıyan trenlerin kalktığı yerdeydik.
Gözlerimin önünden sayısız film karesi, bu zulümler üstüne yazılmış kitaplar geçti...
Nazilerin insanlık soyuna yaşattıkları herhalde insanlık sürdükçe anımsanacak, lanetlenecek.
Bugün Silivri’de yurtseverlere, aydınlara yaşatılanların Nazi toplama kamplarından farkı, burada gaz odalarının bulunmayışı.
Buna gerek de yok.
Çünkü azar azar yok etmenin yolu bulunmuş.
Alçaklıklar arasında ayrım yapılmaz ama böylesi belki daha da alçakça.
Sinsi, ağır ağır bir yok etme yöntemi.
Sivil darbe yönetiminin, içerideki ve dışarıdaki her türden işbirlikçilerinin ülkeye armağan ettiği yeni yok etme yöntemi böyle bir şey.
***
Malatya İnönü Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Fatih Hilmioğlu’yla tanışıklığımızın ve kendisine hayranlığımın tarihi yaklaşık on yıl öncelerden başlıyor.
Özellikle “eski rektörü” demedim.
Bazı sıfatlar, san’lar, eğer onlar gerçekten hak edilmişlerse, eskimez.
Benim gözümde ve kendisini tanıyan, onun rektörlüğü sırasında İnönü Üniversitesi’ni gezip görmüş olan herkes için de bu böyledir.
Fatih Hilmioğlu Malatya Üniversitesi’ni yaratmış olan kişidir.
Bu üniversite şimdi hangi ellerdedir, ne durumdadır bilemem.
Fakat benim gezip gördüğüm İnönü Üniversitesi, öğrencilerine bilimsel anlamda ve günlük yaşama ilişkin akla gelebilecek bütün modern olanakları sağlamış seçkin bir bilim kurumuydu.
Bir dinleti için gittiğimiz üniversiteye ziyaretimden ve Sevgili Fatih Hilmioğlu’yla tanışıklığımızdan söz eden, o günlerde yayımlanmış yazımın hangi kitabımda olduğunu ne yazık ki bulup çıkaramadım.
Gözlerimin önündeki unutulmayacak görüntü ise şudur:
Bir bahar gününün akşamına doğru, üniversitenin bir yeryüzü cenneti gibi yeşilliklerle, renk renk çiçeklerle donanmış yerleşkesinde, değerli rektörle bir kanepede ya da yan yana iki iskemlede oturmuş, barışçıl bir dinginlik içinde gezinmekte olan kızlı erkekli öğrencilere bakıyoruz...
İkimizin aklından da geçen düşünce, sohbetimizin konusunu oluşturuyor...
Gençlerin bu mutluluğu, bu barışçıl dinginlik, yaşamakta olduğumuz bu ülkede ne kadar sürebilecek?
Bahar akşamından ve o genç topluluktan yayılan iyimserlik duyguları kötümser önsezilerle gölgeleniyor...
***
Şu anda yazmakta olduğum yazının son satırlarında ise Sevgili Fatih Hilmioğlu’na dolaysızca seslenmek istiyorum:
Sevgili, değerli kardeşim, arkadaşım, düşündaşım, yürekdaşım...
Evlat acısıyla bin kat katlanan acını, acınızı dindirecek, hafifletecek sözcükler kimsede bulunamaz.
Fakat yaşam bir sınavsa eğer ve hepimiz büyük insanlığın bir parçasıysak, acıları altedecek, bizi daha çok insan olmaya yöneltecek güç ve ışık da yine kendi yüreklerimizdedir.
“Bu ülkeye hizmet etmekten başka ne yaptım ben?” sorunuzdaki çığlığı, acı sitemi anlıyorum...
Fakat sorun da zaten burada...
Ülke ona hizmet edenlerin değil, hizmet edenlere düşmanlık duyanların elindedir.
Tıpkı işgal altındaki bir ülke gibi...
Sizi en kardeşçe duygularımla, içten sevgimle kucaklıyorum.
Ülke düşmanlığına, alçaklığa karşı ortak savaşımımızda Sevgili Emir’in hep pırıl pırıl, gepgenç kalacak anısı da bizimle olacak...
(Cumhuriyet)