Cezayirli gazeteci Ali El Hac Tacar yazıyor:
“Türk İslamcılığı, Arap İslamcı partiler açısından her şey içeren bir hiç olup, anayasası bile olmayan Katar tarafından finanse edilen El Cezire televizyonunun yaydığı sözde demokratik Arap devrimleri efsanesinden farksız bir yalandır. Ve AKP lideri Erdoğan, Libya ve Suriye gibi ülkelerdeki sözde devrimleri desteklemek için Katar’a dayanmakta, bu feodal devletle işbirliği yapmaktadır.
Araplara saygısı ve kibir ölçüsü olmayan Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, geçen nisan ayında, Türkiye’nin Ortadoğu’daki değişim dalgasını yöneteceğini açıkladı. Demek ki Erdoğan’ın bizlere cömertçe ikram ettiği ‘ılımlı İslam’ projesinin arkasında, emperyalist dememek için emperyal diyeceğimiz emeller saklı!
Fas’ta AKP ile zaten aynı adı taşıyan Adalet ve Kalkınma Partisi, 107 milletvekilliği kazandığı seçimlerden beri İslamcı Türk modelini yere göğe koyamıyor. Neden? Türkler, Fas’ın Kazablanka ve Rabat kentlerinde British Council, CCF ve Cervantes enstitülerine rakip kültür merkezleri, din öğeleri taşıyan okullar kurdular!
***
Erdoğan’ın İslamcılığı, artık tüm dünyada sorgulanmaya başlanan bir seçkincilik(*) içeriyor. Nasıl oluyor da laik devlet varsayılan bir Türkiye, İslami seçkincilik yapabiliyor? Gizliden gizliye ya da Fethullah Gülen Vakfı diye anılan çok güçlü bir cemaat kisvesi altında, elbette.
Afrika kıtasında 1998’e kadar yalnız 4 büyükelçiliği bulunan Türk Dışişleri, 2008’den beri 26 büyükelçilik açtığı kara Afrika’ya bile özel ilgi gösteriyor. Bütün bu büyükelçilik açılışlarını, nedense hepsi Gülen cemaatine bağlı, çoğu dinsellikle iç içe insani yardım kuruluşları ve okulların açılışı izliyor. Gülen cemaati, iman, eğitim ve merhamet göstergesi insani yardım kurumlarını, dolaylı yoldan, kurnazca yapılan İslamcı bir propagandaya alet etmekle suçlanıyor. Türk Dışişleri, Fethullah Gülen cemaati tarafından açıkça destekleniyor. Adını parasız bir imamdan alan cemaatin milyar dolarlar düzeyindeki cömertliği, 2005’te kurulan İslamcı Türk işverenler sendikası TÜSKON ve binlerce Müslüman işadamını çatısı altında toplayan MÜSİAD’dan sağlanıyor.
***
Fethullah Gülen, vakıf ağını yaymaya, eski Sovyet bloğundaki Türki Cumhuriyetler ve Balkan ülkelerinde kurduğu okul, hastane, camilerle başladı. Avrupa ve Amerika’ya genişledi, 114 ülkeye yayıldı. Fas’ta ve diğer Müslüman ülkelerde İslamcı aktivistlerle sıkı bağlar örer, diyanet ve kültür kurumlarına sızarken, diplomatik destekten yararlanıyor, dışişleriyle el ele çalışıyor.
Fethullah Gülen Vakfı’nın serveti milyar dolarlarla ifade edilirken, vakfın salt 2007 yılında tüm dünyada 635 bin kişiden bağış aldığı söyleniyor. Bu bağışların kaynağı her ne ve kim olursa olsun, Suudi ve İran kaynaklı İslam seçkinciliğine bile parmak ısırttığı, baş döndürdüğü kesin! Bazı araştırmacılara göre bu para geniş genelinde, AKP aracılığıyla ihale kazanan İslamcı işadamları ve tüccarlardan geliyor. Çünkü nereden bakarsanız bakın, bir Türk vakfının (üstelik yardım amaçlı!) Türkiye dışından böylesine yüksek bağış toplaması mümkün görünmüyor.
***
Ankara, İslamcılığı marketing projesi gibi sunuyor. Liberal tüketim tarafından fethedilmiş, ama çağdışı geleneklere sadık, daracık etekli ve rengârenk türbanlı bir İslamcı gençliğin oluşturduğu potansiyeli anladı. Kimi Erdoğan’ın salt ticari emelleri olduğunu ileri sürüyor, kimi ise Arap sokağını ve İslamcılarını değil, paralarını hedeflediğini düşünüyor. Eğer doğruysa, bu Osmanlı tarzı Neo-Müslümanlar için İslam dini sadece amaca varmak için bir araç: Tıpkı sömürgeleştirilecek topraklara önce İncil’in mesajını yaymak için gelen papazların, ardından kılıç çekmesi gibi bir kurnazlık. Tam da bu yüzdendir ki ılımlı İslam, faşist dönüşümlere karşı aşılı değildir!
Bu Neo-Müslümanlar, faizin ve ‘riba’nın haram olduğunu ve çürümüş kapitalizm benderi Vahabilik tarafından icat edildiklerini söylemiyorlar.
Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da çıkarlarını sağlama almak peşindeki ABD, bundan böyle Suudi Arabistan, Katar ve Türkiye’nin oluşturduğu sağlam sacayağına güvenebilir.”(**)
(*) Proselytisme/Seçkincilik: Kendi dinine, mezhebine üstünlük ve ayrıcalık tanıma.
(**) Alıntı: “İslam ithalatçısı Mağrip partileri, 7. bölüm” / Le Soir d’Algerie, 4.08.2012
‘G’ NOKTASI
Tüm siyasal ve diplomatik söylemler, kişinin dillendirmediği düşünceleri de “şifreli” içerir. Dünkü Cumhuriyet’te Başbakan Yardımcısı Arınç’ın Ankara temsilcimiz Utku Çakırözer’e verdiği demeçte, iki tümce dikkatimi çekti. Bülent Arınç, Başbakanlık makamını kastederek, önce; “Şahıs kültüyle gidemeyiz. Eşitler arasında birinciler vardır. Ancak birinci düşerse ne olacak?” diyor. Sonra, Erdoğan ile Gül arasında bir tercihmiş gibi algılanan Cumhurbaşkanlığı seçimlerine ilişkin, “O günün şartları ne getirir, ölümlü hayatı da dikkate almak lazım” sözünü ediyor.
Şifre uzmanı olmadığım için ben anlayamadım, hangi olasılığı düşünerek bu tümceleri kurduğunu. Ya siz?
“Bilimsiz, sanatsız, felsefesiz toplumlar vardır. Ama dinsiz toplum yoktur.”
HENRI BERGSON
(Cumhuriyet)