Silivri’deki mahkemenin, önemli bazı tanıkları dinlemeyi tahliyelerin söz konusu olduğu günlere bırakmasını iyiye mi kötüye mi yormalı?
Yasalara, evrensel insan haklarına, her türlü vicdan ölçüsüne aykırı tutuklamaları içte ve dışta artan baskılar karşısında daha fazla uzatamayacaklarını görerek karara mı gitmek üzereler?
Bu yazıyı cuma gazetelerini görmeden, yorumları okumadan, perşembe günü, eski Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök’ün Silivri’de söylediklerine ilişkin bazı internet sitelerindeki haberlerden yola çıkarak yazıyorum. Bu nedenle kuşkusuz ki eksik bilgi ya da yanılma payım olacaktır.
***
Önce şu, karargâha sefertasıyla yemek getirme meselesi… Güya zehirlenmekten korktuğu için yapıyormuş bunu. Söylenen, inanılan, inandırılmak istenen buydu… Eski Genelkurmay Başkanı bu safsatayı açıklıkla yanıtlıyor. Sağlık nedeniyle yaptığını söylüyor bunu. “Birlikleri geziyorum, oralarda yemek yiyorum. Karargâhta mı zehirleyecekler beni?” diye soruyor. Zehirlenme konusundan “efsane” diye söz ediyor… Önce Turgut Özal, daha sonra Bülent Ecevit konusunda bu türden safsata uyduranlar utanıp sıkılırlar mı? Bu gibi yalanlara inananlar inanmaya devam ederler mi? Bunları bilemem… Fakat hayâsızca uydurulmuş bir yalan, konuyla doğrudan ilgili kişinin sözleriyle çökmüş oluyor.
***
Sözünü ettiğim internet kanallarından birinde Hilmi Özkök’ün AKP’ye muhtıra verilmesi olgusunu “doğruladığı” manşete çıkarılmış. Oysa söylenenin esası bu değil. Eski Genelkurmay Başkanı AKP 2002’de iktidar olduğunda kendisi de içlerinde olmak üzere üst düzey komutanların tedirgin olduklarını, kaygı duyduklarını söylüyor. 2003 yılında kuvvet komutanlarıyla yapılan bir toplantıda “muhtıra” sözünün geçtiğini, ama bunun bir öneri olmadığını dile getiriyor...
Günümüzde nasıldır bilmiyorum, fakat demek ki o sırada ülkenin geleceği konusunda tedirgin olan, kaygı duyan komutanlar varmış...
***
Hilmi Özkök’ün Silivri’deki tanıklığında söyledikleri köşe yazarlarımızca, hukukçularca, konunun uzmanlarınca kuşkusuz ki didik didik irdelenecektir… Ben ilk bilgilerin sınırları içinde izlenimlerimi hızlıca yazıyorum…
Kendisine “bir vasıtayla, nasıl geldiğini bilmediği” “Ayışığı”, “Yakamoz” adındaki “sunum”ların “bilgi kirliliği” oluşturmak amacıyla gönderilmiş olabileceğini, “meşru belge” olmadıkları için haklarında bir işlem yapmadığını söyleyen eski Genelkurmay Başkanı, “Ergenekon adını ilk kez MİT’in belgesinde gördüğünü” dile getiriyor…
Savcının sorusu üzerine sözlerini şöyle sürdürüyor:
“Ergenekon belgesinde büyük tutarsızlık vardı. Askeri yönden olmayan bir mantık hatası vardı. Şemada kıdemsiz komutanlar kıdemlilerin üstünde yer alıyordu. Ben belgeyi istihbarat başkanına gönderdim. İnceler, ciddi bir durum olursa bana bildirir. Ancak böyle bir şey olmadı. Belgeler makamımda MİT müsteşarı tarafından kâğıt şeklinde verildi.”
***
Başkaca söze ve yoruma bilmem gerek var mı?
Bir darbe girişimini engellediği ileri sürülen eski Genelkurmay Başkanı’nın Silivri’deki tanıklığında söyledikleri bile, “Ergenekon” “Balyoz” vb. diye adlandırılan bu sözüm ona davaların nasıl vıcık vıcık komplo ve provokasyon koktuğunu, birtakım “kâğıt”lar ve dijital sahtekârlıklarla hangi güçler tarafından kotarılıp uygulandığını ve nasıl yasa ve vicdan tanımaz bir pervasızlıkla sürdürüldüğünü gözler önüne seriyor…
Hilmi Özkök’ün tanıklığında ilgimi çeken bir söz de, “Zaman zaman toplanır, beyin fırtınası yaparız” cümlesi oldu….
Acaba hâlâ bu “beyin fırtınaları” yapılıyor mu, yapılabilir mi; söz konusu kuruluşun mensupları, en azından, bunu gerektirecek bir karşılıklı güvene sahip midirler, ne dersiniz?..
(Cumhuriyet)