Bir ara kimileri heyecanlanıp kendi kendilerine gelin güvey olarak haykırdılar:
- Yaşasın özel yetkili mahkemeler kalkıyor!
Yanılıyorlardı, özel yetkili mahkemeler kalkmıyor, yalnızca adları değişiyordu.
Aslında gerçekten özel yetkili, yani olağanüstü mahkemelerin demokraside yerleri yoktu, kaldırılmaları gerekirdi.
Ama kimse Türkiye’de demokratik bir rejimin arayışında değildi.
Made in Turkey patentli rejim, iki nokta arasında gidip geliyordu, bunlardan biri “sahte demokrasi” diye adlandırabileceğimiz kurumlarının yalnızca isimlerinin bulunduğu rejim olan “pseudo democratie” yönetimi, öbürü de dışarıdan bakışta kimi kurumlarıyla oturmuş demokrasileri andıran ama işleyişte ona benzemeyen demokrasi benzeri olarak niteleyebileceğimiz “quasi democratie” rejimi.
Her ikisinde de ortak nokta, demokrasiyi çiğnemeleri ve hak ihlallerinin kitaba uydurularak mahkemeler eliyle yürütülmesidir.
Kenan Evren rejimi öyleydi. Kenan Evren, her türlü ihlali askeri mahkemeleri eliyle yürütüyordu ve kendisi eleştirildiğinde de yanıtı hazırdı:
- Bunlar bağımsız mahkemelerin kararı, ben mi söylüyorum “mahkûm edin” diye?
Kenan Evren rejiminin sivil versiyonu Tayyip Erdoğan yönetiminde de durum aynı.
***
Kenan Evren, yöntemini askeri mahkemelerle sürdürdü. Zamanla rejim üniformasızlaşmaya başladıkça, mahkemelerin makyajları değişti, özleri değişmedi.
Askeri mahkemelerin yerini devlet güvenlik mahkemeleri aldı; sözü ayrı, özü aynı olan mahkemelerdi bunlar.
Onlarda da değişiklikler oldu, başlangıçta içinde askeri yargıçlar vardı; üniformalılar çıkarıldı, tümüyle sivillerden ibaret hale getirildi.
Sonra devlet güvenlik mahkemeleri kaldırıldı, yerlerine özel yetkili mahkemeler getirildi. Bunların her üçünün de adları ve görünüşleri değişik, ama özleri aynıydı.
Durum böyle olunca, 30 yılı aşkın süredir Türkiye’nin demokrasi mücadelesi, adil yargı noktasında kilitlenmişti.
Despotluğa, keyfiliğe karşı iki güvence vardı demokrasilerde, birincisi sivil demokratik bilinç, ikincisi adil yargı.
İkincinin olmaması, birinciyi de sindirip etkisizleştirici bir rol oynuyordu.
Demek ki, demokrasinin önkoşuluydu adil yargı, adil yargının önkoşulu da yargı bağımsızlığıydı.
Demokrasiyi isteyenler, adil ve bağımsız yargı mücadelesi verirler hep.
Eğer Tayyip Erdoğan yönetimi de adil ve bağımsız yargı istiyor olsaydı, mesele yoktu.
Ama acaba istenen o muydu?
***
Herkes biliyor ki, istenen yargı adil olmayacaktır, çünkü adil yargının önkoşulu yargı bağımsızlığıdır.
Yine herkes biliyor ki, istenen bağımsız yargı değil, “yalnız bana bağlı yargı”dır.
Demokrasiler yargı bağımsızlığına ortak kabul etmez. Yani yürütme ve yasamanın yargıya müdahalesi olamaz.
Diktalar yargı bağımlılığına ortak kabul etmez, yani yargı biraz iktidara, bir ölçüde de cemaate bağlı olamaz.
İşte ÖYM’ler bu yüzden gündeme geldi.
Ve nihayet belli oldu ki, özel yetkili mahkemelerin adları değiştirilecek, kendileri aynı kalacak, kendisi de bağımsız olmayan HSYK dilediği zaman belirli suçlarda görev yapacak mahkemeler oluşturabilecekir.
Kısacası söz konusu olan sadece bir isim değişikliğidir, başka bir şey değil.
Konuyu bir isim değişikliği fıkrasıyla noktalayalım:
Temel mahkemeye başvurmuş; hâkim sormuş:
- Anlat bakalım derdin ne?
- Adımı değuştüreceğum, demiş Temel.
Hâkim bakmış yaşlı başlı Temel’e, söylenmiş:
- Bunca yıl değiştirmedin de şimdi mi aklına geldi? Adın ne senin bakayım?
- Temel Poh demiş,
Hâkim hak vermiş:
- Peki, değiştirelim! Ne olsun istiyorsun?
Keyifle yanıtlamış Temel:
- Ahmet Poh!..
(Cumhuriyet)