Silivri adı (ne yazık!) Susurluk gibi bir kötülüğün simgesi oldu.
Susurluk denince akla “derin devlet” geliyor.
Silivri ise artık hukuksuzluğun, adaletsizliğin, çoktan cezaya dönüşmüş tutuklulukların, daha kısa ve özet söylemek gerekirse “sivil darbe”nin, daha da doğrusu “karşı devrim”in adıdır…
Orada yurtseverlik, aydınlanma düşüncesi, özgürlük, yine kısa ve özet söylemek gerekirse Türkiye Cumhuriyeti sanık sandalyesindedir…
***
Sanatçılar Girişimi olarak 6 Nisan Cuma günü yaptığımız Silivri Cezaevi ziyaretimizin notlarını ve izlenimlerini nasıl özetlemeli?
O gün küçük duruşma salonunda yapılan “Ergenekon” duruşmasından başlayalım:
Küçük salon, savcı ve yargıçları daha yakından görme olanağı sağladı…
Bana hakiki gibi değil, balmumundan yapılmış heykeller gibi göründüler.
Bir tercih yap deseler, sırf bu nedenle bile, onların bulunduğu yerde olmaktansa sanık bölümündeki kıpır kıpır Mustafa’nın, çok iyi ve moralli gördüğüm Tuncay kardeşimin, değerli dostum Prof. Hilmioğlu’nun ve Hurşit Paşa’nın yanında olmayı bin kat yeğlerdim…
Prof. Hilmioğlu, duruşma arasında bana ulaştırdığı bir notta, “Silivri Hukuku”nu dört başlık altında özetliyor: ‘İntihar edenler’ listesi, ‘Tutuklu iken ölenlerin’ listesi, ‘Ağır hastalık nedeniyle tahliye edilenler’, ‘Halen ağır hasta olanlar’ listesi…
Ben, Malatya İnönü Üniversitesi’nin kurucu rektörü, Sevgili Hilmioğlu Hocama bu konuda kapsamlı bir araştırma yapma sözü veriyorum…
Fakat bu arada, ağır hasta olanların adlarını ve durumlarını Hilmioğlu Hoca’nın notlarından sıralayayım:
Tuğgeneral Levent Ersöz: Onlarca hastalığı olan yatalak hasta.
Mehmet Haberal: Ölümcül ritim bozukluğu var.
Fatih Hilmioğlu: Karaciğer sirozu ve karaciğer kanser başlangıcı.
Hasan Attila Uğur (Jnd. Kd. Albay): 2 kalp damarı yüzde yetmiş tıkalı.
İsmail Yıldız: Ağır psikolojik sorunlar…
Veli Küçük, Hayrettin Ertekin ve diğerleri…
Kendisi de hekim olan Prof. Dr. Fatih Hilmioğlu Hoca’nın notları böyle…
Adalet ve Sağlık Bakanı beyefendilere duyurulur.
***
Mustafa ve Tuncay kardeşlerimin Sanatçılar Girişimi’ni kucaklayan ortak mektupları basında yer aldı.
Bizler de her zaman onlarlayız. Kalbimiz onlarla çarpıyor. Ve bu sadece bir söz değil.
Bu utanç davası, üzerimizdeki bu lanet sona erene kadar, başlıca kaygımız, arkadaşlarımızın özgürlüğe kavuşmasıdır…
İzmir Milletvekili Mustafa Balbay için birkaç gün sonra başlayacak İzmir Kitap Fuarı kapsamında mutlaka bir eylem platformu, “Balbay’a Özgürlük Girişimi” gerçekleştirilmedir… Sanatçılar Girişimi böyle bir etkinliği desteklemeye hazırdır…
***
Ergenekon salonundan Balyoz adı verilen davanın görüldüğü büyük salona geçtik… Yargı heyeti ara karar için görüşmeye çekilmiş olduğundan duruşma yapılmıyordu. Sanıkların bulunduğu alandaki seçkin, pırıl pırıl, büyük topluluğu nasıl betimlemeli…
Onlar orada, sanık bölümünde; biz izleyiciler arasında, ordumuzun bu seçkin subaylarıyla sohbet ettik…
Bir sinema başyapıtı olan “Potemkin Zırhlısı”nda benim unutamadığım sahnelerden biri, üzerlerine atılan bir brandanın altında isyancı tayfaların kıpırdanışlarıdır…
Bu kıpırdanışlar, gelmekte olan yeni bir dünyanın habercisidir…
Ben, o duruşma salonundaki dalgalanışta, orgeneralinden albayına o büyük ve seçkin toplulukta, tutuklanmış olan gerçek Türkiye’yi gördüm…
Ama o Türkiye’nin asla yok edilemeyeceğini de hissettim…
Bunu, o sevgili insanlara, bağıra bağıra söyledim…
Bizleri alkışlamalarını unutamam…
Ama asıl alkış onlaradır…
Hava Orgeneral Sayın Bilgin Balanlı’nın imzası başta olmak üzere, orada bize ulaştırılan elli imzalı bir yazıda da belirtildiği gibi, Balyoz denilen davadaki dijital sahtekârlık kanıtlanmış ve bu dava çökmüştür. Bu metindeki cümlelerle:
“İçeriği sahte herhangi bir yazının bilgisayarda üretilmesi ve üst veri bilgilerinin herhangi bir kişi adına tanzimi her zaman mümkündür. Bu davada art niyetli kişiler veya gruplarca yapılan sahtekârlık işte budur.”
***
Kardeşim, Tuğamiral Turgay Erdağ’ın, Tuğamiral Ali Sadi Ünsal’ın, Deniz Kurmay Kıdemli Albay M. Koray Eryaşa’nın mektuplarına ve bilgilendirici yazılarına da sonraki yazılarımda değinecek, alıntılar yapacağım…
Bugün yaşamakta olduklarımız, ilan edilmemiş bir iç savaşa benziyor…
Amaç ise ülkeyi bölüp parçalamak, aydınlanmacı cumhuriyeti karanlık ortaçağ topluluğuna dönüştürmek…
Ordunun da bu yönde ayrıştırılması, parçalanması gerekiyordu…
Silivri’den edindiğim izlenimler bu kanımı daha da somutladı, güçlendirdi…
(Cumhuriyet)