Paris’i yan yana arsinladigimiz bir gün, adasim ve ikonum Mine Sirmen, “Bu kenti en çok yürüyebildigim için seviyorum” demisti. “Yürümek en büyük zevkim, Paris’te. Çünkü kaldirim gibi kaldirimlari var...”
Kimsecikler “yürü ya kulum” falan da demedi ama, geçen haftadan beri ha babam, de babam yürüyor, ilk kez görür gibi bakiyorum Paris’e. Ihlamur agaçlarinin ilkbahar önünde çiçege durdugu meydanlari, kimsenin mangal yakmayi düsünmedigi, ama satranç oynayip kitap okudugu yemyesil parklari; yüzyillik meselerin, kavaklarin, kayinlarin ortadan böldügü bulvarlari, hiçbir tabelanin ötekinden öne, üste ve iriye çikmadigi sokaklari; kaliciliklariyla övünen zanaatkâr atölyelerini, tarihleriyle gurur duyan dükkânlari öyle özlemisim ki...
Öyle özlemisim ki, bildigim yerleri bildigim yerde bulmayi. Tiyatrolar, sinemalar, lokantalar, kafeler, barlar... Anilarimin her duragina çiktiginda yolum, çocuklar gibi seviniyorum, “Hah, iste burada, oldugu gibi duruyor!” diye.
***
Istanbul’da, oglum Gökçe’ye “Bak, babanla bu sinemada el ele tutusurduk, bu parkta yürürdük, surada çay içerdik, seni su klinikte dogurdum...” diyebilecegim hiçbir yer yok, kalmadi, artik. Gelinim Duygu’ya sadece okudugum okullari, Notre Dame de Sion’u ve Istanbul Üniversitesi’ni gösterebiliyorum, ancak. Bir onlar duruyor, hâlâ.
Ama kararliyim, torunum olunca, dedesini Paris’te anlatacagim ona. “Senin deden, çok genç yasta öldü. Çünkü Türkiye, özgür, cömert ve devrimci gençlerinin basini yiyerek beslenen bir ülkedir. Zaten geçmisini de yutmus, gelecegini de kusmustur” diyecegim. Benim sonraki yasamima da Paris’i tanik gösterecegim: “Daniel ile yillarca bu bistroda bulustuk: Les Pipos. Pek çok sanatçi dostumuz oldu, unutulmaz günler ve geceler geçirdik burada. Isin tuhafi, senin babaannenin babasi da su karsidaki mühendislik okuluna gider, aksamlari da bu bistroda yemek yermis...”
Uyamadiklari kentleri kendi paspalliklarina uyduranlarin Istanbul’da, Ankara’da, özellikle Bursa ve zaten tüm Türkiye’de yedikleri, bitirdikleri, yok ettikleri ne varsa, Paris’te korunuyor. Luxembourg Parki’nin ortasina kisla yapip içine kilise kondurmak, yüzyillardir kimsenin aklina gelmemis. Concorde Meydani’ni oyup altindan yol geçirmeyi falan da düsünmüyorlar. Her sey oldugu gibi duruyor, sözü de yanlis aslinda, “gibi” baglaci önemli, çünkü her sey degisiyor, yenileniyor, ama yenilik, eskinin, tarihin çevresine sanki bir sunum vitrini örer gibi ekleniyor.
***
Paris, tarihi çagdas teknoloji ve estetikle evlendiren çok modern bir kent. Kalici bir uygarligin, kunt baskenti. Kriz var diyorlar, dogrudur. Sayilara bakilirsa, oldukça da agir. Ama görünmüyor. Zaten ekonomi uzmani bir dostumun saptamasina bakilirsa, Fransa’nin ölüsü bile Türkiye’nin (sözde) diri ekonomisini bese katlarmis!
Metro koridorlarini bile özlemisim, meger. Chatelet Istasyonu, Rus ezgileriyle çinliyor bugünlerde. Paris’te yasayan Rus müzisyenler, kendi aralarinda bir oda orkestrasi kurmus, konser veriyorlar...
Eh, tam zamani!
Çünkü kizil komünist rüzgârlar esiyor Fransa’da. Berlin Duvari’yla birlikte siyasal ringde yikilan komünizmi, cumhurbaskanligi seçimlerinde ayaga kaldirmakla kalmayip, yillardir oy vermeyen küskünleri, daha da önemlisi gelecegin ta kendisini, çünkü gençligi pesine takan Sol Cephe adayi Jean Luc Melenchon: “Dostlarim, kirmizilar giyin, kirmizilar takin, kirmizi bayraklar sallayin, bu bahar kizil bahar olmali!” diye haykiriyor, meydanlarda.
***
Türkiye’de pencerelere al bayrak asmayi öneren birinin, dört yildir penceresindeki demir parmakliklara baktigini düsünüp, ürpermiyor degilim ama... Neyse ki burasi Fransa ve hâlâ demokrasi var, sanirim Melenchon’u Silivri’ye kapatamazlar!
Ben ki 1991’de ayak bastigim Paris’te, hep 1789 repligi bir devrim, olmadi Mayis ’68 benzeri bir isyan tanigi olmak hayalini beslemisimdir, gizli gizli... Yeniden umutlanmaya basladim, iyi mi?
Jean Luc Melenchon’un Fransa cumhurbaskani seçilecegini düsünecek kadar yemedim, elbette kafayi. Ama böyle bir söylemin ortaya çikmasini, üstelik apolitik denilen ve umutlari dogmadan söndürülen bir gençligi ardina takmasini önemsiyorum.
Peki kimdir bu Melenchon ve nasil dirildi komünist söylem? Anlatacaklarim çok. Dinlemek isterseniz, önümüzdeki çarsamba, Rövesata’ya beklerim.
‘G’ NOKTASI
SEVGI’NIN SENFONISI
agaçlar büyüktü evler büyüktü sehirler büyüktü
küçük bir kus gibi sevmistim seni
güçsüzdüm
yollarimin basinda alici kuslar yoksulluk acilar vardi
sagim solum kavgaydi
çogu zaman
sinirlarin ardindan gelirdi avcilarin çigliklari
vurdum kimini
kaçtim kiminden
ilkyaz dallarina benzetirdim saçlarini
ilkyaz dallarinin arasinda vuruldum
hastane pencerelerinde gözlerim
dallarda aklim kaldi
AHMET KADRI ERGIN
“Az çok temiz bir zihne, dünyanin tüm zorluklari bile namussuzlugu kabul ettiremez.”
ALBERT CAMUS
(Cumhuriyet)