Askeri kültüre fazla yatkınlığım yoktur. Militarist sloganları sevmem.
Askerlerin kimi zaman hoyrat, kimi zaman diplomat kadar ince davranışlarıyla verdikleri mesajları kavramakta da çok mahir değilim.
Ama komutanlığın rütbenin ötesinde bir paye olduğunu, bu görevin herkesin sırtına yüklenemeyeceğini, yüklenmemesi gerektiğini bilirim.
Kimi omuzlar vardır ki, komutanlığı taşıyacak kadar dik ve güçlü değillerdir.
Ne zaman komutanlık vasıflarından söz edilse aklıma hep Necdet Öztorun gelir.
Orgeneral Necdet Öztorun, 1987 yılında Kara Kuvvetleri Komutanı idi.
Yakın dostu, Genelkurmay Başkanı Necdet Üruğ, 30 Ağustos’u beklemeden emekliye ayrılırken, Öztorun Paşa’ya Genelkurmay Başkanlığı’nın yolunu açıyordu.
Bu emeklilik istemi ile birlikte, Kara Kuvvetleri Komutanı Öztorun Paşa’nın Genelkurmay Başkanı olmasının önünde hiçbir engel kalmıyordu.
***
Daha doğrusu öyle olduğu sanılıyordu. Ve Kenan Evren ile anlaşan Turgut Özal’ın Öztorun’un önünü kesebileceği hiç düşünülmüyordu.
O kadar ki, devir teslim töreninin davetiyeleri bile hazırlanmıştı.
Ama 2 Temmuz günü, haber bomba gibi düştü: Özal, Öztorun’un önünü kesmişti.
Necdet Öztorun bu olay üzerine istifa etti. Gerekçe olarak da, Başbakan’la aralarında laiklik konusunda görüş ayrılığı olmasını gösterdi ki, bana hiç inandırıcı gelmedi.
O gün gazetedeydim. Olay ile igili bir fotoğraf geldi: Öztorun mendilini yüzüne örtmüştü.
Necdet Öztorun, 12 Eylül’ün “Şahin”lerindendi.
Şimdi önümdeki fotoğrafta, o şahin kişi iki eliyle ve mendiliyle yüzünü örtmüştü.
Gözümün önünden koca bir dönem ve işkenceleri, hapishaneleri, işten atmaları, yargılamalarıyla acı dolu yıllar geçti. Dudaklarımdan şu sözler döküldü:
- Ama biz hiç ağlamamıştık. Şimdi şunun haline bak!
O zamanın, gazetemizin yufka yürekli demokrat yöneticileri, adamın acısına saygıdan mı, yoksa ayıp olur diye mi bilemeyeceğim, fotoğrafı bazılarımızın ısrarlarına rağmen kullanmadılar.
Ben olsam kullanırdım.
Sonradan düşündüm. Gerekçesi ne olursa olsun, Turgut Özal iyi yapmıştı. Çünkü mendiliyle yüzünü kapayan adam, zaten komutanlığı taşıyamayacaktı.
***
Aradan 25 yıl geçmişti. Türkiye’de köprülerin altından çok sular akmış, emekli Genelkurmay Başkanı terör örgütü üyesi olmak ve hükümeti ortadan kaldırmak suçlamasıyla özel yetkili ağır ceza mahkemesinde yargılanmaktaydı.
Takvimler 27 Mart 2012 gününü göstermekte, Silivri’de dava görülmekteydi.
Duruşmanın başında sanıklara ayrılan yere gelen E. Genelkurmay Başkanı Org. İlker Başbuğ, anayasanın 148. maddesi gereği Anayasa Mahkemesi’nde yargılanması gerektiğini, dünyanın hiçbir yerinde hem ülkenin silahlı kuvvetlerinin komutanı hem de terör örgütü yöneticisi bir Genelkurmay Başkanı’nın görülmediğini vurguladıktan sonra şunları söylüyordu:
- Böyle bir iddianameyle bir kişinin suçlanmaya çalışılması sadece yetersizliğin bir komedisidir. Bu nedenle bu iddianameye hiçbir itibarım yoktur...
Özel Yetkili Olağanüstü 13. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı Özese, Başbuğ’a “Bu konuşmanızı savunmanız olarak kabul ediyoruz” deyince Başbuğ kendisine mahkemeye duyulması gereken yasal saygıya uyarak şu yanıtı veriyordu:
“Bunu mahkemenize bir saygısızlık olarak kabul etmeyin; anayasanın 148. maddesine göre beni yargılamaya görevli olmadığınızı düşünüyorum. Dolayısıyla yapmış olduğum konuşmayı saygısızlık olarak düşünmeyin, neden savunma yapmayacağımı açıklayan bir konuşma olarak kabul edin.”
Daha sonra da, İbrahim Şahin ile Fatma Cengiz arasındaki telefon görüşmelerinin dinletilmesini ciddi bulmayan İlker Başbuğ duruşma salonunu terk ediyordu.
Evet, iddialara böyle yanıt veriyor, sonra da salonu tek ediyordu KOMUTAN.
(Cumhuriyet)