Nedim Şener, Ahmet Şık, Sait Çakır ve Coşkun Musluk’un, tahliyelerinin gerekçesinin ne olduğunun sorulması şaşırtıcı değil.
Bu tahliyelere hukuki bir gerekçe bulmanın imkânı yok.
Adamların tutuklanmalarının hukuki bir gerekçeleri yoktu ki bırakılmalarının olsun!
Bu durumda çoğu kişi aynı soruyu merakla soruyor:
- Neden bırakıldılar?
Kimilerinin yanıtı hazır:
- AB sayesinde çıktılar.
Neden bırakıldıkları doğru bir soru, AB sayesinde çıktıkları da yanlış bir yanıttır.
Nitekim yanıtın yanlışlığını bu tür savların ileri sürüldüğü günlerde, Tayyip Erdoğan’ın bir AB üyesi olan Almanya’da Steiger hoşgörü ödülünü alması gösteriyor...
Tayyip Erdoğan’a, “hoşgörüsü ve insani değerleri ön planda tutması” veya “Avrupa’nın inşası konusundaki olumlu çabaları” dolayısıyla ödül veren Avrupa’nın, Türkiye zindanlarında çürüyen gazetecilerin salıverilmesine katkıda bulunduğunu söylemek nasıl mümkün olabiliyor?
Ama bizde kimileri hâlâ ısrarla Avrupa’nın Türkiye’de demokrasiyi kurma ve pekiştirme işlevi olduğuna herkesi inandırmaya çalışıyorlar.
***
Aynı yanlışa Tanzimat aydınları da düşmüştü. Onlar da, Avrupa’nın Osmanlı’ya hürriyet ve demokrasi getireceğini sanıyorlar. Avrupa’nın iki yüzünü ve bu iki yüzün çelişkisinin sonucu olan ikiyüzlülüğünü görmemekte direniyorlardı.
Avrupa ne Osmanlı’ya hürriyet ne de Türkiye Cumhuriyeti’ne demokrasi getirme yükümlülüğü altında hisseder kendini.
O kendi çıkarlarının peşindedir. Kendi kulübü içinde olanların uyması gereken kurallar olduğunu düşünür, ama kendi bünyesine almayı düşünmediği Türkiye için “Bon Pour l’Orient” (Yalnız Doğu’da geçer) bir demokrasi yeter de artır bile.
Yoksa hürriyet, demokrasi, anayasal düzen falan onlar için hiç fark etmez.
Fransa 1881 yılında, kendi İzmir konsolosluğundan siyasi sığınma talep eden Hürriyet kahramanı, Kanuni Esasi’nin kabulünün baş mimarı, Fransa’dan aldığı ilhamla Şûrayı Devlet’in (Danştay) kurucusu Mithat Paşa’yı Abdülhamid’in kasaplarına gözünü kırpmadan teslim edivermişti.
Bugün Türkiye’de artık “Bon Pour l’Orient” demokrasinin simgesi olan Tayyip Erdoğan’a hoşgörü ödülünü veren Avrupa’nın çıkarının ötesinde bir misyonu yoktur.
Doğrusu da budur.
Hiçbir ülke bir başka ülkeye demokrasi götüremez. Götürebileceğini düşünecek olanlara ABD’nin Irak’a götürdüğü demokrasiyi anımsatmak isterim.
Ayrıca hiçbir ülke de ithal demokrasiyle kurtulamaz, özgürlüğe kavuşamaz.
***
Avrupa’nın Türkiye’ye demokrasi getireceği konusunda 200 yıldır süren yanılgı arabayı atın önüne koşan düşüncenin ürünüdür.
Türkiye AB’ye girdiği için demokrasi olmayacak, ancak demokrasiye ulaştığı zaman Avrupa’ya üye olabilecektir.
Kaldı ki, şu anda, Avrupa, Türkiye’yi kendi birliği içinde görmek istemiyor.
Osmanlı İmparatorluğu’nun Avrupa Milletler camiası içinde kabul edildiğini hükme bağlayan ve onun toprak bütünlüğünü garanti eden 1856 Paris Antlaşması ertesinde, İstanbul “yaşasın Avrupalı olduk!” diye bayram ederken, Avrupalılar bunları nasıl biraz hayret, biraz küçümsemeyle ve geniş geniş gülümsemeyle izliyor idiyse, Aralık 2004’te Tayyip Erdoğan’ın üyelik müzakereleri konusunda tarih alması üzerine aynı çığlıklarla Ankara’da gündüz havai fişek atan Türklere de Avrupa yine aynı hayret ve küçümseme ve geniş gülümsemeyle bakıyordu.
Osmanlı tarihini Osmanlı aydınının Avrupa konusundaki aymazlığını, Türkiye AB ilişkilerini yakından gördükten sonra, hâlâ Avrupa’nın Türkiye’yi özgürleştirip demokratikleştirme misyonuna sahip olduğunu sanmak en hafif deyimiyle aymazlıktır.
Bu kadarı da biraz ayıp olmuyor mu?
(Cumhuriyet)