Belleğim beni yanıltmıyorsa, Türkiye’ye kesin dönüş yaptığında yine bu sütunlarda yazdığım yazının başlığı “Server Ağabey Hoş Geldin”di…
2000 ya da 2001 olmalı.
On yıl geçmeden bir veda yazısı yazmak için bilgisayarın başına geçeceğimi bilemezdim.
Bilemezdim, çünkü aldığı onca yaraya, sağlığının o denli sarsılmasına karşın Server Tanilli’nin yalçın bir dağ gibi yiğit duruşu, başının omuzları üzerinde gururla yükselişi bir milim bozulmamıştı…
Geçtiğimiz Kurban Bayramı günlerinden birinde, 8 Kasım Salı günü sevgili kız kardeşinin evinde ziyaretine gittiğimizde, tek sözcükle olsun konuşamıyordu…
Ama aynı anlam ve duygu dolu, aynı sarsılmaz bir irade gücüyle ışıldayan, yakışıklı, güzel, gepgenç yüz yerli yerindeydi…
Bu, her şeye karşın beklenmedik, apansız bir ölüm oldu…
***
Belleğimdeki ilk görüntüleri, tam da o alçakça, kalleşçe saldırıya uğrama öncesindeki günlerde, Göztepe’deki baba evimizdedir.
Aralarındaki yirmiye yakın yaş farkına karşın, benden ve kardeşim, öğrencisi Namık’tan daha çok babamızla dosttular.
İkisi de Doğu kökenli bu iki yurtsever insanı birleştiren, aynı coğrafyada yaşadıkları çocukluk ve gençlik anıları olmalı.
Sözünü ettiğim ilk görüntüler ve izlenimler, coşkuyla konuşan, yağız çehreli, orta yaşlarının sonlarında olmasına karşın enerji dolu genç bir adamdır.
Sonra o hain saldırı ve ardı sıra çorap söküğü gibi gelen olaylar…
***
Tedavi için gittiği Londra’dan ve sonra Leningrad’dan gönderdiği şiirler hepimiz için sürpriz olmuştu.
“Sanat Emeği” dergisinin Temmuz-Ekim 1978, Şubat 1979, Şubat 1980 tarihli 5, 8, 12 ve 24. sayılarında yayımlanan bu şiirleri bir kitapta topladı mı, anımsamıyorum.
Yazıya ara verdim ve “Sanat Emeği” ciltlerini çıkararak şiirleri bir bir, yıllar sonra bir kez daha okudum…
Şu anda içimden geçenleri yazıya dökebilmem çok güç…
Aşkla, tutkuyla, inançla, cesaretle çarpan bir yürek…
Ve her şeye karşın, umutla…
Yaşamakta olduğumuz günler bu umudu haklı çıkardı mı?
Bu soruya verilebilecek herhangi bir yanıtın bence fazla bir önemi yok…
Server Tanilli gibi insanların umutları bugünden yarına kırılacak türden değildir…
İnsana bağlanmış olan umuttur bu…
İnsanın yaratma gücüne, yaşamın bitmez tükenmez doğurganlığına bağlanmış olan umut…
Böyle bir umudun tükenmesi, dünyada yaşamın sona ermiş olduğunu düşünmekle eşanlamlıdır.
Böyle bir umut belki bir an incinir, puslanır, hüzünlenir, ama tükenmez…
Bir bayrak yarışındaymışız gibi, gelecek kuşaklarla sürüp gider…
***
Gazetedeki törende söylediğim birkaç cümlede, kişiliğinin iki temel özelliğinin altını çizmek istedim.
Biri, bilimi herkesin anlayabileceği bir dille dile getirebilmiş olma becerisidir…
Öteki, akılla duyguyu, bilgiyle inancı birleştirebilme ustalığı…
Aslında bunlara beceri ve ustalık da denemez.
Bunlar Tanilli’yi Tanilli yapan kişilik özellikleriydi.
Bilimsel sosyalizm ve yurtseverlik bu kişiliğin temeli ise, insana ve onun geleceğine olan inanç, bu temelin harcı, dokusuydu… Temmuz 1978’de Londra Stoke Mandeville Hastanesi’nde yazdığı “Mutlaka Bir Gün” adlı şiirindeki gibi….
“Günler büyük acılarla geçiyor,
ama büyük umutlarla da.
Ve diyebilirim ki hayatta,
hiçbir zaman,
böylesine umutlu olmadım gelecekten,
bir kötürüm olmama rağmen.
Ve işte şurada,
dost ve düşman
herkese ilan ederim ki,
ayaklarımı bir savaşta kaybettim,
yine bir savaşta kazanacağım.
Ve mutlaka, ama mutlaka bir gün,
karanlığın ve zulmün
sığındığı son kaleyi fethe giden
kitlelerin içinde olacağım.”
***
Paris’te, Yılmaz Güney’i son yolculuğuna uğurlarken, Père Lachaise mezarlığına akan kitlenin içindeydik…
Mezarlıkta, Yılmaz toprağa indirilirken, tekerlekli sandalyesinde yaptığı konuşmanın sonunda, bir haykırışa dönüşerek birkaç kez yinelenen “Güle güle Yılmaz, güle güle kardeşim…” seslenişlerini unutamam…
Şimdi çok benzer duygularla, “Güle güle Server ağabey” diye sesleniyorum…
Güle güle, sevgili, büyük insan… Bilimi, sevgiyi, duyguyu, inancı, direnci, cesareti kişiliğinde birleştirebilmiş ender insan… Güle güle…
Işığın, aydınlığın hep bizlerle olacak ve gelecek kuşakları aydınlatmayı sürdürecek…
İnanıyorum buna… Aynen senin gibi…
(Cumhuriyet)