2012 yılında Fetullahçı çetenin düzenlediği ‘Türkçe Olimpiyatları’nda “Ben bu okullara husumet beslemeyi ibadet sayanlara bir kez daha diyorum. Elinizi vicdanınıza koyun, şu tabloya, şu esere bir bakın, bu eseri yaratanlara husumet beslemeye sizin vicdanınız izin verir mi? Eğer kara vicdan değilse izin vermez. Sadece dua etmek, alkış vurmak, destek olmak ister insan” ifadelerini kullanan ve Meclis’te Fetullah Gülen’i “Bu ülkenin yetiştirdiği değerli bir kıymettir” şeklinde tanımlayarak “her şeyi açık, devletin denetimi, gözetimi altında yaptığını” söyleyen Bekir Bozdağ, “Millet İttifakı'na giden her oy teröre nefes olur” dedi. Bozdağ aynı konuşmasında “14 Mayıs akşamı ya şampanya patlatıp bunu sabaha kadar kutlayanlar olacak ya da temiz alnını şükür için secdeye koyup Rabbine hamdedenler olacak” sözlerini de sarf ederek bir arada yaşam umuduna bir dinamit daha fırlattı. Hem de “Adalet Bakanı” sıfatıyla…
Bu iktidar döneminde iki kez Başbakan Yardımcılığına, üç kez de Adalet Bakanlığına getirilen Bekir Bozdağ, “özel” bir siyasi şahsiyet. Fetullahçı çeteye açık destek, inanç sömürüsü, farklı yaşam biçimlerini hedef alma, çocuk istismarını “küçüğün rızası” diye yumuşatma, iftira, kirli siyasi dil, kutuplaştırma, utanmama, riyakarlık, yanar dönerlik, her daim siyasi imtiyaz, yaptığının sorumluluğunu almama, hesap vermeme vs. vs. … Bunların hepsi Bozdağ’da fazlasıyla mevcut. Eğer AKP iktidarı bir insan olsa, bu kesinlikle Bekir Bozdağ olurdu. Onun kariyeri, gelecekte AKP iktidarını anlamak isteyen araştırmacılar için eşsiz bir hazine. Dolayısıyla Bozdağ’ın sözleri sadece kendi zihin haritasını değil, aynı zamanda iktidarın akıl dünyasını da yansıtıyor.
***
Günümüz Türkiye’sinde Bozdağ gibilerin başrole yükselmesinin iktidarın zayıflayan hegemonyasına bağlı siyasi sebepleri var. Erdoğan’ın 14 Mayıs seçimleri için hedefi, farklı kesimleri yanına çekmekten çok, elde kalanı korumak. Rejim birkaç yıl önce bakiyeyi kaybetmemek için Türk sağının tarihsel enstrümanlarına yönelmişti. “Türk sağı sözlüğü”ne uygun şekilde “millet” kavramıyla ülkede yaşayan yurttaşların tamamı değil, “makbul” görünen bir kesim işaret edilmeye başlandı. “Milletten olmayanı” düşman parantezine alan bu anlayış, kabaca yüzde 55-60’lara tekabül ettiğini varsaydığı muhafazakâr-milliyetçi tabanla istikrarlı seçim zaferleri kazanarak iktidarını sürdürebileceğini düşündü. Bu politika kısa vadede istenilen sonuçları üretti ve Erdoğan’a belirli bir süre için seçim başarıları getirdi. Ancak hem ekonominin darmadağın olması hem de AKP’nin toplumun geniş kesimlerinde rahatsızlık yaratan yönetim anlayışı, “kutsal denklemi” sarsan yeni dinamikler doğurdu. Bugün bu dinamikler, iktidarın siyaset kurgusunu daha radikal bir aşamaya taşıdı.
Seccadeyle başlayan kutuplaştırma siyaseti son zamanlarda günlük pratikler ve en basit alışkanlıklar üzerinden bile toplumu ayrıştırmaya varan çok tehlikeli bir noktaya uzandı. Önceki dönemlerde bunu daha seyreltilmiş bir tarzda ve ince mesajlar üzerinden yapan iktidar sözcüleri, artık muhafazakâr tabana yerini hatırlamak için IŞİD zihniyetini andıran bir söylem havuzunun içinden konuşuyor. Sadece dini istismar ederek kurulan söylemler değil, rutin çıkışlar da sertleşiyor ve bayağılaşıyor. Örneğin Erdoğan bir mitingde “14 Mayıs’ta bunlara öyle çakalım ki bir daha bellerini doğrultamasınlar” gibi bir cümle kurabiliyor.
Şimdi Bozdağ’ın tepki çeken kamplaştırıcı söylemleri de kendisine mevcut konjonktür için biçilen misyonla alakalı. İktidarda bir gün daha kalabilmek adına insanları birbirine kanlı-bıçaklı hale getirmekten çekinmeyen, gözü dönmüşlüğü “kutsalın” arkasına saklayan yıkıcı bir misyon bu… Bozdağ o nedenle taşıdığı “Adalet Bakanı” sıfatına aldırmadan bir yaşam tarzını şeytanlaştırmaya yelteniyor. Aynı zamanda iktidarın korkularının, neyi tehlike olarak kodladığının ve nasıl bir toplumsal düzen istediğinin de işaretlerini veriyor. Mütedeyyin kesimleri irrite edeceğini düşündüğü “şampanya” simgesi ve “inanan-kafir” karşıtlığıyla safları sıklaştırabileceğini sanan Bozdağ, bir arada yaşamın mümkün olmadığı, etnik, kültürel, inançsal aidiyetlerin yurttaşları birbirine düşürdüğü, bölünmüş, ufalanmış ve yozlaşmış bir toplum istiyor. Çünkü şampanya içenle şükür namazı kılanın birbirinin yaşantısına saygı duyduğu, siyasi rekabetin fikirler üzerinden cereyan ettiği bir Türkiye’de partisinin tutunacak dalının kalmayacağını, siyasi iddiasının boşluğa düşeceğini biliyor.
***
İktidarın tüm korkusu, kimlik siyasetinin dar kalıplarını aşmış, cemaatlere/tarikatlara tebaa olmak yerine hayata çağdaş bir perspektiften bakan ve farklılıkları bir tehdit olarak algılamayan yurttaşların bu ülkede çoğunluk haline gelmesi. Farkındalar ki toplumsal faylar kapanırsa, siyasal İslamcı düzenin ana güç kaynağı iflas edecek. Bozdağ ve arkadaşlarının bu ihtimal nedeniyle ödü kopuyor. Korkmakta da haksız değiller. Çünkü cephaneleri tükendi ve eski silahlar çalışmıyor. Şiddet, baskı, tehdit ve kutuplaştırmayla örülmüş tek adam rejiminin Türkiye’yi kaosa, sefalete ve çöküşe sürüklediğini görenler bu ülkede artık belirleyici muhalefet blokunu oluşturuyor.
Yapılan her türlü kışkırtma bu matematiği değiştirmek için. Erdoğan rıza kabiliyetini yitirdikçe söylemlerin sertleşmesi de bundan. Belki AKP’nin çekirdek tabanını daha motive hale getiriyor fakat bu zehirli dilin iktidarın etki alanını genişlettiğine dair emare yok. Gündemde tepkiden başka bir çıktının yaratılamıyor oluşu da bunun net bir göstergesi.
Ancak cehennemin kapılarını kapatmanın Türkiye için ebedi bir kurtuluş anlamına gelmediğini de bilmek gerek. Toplumun kimlik bazlı kutuplaşması, AKP’nin büyüttüğü karanlığın yalnızca bir parçası. Adil, eşit, onurlu bir yaşam, laik bir düzen ve bağımsız bir ülke iddiası, ideolojik yapısına ve sınırlarına bakıldığında merkez muhalefeti misliyle aşıyor. Bu iddiayı gerçekleştirmek için sömürü düzenini “modernize” etmekten fazlasına ihtiyaç var. O nedenle 14 Mayıs bir finalden çok başlangıç olacak. Geleceğin ne kadar güzel olacağını ise emekçilerin, gençlerin, kadınların örgütlü gücü ve alanlardaki mücadelesi belirleyecek.