SON KALENİN SON KOMUTANI!

~ 13.01.2022, Av. Abdurrahman BAYRAMOĞLU ~

 

Av. Abdurrahman Bayramoğlu

 

 

 

İstanbul Barosunun 2020 yılında yapılması gerekirken, bir yıl gecikerek 16-17 Ekim 2021 tarihinde yapılan genel kurulu sonrasında, yeniden başkanlığa seçilen Av. Mehmet Durakoğlu ekibine hitaben, selefi Kocasakal’lı çağrıştıran bir konuşma yaptı ve konuşmasını;

 

“İstanbul Barosu'nda yönetimde olabilmek için omurga gerekir, bu omurgaya sahip olduğumuz için kazandık. Onun için şimdi biz burada Mustafa Kemal’den bahsediyoruz. Onun için kalenin hala burada dimdik durduğundan bahsediyoruz. Bu kaleyi asla ama asla teslim etmeyeceğiz.diyerek bitirdi.

 

‘Son Komutan’ın bu coşkusuna kitleden, “Mustafa Kemal’in askerleriyiz.”, “Barolar teslim alınamaz.” sloganlarıyla karşılık verildi. Sonra genel istek üzerine muhtemelen topluca yemek yenildi ve bir sonraki seçimde yine böyle bir yemekte bir araya gelebilme umuduyla evlere gidildi.

 

‘Son Komutan’ın “İstanbul Barosu'nda yönetimde olabilmek için omurga gerekir, bu omurgaya sahip olduğumuz için kazandık.” cümlesi seçim sonuçlarının önüne geçti. Eleştiriler karşısında, Cumhuriyet’e verdiği röportajında sözlerine açıklık getirmeye çalışan ‘Son Komutan’;

 

''Zaman zaman İstanbul Barosu'nun Türkiye'nin kalelerinden biri olduğu söylenir. Gerçekten ben de buna katılıyorum. 'Kimi kime karşı koruyorsunuz?' denilebilir. Gördük ki son dönem içerisinde barolar kale olmak durumunda. Çünkü bombalanıyoruz. İkinci baro ile bombalanıyoruz mesela. Yeri geldiğinde 'Siz siyaset yapıyorsunuz' diye bombalıyorlar bizi. Siyasal iktidardan gelen bir baskı söz konusu, bu baskı karşısında kendimizi korumak zorundayız. Bu omurga bizim açımızdan, kendi ekibim açısından söylüyorum: Özellikle cumhuriyet ilkeleri ve Atatürk devrimlerinden neşet eden bir anlayışın ortaya konulmasıdır. Ben buna kendi omurgam olarak bakıyorum. Sonuç itibarıyla böyle bir omurgalılıktan bahsettim. Seçimi kazandıktan sonra yaptığım açıklamalarla ilgili bazı spekülasyonlar yapılıyor. Bu sözümün hemen arkasından da, burada Mustafa Kemal'den bahsediyorsak eğer, yani onun bir başarısından Atatürkçülerin başarısından bahsediyorsak eğer, işte bu omurgadandır demeye çalıştım. Kimseyi omurgasızlıkla suçlamadım. Kendi omurgamı açıklamak durumundayım ve bunu açıklamaya çalıştım.'' demiş.

 

‘Omurga’ meselesinden önce şu meşhur ’kale’ meselesine değinmek istiyorum. İstanbul Barosu başkanlığı döneminde Kocasakal tarafından sıkça kullanılan ‘kale’ metaforu hakkında “Son Kalenin Sevimli Diktatörü” başlığıyla Yeni Yaklaşımlar sitesinde yayımlanan bir yazı kaleme almış ve görüşlerimi paylaşmıştım. Ancak o yazının konusu biraz da Kocasakal’ın kendisiydi.

 

Bu yazının konusu bağlamında ilk olarak söylemek isterim ki, bir hukuk kurumu olarak ilk görevi hukukun üstünlüğü ve insan haklarını savunmak olan barolar, asla militarist bir dil kullanmamalıdır. Oysa görüyoruz ki sayın başkan baronun asli fonksiyonundan tümüyle uzaklaşmış bir duygu ve düşünce ikliminde dolaşmakta…

 

Nitekim zafer sarhoşluğu ve yorgunluğun etkisiyle söylendiği için daha bir anlayışla yorumlamaya çalışabileceğimiz yukarıdaki sözlerini, Cumhuriyet’e verdiği röportajda açıklamaya çalışırken, bilinçaltını ifşa etmiş.

 

“Kale olmak zorundayız. Çünkü bombalanıyoruz.”

 

Belli ki başkan, kalenin bombalanmasından söz ederken, avukatların görevlerini yaparken uğradıkları şiddeti, avukatlık mesleğine yönelik itibarsızlaştırma çabalarını, hukukun ayaklar altına alınışını, avukatların ekonomik ve mesleki sorunlarını kastetmiyor.

 

Çünkü omurgadan söz ederken neyi kastettiğini, “Bu omurga bizim açımızdan, kendi ekibim açısından söylüyorum: Özellikle cumhuriyet ilkeleri ve Atatürk devrimlerinden neşet eden bir anlayışın ortaya konulmasıdır.” diye açıklıyor.

 

İstanbul Barosu’nun son başkanı ya da bombalanan kalenin ‘Son Komutan’ı, Sayın Durakoğlu’nun sözlerinin ışığında, yanıtlanması umuduyla yazının sonunda birkaç soru yönelteceğim. Ancak ileride başka bir yazıya konu etmek istediğim son TBB Genel Kurulundan çıkan sonuçları ve o düzlemde yaşanan süreci de dikkate alarak, şu meşhur ‘kale’ meselesine değinmek istiyorum.

 

Kavramsal olarak sınırlayıcı bir yönü var kalenin. Dışarıdan gelenler için de içerdekiler için de… Kale dışarıdan gelen tehlikelere karşı korunaklı bir yer olmanın yanında ve belki de daha çok içerdekilerin dışarıyla irtibatını sınırlayan bir yapıdır. Öyle ya içerdekiler dışarıyla çok içli dışlı olurlarsa, kale içten zapt edilme tehlikesine açık hale gelir. Bu içerdeki erkin işine gelmez. Çünkü sahip olunan gücün korunması gerekir. Bunun için içerdekilerin olgusal olarak ikna edilmesinin yanında kavramsal olarak da ikna edilmeleri gerekir.

 

Hatta en çok da kavramsal olarak ikna edilmeleri gerekir.

 

“Kale düşmemeli.” diye başlayan propaganda, “Kale düşerse bayrak düşer, bayrak düşerse kutsallar, kutsallar düşerse takke, pardon koltuk düşer, koltuk düşerse… Tanrı korusun…”

 

Bu söz dizisini “Takke düşerse kel görünür.” şeklinde tamamladığımızda, tam da kalenin varlık nedeni ortaya çıkar. Omurgalar, bayraklar, ilkeler, kaleler vs. takkenin sakladıkları… 

 

Bir de omurga var elbet. Kalenin omurgası da sağlam olmalı. Topla tüfekle yıkılmamalı, içerdekiler tarafından canları pahasına korunmalıdır.

 

Bunlara hamaset mi diyorsunuz?

 

Varın bildiğinizden geri durmayın.

 

Önce kale… Önce ilkeler...

 

Kaledekilerin hali pürmelali de önemli ama…

 

***

 

TBB kalesi ele geçirildi geçen hafta sonu, uzun çatışmalardan sonra...

 

Sonra?

 

Şimdi o kalenin de yeniden tahkim edilmesi gerekecek.

 

Sonra başka kaleler var sırada. Ülke kaleler ve burçlardan geçilmiyor ki. Ortalık kılıç şakırtısı, her yan kan revan…

 

Apaçık bir savaş halindeyiz.

 

Cephede en öne fırlayan da en yoksulumuz nedense. Sofradan aç kalkanların, öbür taraftaki ziyafete geç kalmak korkusundan olmalı bu.

 

Şehit olur ya, bayrağı gönderinden indirtmemek için toprağa düşen kavruk bedenler…

 

***

 

Geçtiğimiz aylarda yerel olarak barolarda, geçen hafta da ulusal düzlemde TBB’de seçimli genel kurullar yapıldı. Gürültü patırtı arasında kaleler korundu, kaleler el değiştirdi, ziyafet sofraları kuruldu, yenildi içildi, şarkılar, türküler, marşlar söylendi.

 

Sonuç?

 

Asgari ücretle çalışan avukat sayısı kaç?

 

Geçen yıl kaç ‘şehit’ verdik üç para için gidilen haciz mahallerinde, adliye koridorlarında?

 

Kaç avukat fiziksel ve psikolojik şiddete uğradı?

 

CMK ve Adli Yardım görevleri kazanç kapısı olmanın ötesine geçebiliyor mu?

 

Bölünsek mi bölünmesek mi?

 

Ayrılanların başı göğe erdi mi?

 

En kalabalık olmak işe yarıyor mu?

 

Türkiye’deki avukatların üçte birinin kayıtlı olduğu İstanbul Barosu TBB organlarında neden yok?

 

Söze gelince, “Hepimiz birimiz, birimiz hepimiz için.”, sıra bize gelince, “Hepiniz benim için.”

 

İstanbul Barosu 150 delege ile temsil edilmesi gereken TBB Genel Kuruluna 13 delege gönderebildi. İlkelilerimiz arasından seçilen en ilkeli 13 delegemiz kendi aralarında anlaşamadığından, anlı şanlı İstanbul Barosu TBB kurullarında 1 kişiyle bile temsil edilemiyorsa, soruyorum kale komutanına;

 

Dünyanın en büyük barosuna kayıtlı olmak, en yüksek aidatı ödemekten başka nedir?

 

 

 

 

Av. Abdurrahman BAYRAMOĞLU | Tüm Yazıları
Hits: 8290