Polisin zevkle ve yavaş yavaş siyahi bir vatandaşı öldürdüğü olayın tepkileri devam ediyor. Pek çok şehirde ayaklanmalar var. Cinayetin yaşandığı Minneapolis şehrinde kontrolü kaybeden polis işe yaramayınca silahlı kuvvetlerin bir kolu olan Ulusal Muhafızlar şehre getirildi.
Hem ekonomik krizin mahvettiği hem de arkasından koronavirüs ile yerle bir olan ABD şimdi bir de ırkçı polislerin cinayeti yüzünden halk ayaklanmalarına da sahne oluyor. Hatırlamadan edemiyor insan, FBI’ın da işinde olduğu bir komployla katledilen siyahi lider Malcolm X, ABD sistemine bağırıyordu, “Gördüğün, senin vahşi şiddetine bir direniştir!” diye. Başka bir yerde de “Omuzlarımın üzerindeki kibirli bir baş değil, boynuma dayadığın ayağındır!” diye haykırıyordu beyaz ırkçılara Malcolm X.
Irkçılık her zamanki gibi tüm gücüyle ABD yaşamının içinde
ABD’de ırkçılığın eskide kaldığı, artık olmadığı söylemi egemenler tarafından durmadan tekrarlanır. Bir de bunu siyahilere sormakta yarar var. Siyahiler o kalktığı söylenen, eskide kaldı denilen ırkçılığı her gün her saat yaşadıklarını anlatırlar. Hukuktan eğitime, sokaktaki yaşamdan iş bulmaya, ev kiralamaktan araba satın almaya kadar hücrelerine ırkçılık sinmiştir Amerikan toplumunun. Bunu beyazların duymaması ya da duymak istememesinin en büyük nedenlerinden bir tanesi de medyanın bu olaylara pek önem vermeyip haber yapmaması. Ta ki olaylar kontrolden çıkıp istikrarı bozuncaya dek.
Polis ve sivil ırkçıların saldırılarının özellikle de Trump yönetimi altında artık dayanılmaz bir seviyeye geldiği bir zamanda, her gün yaşanan ve haber bile olamayan, artık olağanlaşan bir polis cinayeti zoraki olarak ana akım medyada da yerini buldu. Medyanın özel kodu, ne zaman polis birisini vurursa haberi “Polisin de karıştığı bir çatışma” olarak lanse etmesidir. Vurulan, öldürülen, silahsız ve yerde elleri kelepçeli yatarken kafasına kurşun sıkılan bir vatandaş da olsa TV haberlerindeki bu anlatım tarzı değişmez. Polisin birini öldürdüğünü söyletemez kimse televizyon kanallarına, iş çığırından çıkıncaya dek.
Geçen günkü polis cinayeti arka arkaya gelen siyahilere ırkçı saldırıların sadece son olayı. Daha birkaç saat evvel New York’ta bir kadın park kurallarına aykırı olarak tasmasız dolaştırdığı köpeğinin kuşlara zarar verdiğini söyleyen ve köpeğine tasma takmasını isteyen kuşçu bir siyahiyi derhal polise şikâyet etmiş, acil numaraya telefon eden kadın hıçkırıklar arasında “İmdat, siyahi bir adam bana ve köpeğime saldırıyor, imdat kurtarın beni” çığlıklarıyla polisi çağırmıştı. Siyahi adam ise özellikle kendisinin gayet nazik bir şekilde kadından köpeğini bağlamasını rica ettiğini ve beyaz kadının hemen çığlık çığlığa “siyahi adam bana saldırıyor” dediğini telefonuyla videoya kaydetmiş, olası bir tutuklanmayı ya da polisin kendisini kurşunlamasını bu seferlik önlemişti.
Daha bu haber tam olarak yayılmadan başka bir video ortaya çıktı. Minneapolis şehrinde bir dükkân “şüpheli davranıyor, suç işleyebilir” zannıyla, bir anlatıya göre kalp para vermeye kalkan, diğer anlatıya göre karşılıksız olduğu varsayılan bir çek yazmaya kalkan siyahi bir vatandaş için polis çağırmıştı. Gelen polis timi siyahi adamı cipinden dışarı çıkartmış, ters kelepçe takmış, sorgulanmak için kaldırıma götürmüş ama nedense o anda polis birdenbire, hiçbir direnme bile olmadığı halde şüpheliyi yere yatırıp dizini boğazına bastırarak yavaş yavaş boğup öldürmüştü.
Olay geçen pazartesi, yani 25 Mayıs’ta cereyan etti. 46 yaşındaki George Floyd, 7 dakika boyunca hem etraftakilerin hem de öteki polislerin bıkkın bakışları altında boğularak öldürüldü.
Floyd, bir bakıma ortalama siyahi bir adamın her gün yaşadığı bir olaylar dizisinde kendini buluyordu. Minneapolis’e eski yaşamını geride bırakıp, kendine çeki düzen vermek ve yeni bir hayata başlamak için gelmişti.
Texas eyaletinin Houston şehrinde büyümüş, oradaki siyahi kesimin yoğun oluğu yoksul Third Ward’da okula gitmiş, uzun boyu ve iri cüssesi nedeniyle Amerikan futbolu takımının yıldızı olmuştu. Hatta 1992 yılı eyalet şampiyonasında okulu için oynamış, ama ne yazık ki, okulu Florida’ya 28-20 kaybetmişti o maçta.
Takım arkadaşları Floyd’un nasıl sayı kazandığını anımsıyorlar. Koca cüssesiyle topu kavrayıp karşı takımın çizgisine önünde kim varsa silip süpürerek koşup sayı kazandığını anlatan arkadaşı Donell Cooper, bu iri yapısı nedeniyle herkesin ona “yumuşak dev” lakabını taktığını hatırlıyor.
Hukuk görüntüsü altında ırkçı ve yoksullar karşıtı linç sistemi
Hemen her siyahi erkeğin başına geldiği gibi 2007’de Floyd da bir soygunla suçlanıyor ama savcıyla yapılan “pazarlık” uyarınca beş yıl hapis yatıp çıkıyor. Yalnız hikâye bu kadar basit değil. Bu “savcıyla pazarlık” ABD sisteminin özellikle yoksul ve azınlıkları acele yoldan, mahkeme olmadan hapse gönderme sistemi.
ABD’de bir savcı ne kadar çok mahkûmiyet kazanırsa unvanı o kadar artıyor ve yerel seçimlerde o kadar çok oy alarak işine devam edebiliyor.
Bir savcının bu kadar çok mahkûmiyet elde etmesi ve başarısını abartması uzun ve çetrefilli mahkemelerden geçerek olamayacağı için her önüne getirilene savcı iki yol sunuyor: Suçlu olsun ya da olmasın, savcı zanlıya “indirimli” bir müddet hapis karşılığı uzun ve riskli mahkemeye devam etmemesini salık veriyor. Eğer pazarlığı kabul ederse zanlı suçsuz olsa bile ²indirimli² hapse razı oluyor, aksi takdirde hem korkunç uzun hapis yatma riski hem de müthiş bir mali yıkıntıdan kurtulmuş oluyor. Yani burada bahsedilen adalet değil, savcının defterine nasıl başarı çentiği atması sistemi.
ABD hukuk sisteminde bir siyahinin suçlu olsun ya da olmasın pahalı ve genellikle ırkçılığın yaygın olduğu mahkemelerde davaya çıkması mantıklı olmuyor. Eğer mahkemeye çıkarsa çoğu beyaz olan jürilerce, polisin uyduracağı yalanların delil sayılmasıyla, taraflı hâkim ve yerel seçimlerde oy almak için ırkçı beyazlara şov yapan bir savcıyla karşılaşacak siyahi zanlı, saklanan ve mahkemeye özellikle sunulmayan lehindeki belgelerin de sistematik olarak yok edilmesiyle belki 25-30 yıllık bir cezayla karşı karşıya kalacak. O da parası varsa ve bir avukat tutabilirse. Buna karşın eğer baştan savcının ²pazarlığını² kabul ederse 5 yıl gibi bir hükümle ²yırtıyor.² Yani, bir masum zanlının eğer mahkemelerde sürünecek kadar parası yoksa en mantıklı ve kolay ²kurtuluşu² savcının indirimli ²pazarlığını² kabul edip, suçsuz olduğu halde suçu baştan üstlenip, mahkeme olmadan 5-6 yıl hapis yatıp çıkması oluyor. Bu belki ABD hapishanelerinin, hem de artık özelleştirilmiş ve bir endüstri haline gelmiş hapishanelerinin neden dünyanın en fazla mahkumuyla dolu olduğunu anlatabilir. Tabii ki bu mahkumlarının ezici bir çoğunluğunun azınlıklardan oluştuğunu herkes kolayca tahmin edebilir. ABD nüfusu dünyanın yaklaşık %5’i ama dünyadaki cezaevlerindeki mahkûm sayısının %21’i ABD’de.
George Floyd da böyle bir “pazarlık” sonucu suçunu kabul edip hapis yatan milyonlarca siyahi erkekten bir tanesi.
Bir siyahinin, hele de “hükümlü bir siyahinin“ iyi bir yaşam kurma hakkı var mı?
Artık bir hükümlü etiketiyle siyahi olarak bir daha iş bulmasının, ev kiralayabilmesinin çok zor olduğunun farkında olan ve yaşamı boyunca şüphe altında ve polis gözetiminde yaşayacak olan Floyd, belki iş bulma umuduyla 2014 yılında Minneapolis kentine göçüyor. Artık hayata yeniden başlamak istiyordu. Bu değişikliğin hayatını da değiştireceği için umutlu ve mutluydu.
Hayatını düzene sokmak için iki işte birden çalışmaya başlıyor. Bir yandan kamyon şoförlüğü yapıyor bir taraftan da Güney Amerikalıların müdavimi oldukları Conga Latin Bistro lokantasında kapıda güvenlik görevi yapıyor. Latin müziğine hayran ve etrafında hep neşeli, hep güler yüzlü olarak biliniyor. Çok berbat dans ediyor ve etrafındakiler onun koca cüssesiyle her dans edişinde gülmekten yerlere yatıyorlar. Lokanta sahibi ona sonunda Latin danslarını öğretmeye kalkıyor ama Floyd’un boyu o kadar uzun ki, ikisi de komik olmaktan öte bir şey yapamıyorlar.
Koronavirüs pandemisiyle beraber Minneapolis şehrinin eyaleti olan Minnesota bütün lokantaları kapatınca Floyd’un işi de bitiyor. Öldürülmesinden bir gün önce restoran sahibi Floyd’u evinde arayıp ona iş bulma olanakları bilgilerini veriyor.
Lokanta sahibi Floyd’un hep kendisine “patron” diye hitap ettiğini ama kendisinin de Floyd’a durmadan, “Yahu bana patron demekten vazgeç, ben senin patronun değil, arkadaşınım” dediğini aktarıyor. Arkasından da Floyd’un iddia edildiği gibi kalp para vermeye çalışmasının olanaksız olduğunu söylüyor. “Hayatını düzeltmek ve yeniden başlamak için ne gerekiyorsa onu yapıyordu. Sahte para geçireceğini asla zannetmiyorum. Hiçbir zaman bunun gibi bir şeye yeltenmedi” diyor.
Bu olayların da gösterdiği ve pek çok akademisyenin de belgelediği gibi sistem siyahiler aleyhine o kadar detaylı planlanmış ki, daha baştan siyahilerin normal bir yaşam kurması neredeyse bir mucize. Sisteme giren bir siyahi erkeğin ne olursa olsun başı bir şekilde tekrar beyaz sistemle belaya girecek ve hayatı boyu bir hükümlü, bir şüpheli olarak etiketlenerek emeğini çok ucuza satmaya mecbur kılınacak. Sistemin düzeni bu. Böyle planlanmış ve programlanmış sistem saat gibi çalışıyor.
Ne gariptir ki, Perşembe günü açıklandığı üzere, Floyd’un bir güvenlik görevlisi olarak çalıştığı kulübün sahibi, onu öldüren polis Derek Chauvin’in de aynı kulüpte güvenlik görevlisi olarak çalıştığını ortaya çıkarıyor.
Bir siyahiyi öldürmenin cezası sadece işinden olmak
Polisin 6 yaşında bir çocuğu olan babayı gözler önünde boğarak öldürmesinin ardından halk tepkileri gelmeye başladı. Pek çok şehirde ayaklanmalar, yangınlar yayılıyor. İşin kontrolden çıktığını anlayan polis teşkilatı alelacele 4 polisin işine son verdiklerini duyurdu. Ancak aynen öteki polis cinayetlerinde olduğu gibi halkın sorusu şu: bir insanı kameraların önünde poz vere vere, zevkini çıkara çıkara öldüren birisinin alacağı ceza basitçe işini kaybetmesi mi olmalıdır? Ancak cinayetten iki gün sonra bile bu adam hâlâ evinde oturuyordu.
Konuşan bütün halk liderlerinin ilk sorusu neden bu katilin tutuklanmadığı. Buna devletin verdiği tek bir yanıt bile yok.
Ancak çarşamba gecesi itibariyle polisin evi daha çok siyahi ama her renkten solcu eylemcilerce de sarılmış, giriş çıkışlar kontrol altına alınmıştı. Evinden yemek ısmarlayan polise yemek getiren dağıtımcılar evde oturanın bir katil olduğunu öğrendiğinde yemeği vermeden döndüğünden evinde aç ve mahsur kaldığı bilgisi geldi.
Derick Chauvin adlı katil polisin geçmişi de pek temiz değil. 19 yıllık polis olduğundan insan öldürmeye, işkenceye ve özellikle siyahilere kötü davranmaya alışmış birisi. Hatta bir kere silahını da çekip ateş etmiş ve şüpheliyi midesinden vurmuş.
Özellikle siyahileri vuran polislere ceza verilmemesi halkı galeyana getiren önemli bir iddia. ABD’de ne zaman polis birisini vursa, sanki berbat bir şaka gibi bir olay yaşanıyor. Bir insanı vuran polis tüm maaşını, haklarını vs. alarak tatile gönderiliyor! Garip gelebilir ama gerçek. Yoksa devlet zenginlerin mallarını koruyacak bir güvenlik gücünü onlara kıyak çekmeden, yüksek maaşlar ödemeden, her adam vurduklarında böyle ödüllendirmeden nasıl tutabilir ki?
Eskiden vurduğu zanlı yüzünden de bu polis gene böyle maaşlı tatile gönderilmiş. Sanki bu yetmezmiş gibi, 2011’de de bu kez polis Chauvin’in timi gene bir zanlıyı vurduğunda, bizim katil polis o timde yer aldığı için gene maaşlı tatile gönderilmiş. Ancak polisin anlattığı hikâyeye pek inanan yok. Çünkü zanlının ellerini kaldırıp teslim olduğu ve elleri havadayken polisin gene de ateş açtığı tanık tutanaklarında yer alıyor. Tabii beklenen olmuş ve polis şefi, polislerin hiçbir hatası olmadığının araştırma sonunda saptandığını bildirerek bunları tekrar sokaklara daha fazla suç işlemeye bırakmış.
Bunun dışında daha başka içeriği açıklanmayan bir sürü suçlamalarla karşılaştıysa da beklenildiği gibi, polis polisi incelemiş ve dosyalar kapatılmış. Yani 18 defa şikâyet edilen polis memuru Chuvin her seferinde kendi polis arkadaşları tarafından “incelenip” tertemiz ve hatta takdirler alarak işine devam etmiş.
Trump’a karşı “ilerici” olarak başkan adaylığına katılan Minnesota eyaleti senatörü Amy Klobuchar’ın da adı bu polisle ilişkili olarak anılmakta. Bu “ilerici” senatörün Trump’ın rakibi olacak Demokrat Joe Biden tarafından yardımcı seçilmesine günler kala savcı olduğu günlerde bugünkü katil polise çok yardım edip suçlarından dolayı yargılanmaması için nasıl çalıştığı ortaya çıkıverdi. Bu polis hakkında ne kadar suç gösterilse ve halktan baskı gelse de “ilerici” senatör hanımımız polise asla dava açmamakta ısrar etmiş. Ne gariptir ki aynı senatör bu savcılığı döneminde ufacık suçlarla gelenleri, yani özellikle siyahileri bir kaplan saldırganlığıyla yargılayıp kodese göndermesiyle tanınıyor. Zaten ABD’de beyaz oylarıyla seçim kazanıp senatör olmanın tek yolu varsa o da “suçlulara karşı acımasız olmak” özelliği. Katil bir polise gösterdiği bu kıyak Klobuchar’ın başkan yardımcısı olma hayallerini bozmuş olabilir.
Katil polisin bir de videodaki tim arkadaşı var: Tou Thao. Videoda görüldüğü gibi Chauvin siyahi vatandaşı boğarak öldürürken sakin sakin durup vatandaşın ölmesini seyreden ve Chauvin’i koruyan polis.
Tou Thao 2014 yılında hamile bir kadınla beraber yürüyen Lamar Ferguson adlı vatandaşı durdurup aramak istiyor. Arama sırasında sanığı bir de dövmek geliyor içinden bizim tim mensubu polisin. Ferguson, Thao tarafından yerde elleri arkadan kelepçeliyken yumruklanıyor, tekmeleniyor ve bu tekmelerden dişleri kırılıyor.
Bu olay tam da sistemik kırılganlığın tehlikeli bir boyutunda ortaya çıktığından çok tehlikeli beklenmeyen olaylar doğurabilir
George Floyd’un öldürülmesi ABD sisteminde sıradan, gündelik, olağan olarak kabul görülen bir olay. Trump’tan sonra sistem bunu daha da bastırarak kabul ettirmeye çalışıyor. Şimdiye kadar kenarda köşede ırkçı nefretle bekleyen ne kadar mahlukat varsa Trump’ın kendilerine arka çıkacağını bilerek bir Amerikan deyiminin belirttiği gibi, “odunların arasından baş göstermeye başladılar.”
Ancak halkın tepkileri sistemin özellikle bugünlerdeki zayıflığından dolayı tehlikeli sonuçlar getirebilir.
Bu cinayet ABD’nin iki krizinin tam ortasında geldi. Acaba üçünü bir krizi de kaldırabilecek mi Amerika?
Ekonomik kriz
Geçen yıl korona salgınından tamamen bağımsız başlayan ekonomik kriz ülkeyi baştan aşağı sarmış durumda. Son sayımda 40 milyon yeni işsiz sokakları dolduruyor. Bunlar son iki ayda işlerini kaybedenler. Bilgisayar sistemi bu kadar çok yeni başvuruyu kaldıramadığından ve durmadan çöktüğünden daha milyonlarca işsizin sisteme girmediği de hesaplanırsa durumun korkunçluğu kendini gösteriyor. Her 4 kişiden birisi işsiz şu anda Amerika Birleşik Devletleri’nde. Los Angeles ve diğer yerlerde açlıktan kıvrananların parasız yemek alabilmek için oluşturdukları konvoylar kilometrelerce uzuyor. Hatırlatalım mı? ABD dünyanın en zengin kapitalist ülkesi.
Bir ay öncesine kadar kendi küçük işletmesiyle spor karşılaşmalarında yiyecek satarak hayatını devam ettiren bir kadın bugün televizyonlarda görüldü. Arka planda mahkeme kararıyla evi boşaltmaya gelen güvenlik güçleri kadının bütün eşyalarını kaldırıma çıkarıp atıyorlar, kapının kilidini değiştiriyorlar ve kadını öyle şaşkın, darmadağınık eşyalarının arasında sokakta tek başına bırakarak çekip gidiyorlardı. Spiker kadına şimdi ne yapacağını soruyor, kadın ise gözünü kırpmadan, “Evsizim artık, sokaklarda yaşayacağım” diyor. Bunun gibi 40 milyon kişi daha var bugün.
Uçak şirketleri yüzbinlerce çalışanı daha yakında sokağa atacaklarını açıkladılar. İnsanlar sadece işlerini değil, ABD sisteminin dayattığı bir şekilde sağlık sigortaları istihdam edilmeye bağlı olduğu için aynı zamanda sağlık sigortalarını da kaybediyorlar. Demek ki son bir-iki ayda 40 milyon kişinin artık sağlık sigortası da bulunmuyor.
Devletin ödediği komik miktarda bir işsizlik sigortası bu krizin ölümcül baskısını hafifletmekten çok uzak. Ama buna bile karşı çıkan kapitalistler ve onların politikacıları insanların bu kırıntı yardımı almaları sonucunda tembelleşip kendi işyerlerinde çalışmayacakları düşüncesiyle yardıma karşı çıkıyorlar. Zaten sistemin de 40 milyon kişiye işsizlik sigortası sağlayamayacağı gün gibi açık. Bu para özel bankalardan borç alınarak ödenecek ve devletin zaten korkunç derecelerdeki açığı görülmemiş seviyelere gelecek. Ancak bankalardan hiç şikâyet yok tabii ki bu devlet borçlanması konusunda. Nasıl olsa bu borcu da ötekilerde olduğu gibi işçiler, emekçiler ödeyecek bir şekilde.
Kapanan, özellikle küçük işyerlerinin çoğu bir daha açılmayacak. Kapanan işyerleri yüzbinlerle ölçülüyor. Kira ödeyemeyen halktan alamadıkları kiralarla ev borçlarını ödeyemeyen ev sahipleri bakalım bankaların ceza ve sıkıştırmalarına daha ne kadar dayanacak? Ya boğazına kadar borca batmış bir işçi sınıfının kredi kartı borçları ödenmeyince ne olacak? Devletten başka bankaları kurtaracak var mı? 2008’i sil baştan gene mi yaşıyoruz?
Salgın krizi
Ekonomik kriz baştan aşağı ülkeyi deprem gibi sarsarken, Trump’ın cahilce, dindarca, aymazlıkla ve basitçe önemsiz sayarak üstüne gitmediği için çöküntü yaratan koronavirüs salgınından ölenler şu anda 100.000 kişiyi geçmiş durumda. Vietnam ve Kore savaşlarında ölen toplam asker sayısından fazla bu ölü sayısı. Pek çok yerde arkasında çok zengin iş sahiplerinin olduğu gizemli örgütlerce kışkırtılarak sokağa dökülen hedonist halk ve onlara öncülük yapan otomatik silahlı, roketatar taşıyan, faşist ve ırkçı güruhlar hiçbir koruma kullanmadan kendilerini dışarı atmaya başladı. Yeter ki fabrikalar tekrar üretime geçebilsin. Yüzme havuzları ya da sahiller kapasitenin üzerinde, ıkış-tıkış, maskesiz, deliler gibi eğlenen kalabalıkların yeri haline geliyor pek çok yerde.
Bunlara salgın hastalığın salt reis Trump’ı indirmek için Demokrat Partililerin uydurduğu bir tuzak olduğu söylenince hızlarını kucak kucağa dans edilen partilerde alıyorlar. Bu gibi önlemsiz sokağa çıkma yarışında olan yerlerde hastalık bir türlü gerilemiyor. Pek çok hastane kapasite üzerinde dolu. Ama korkunç bir aymazlık büyümeye başladı. Hele Trump bu “komplo teorilerini” yanlış çıkartmak için gezdiği yerlerde maske takmamakta ısrar edince maskeleri atıp “özgürlüğe fırlayanlar” daha da çoğalıyor tabii ki. Trump dün maske taktığı için rakibi Demokrat Joe Biden’la alay ediyordu, “pek yakışmamış” diye.
Ekonominin işçileri zorla çalıştırarak canlanacağı fikri giderek yaygınlaşıyor. Bunun korkunç sonuçlarını maalesef bekleyerek göreceğiz. Salgın hastalığın siyahi toplumu beyazlardan daha fazla etkilemesi zaten ekonomik olarak dezavantajlı olan siyahilerin salgının ırkçı bir toplumda doğal olarak ırkçı bir karakter alacağının altını çiziyor. Siyahiler de bunun gayet iyi farkındalar.
İki krizin üzerine eklenen polis karşıtı ayaklanma
Tam bu sırada polisin böyle bir cinayetle halkı ayaklandırmasının sonuçları yöneticiler için berbat olabilir.
New York, Los Angeles, Minneapolis, San Francisco, Philadelphia ve pek çok şehirde polisle çatışmalar yaşanıyor. Minneapolis şehrinde göstericilerden bir kişi vurularak öldürüldü. Polisin görüldüğü yerde daha fazla tepki çekmesi üzerine şehre askeri birlikler gönderildi. Yayılan ayaklanma dükkanların yağmalanıp yakılmasına neden oluyor.
Polis istasyonlarını ele geçiren göstericiler buraları yakıyor, polis arabalarına saldırılar polisin halktan kaçmasına sebep oluyor. İşte bu yüzden polisin geri çekildiği yerler için askeri birliklerden oluşan Ulusal Muhafızlar yerlerini alıyorlar.
Alınan bazı bilgilere göre sokak çeteleri sokakları tamamen ele geçirerek tehditlerde bulunan sağcı, faşist, ırkçılara karşı göstericileri silahlarıyla koruyorlar. Gene başka bir rapor Yahudilerin, Müslümanların, siyahların, beyazların, Asyalı ve Güney Amerikalıların hep beraber sokaklarda polise karşı direndiğini anlatıyor. Kiliseler kapılarını polisin attığı göz yaşartıcı bombalardan kaçanlara açmış, ilk yardım oralarda yapılıyor.
Polise karşı duyulan nefret işçi sınıfının yeni bir uyanmasına da neden olabilir mi? Pandemi sırasında eldiven, maske ya da önlük gibi kişisel korunma gereçleri sağlanmayan hemşirelerin sokaklara dökülmesi daha ancak bir-iki haftalık bir olay. Elon Musk’ın zenginler için oyuncak niteliğindeki elektrikli araba üreten fabrikalarından Amazon paketleyicilerine kadar işyerlerinde hayatlarını riske atan işçiler spontane bile olsa bu salgının sınıf karakterine vurgu yapıyorlardı.
Cinayetin işlendiği Minneapolis şehrinde bazı göstericileri yakalayan polis onları şehir otobüsleriyle karakollara taşımak istemiş, ama otobüs şoförleri “Bizim kendi sınıfımızdan birisini polis için karakola götürmeyeceğiz” diyerek isyan edip bu emre uymamışlardı önceki gün. Bu dayanışmanın, hem de herkesin kapitalizmin açlık, işsizlik, güvensizlik, sağlık sigortasızlık, konutsuzluk, yalnızlık ve sosyal çöküntü günlerinde işçileri ortak düşmana karşı birleştirir mi?
İki gündür görülen ayaklanmanın belki de en çarpıcı yanı, polise karşı ayaklananların içinde önemli miktarda beyaz olması. Yani artık bu cinayetler sadece siyahilere karşı yapılmış olarak değil de polis devletinin tüm halka karşı yüzünün açığa çıkması olabilir.
Amerikan kapitalist sistemi çok zor günlerden geçiyor. Bunun nedeni kısmî olarak Trump olsa da sistemik ve tarihi bir kapitalist çöküş gözlerimizin önünde saat saat değişerek ve yükselerek cereyan ediyor.
Gelecek günlerde sıcak gelişmeler olacağı kesin.
Sendika.Org / San Francisco (Mehmet Bayram)