Milletvekilinin Başka Siyasi Partiye Geçebilmesi
Temsili demokrasinin en önemli özelliği; seçime dayalı yönetim modelinin benimsenmesine dayanır ki, yasama, yürütme ve yargı erklerinde göreve gelme, görevde kalma ve görevden kaynaklanan yetkilerin nelerden ibaret olacağı hususları Anayasa ve kanunlarla belirlenir.
“Egemenlik” başlıklı m.6’ya göre;“Egemenlik, kayıtsız şartsız Milletindir.
Türk Milleti, egemenliğini, Anayasanın koyduğu esaslara göre, yetkili organları eliyle kullanır.
Egemenliğin kullanılması, hiçbir surette hiçbir kişiye, zümreye veya sınıfa bırakılamaz. Hiçbir kimse veya organ kaynağını Anayasadan almayan bir Devlet yetkisi kullanamaz”.
Kanunlaştırma yetkisi yasama organına aittir. Türkiye Cumhuriyeti’nde yasama organı Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde olup, bu yetki devredilemez.
Temsili demokraside; bir ülke üzerinde yaşayan ve ortak yararlar etrafında toplanan bireylerden seçme hakkına sahip olanların, seçilme hakkına sahip olanlar arasından seçtikleri vekillerden oluşan parlamento yasama görevi yanında, yürütme organını denetleme görevini de ifa eder.
16 Nisan 2017 tarihinde yapılan Anayasa değişikliği öncesinde; daha fazla demokratikleşme adına Anayasanın seçme, seçilme ve siyasi faaliyetlerde bulunma haklarını düzenleyen 67, siyasi partilerle ilgili 68 ve 69. maddeleri ile milletvekillerinin seçilmesini düzenleyen 75. madde ve devamı hükümlerinde değişikliğe gidilmesi ısrarla talep edildiği halde, buna gerek olmadığı, siyasi hakların geliştirilmesinde yasal düzenlemelerin yeterli olacağı söylendi, ancak bu vakte kadar yasal düzenlemelerde bir gelişme yaşanmadı. Oysa siyasi haklarda yaşanan ve burada kısaca değindiğimiz sorunların Anayasa değişiklerinde ele alınıp düzenlenmesi isabetli olurdu.
Bir ülkede seçme ve seçilme hakkı vatandaşın bir anlamda tapu belgesi, ülkeye aidiyeti ve söz hakkının varlığının bir göstergesidir. Seçme ve seçilme hakkı ne kadar gelişirse, seçenlerin iradeleri sandığa ve sandıktan parlamentoya yansırsa, seçilmek isteyenler de Anayasa ve kanunların öngördüğü şartlara sahip olmak kaydıyla seçilme haklarını ne derece güçlü ve “hak etme” kriterinden hareketle kullanabilirlerse, demokratikleşmede ilerleme ve sağlam zemine oturma da o derece sağlanabilir. Bugün ülkemizde; ülke genel seçim barajı olarak kabul edilen yüzde 10’un siyasi partiler için TBMM’ye girmenin ön şartı olarak devam ettiği, siyasi partilerin merkeziyetçi anlayıştan uzaklaşıp, delege veya siyasi parti üyelerinin belirleyeceği adayların milletvekili genel seçimlerine katılması amacıyla önseçim yapılmasının zorunlu hale gelmediği ve “milletvekili transferi” veya “ödünç vekillik” olarak kamuoyunda tartışılan, bir milletvekilinin üyesi bulunduğu siyasi partiden istifa ederek bir başka siyasi partiye girmesinin önünde bir engel bulunmadığı, bu tür konuların temsilde adalet yerine yönetim istikrarının korunması, parti içi demokrasinin siyasi hayata zarar vereceği endişesi veya siyasi etik üzerinden tartışıldığı, ancak bu sorunları çözüp demokrasiyi güçlü kılma yolunda Anayasa ve yasal düzenlemelere gidilmediği görülmektedir.
Pratikte tartışmaların daha ziyade; “sert veya çatışmacı siyasi dil” olarak nitelendirilebilecek şekilde ve anlaşmazlık veya suçlamalar üzerinden sürdürüldüğü, demokratikleşme ve hukukileşmede bir ortaklaşmaya gidilmediği, siyasi parti yararlarının ve özellikle de demokrasinin geliştirilmesinin ikinci planda tutulduğu, hatta milletvekilleri için olmazsa olan yasama dokunulmazlığının bile siyasi çekişmelerde kullanıldığı, seçim barajı, önseçim, milletvekili transferi gibi sorunların çözümünde somut adımlar atılmadığı, örneğin milletvekili transferinin, yani bir milletvekilinin siyasi partisinden istifa ederek başka bir partiye girmesinin, aynı fikirde olmasalar bile ortak muhalefetin güçlenmesi, yeni siyasi partiler kurulması yoluyla milletvekillerinin siyasi partilere dağılımında değişikliğe gidilmesi için yapıldığı, nihayetinde bu yolla birlikte yapılması gereken Cumhurbaşkanlığı ve milletvekili genel seçimlerinin hedeflendiği görülmektedir. Seçimleri kazanmak isteyen siyasi partiler için açık veya örtülü ittifaklar, işbirliğine gidilmesi olağan görülse de, esasen temsili demokrasinin güçlenmesi adımlarının atılmadığını, yasal boşlukların veya değişikliklerin, ne pahasına olursa olsun seçim kazanma amacıyla kullanıldığı, bu noktada yönetim istikrarının gözetildiği iddia edilse de, asıl maksadın yasama ve yürütme organları üzerinde etkinliğin devam ettirilmesi veya etkinlik kazanılması olduğu, temsilde adaletin ise bir kenarda bırakıldığı tespitleri gerçekçi olacaktır.
Siyasette yapılan tüm tartışma ve çalışmalarda; daha fazla demokratikleşmeden ziyade, siyasi yararların öne çıktığı, demokratikleşmede yaşanan sorunlara kalıcı çözümler bulunmasının yer almadığı, örneğin yönetim sistemi değişikliği ile kabul edilen başkanlık modelinde yasama ve yürütme organları arasında geçerli olması gereken sert kuvvetler ayrılığının sağlanması, yargı bağımsızlığının ve tarafsızlığının güçlendirilmesi, iki aşamalı Cumhurbaşkanlığı seçim usulünde yüzde elli artı bir yerine, bir aşamalı veya ilk aşamasında seçilme oranının yüzde 35 veya yüzde 40 olacağı bir seçim usulü değişikliğine gidilmesi yönünde adımların atılmadığı, bu şekilde açık veya örtülü ittifaklarla ikili aday sisteminin oluşturulmaya çalışıldığı, böylece terk edildiği söylenen, temsili demokrasi bakımından da sakıncası olmayan “koalisyon” kültürüne devam edildiği söylenebilir. Parlamenter sistemden başkanlık sistemine geçilirken yeni sistemin en önemli özelliğinin; parlamenter sistemde yaşanan koalisyonlarla yönetim istikrarsızlığının ortaya çıkması, yeni sistemde doğrudan milletin seçeceği Cumhurbaşkanı ile bu sorunun yaşanmayacağı söylense de, milletvekili genel seçiminde uygulanan yüzde 10 ülke genel seçim barajı ve Cumhurbaşkanı seçilmek için aranan yüzde 50 artı birin etkisi ile koalisyon anlayışının sürdüğü tartışmasızdır. Demokrasi açısından bunda bir sakınca da bulunmamakla birlikte, yeni sistemde koalisyon olmayacağına dair düşüncenin isabetli olmadığına işaret etmek amacıyla bu konuya değindik.
İki soruna ve çözümüne işaret etmek isteriz.
Şu an siyasette milletvekili transferi konuşulmaktadır. Yeni kurulan iki siyasi partinin Mecliste yer alabilmesi ve seçimlere girebilmesi amacıyla; Meclisin ikinci büyük siyasi partisinin Genel Başkanının, Partisinden bu iki yeni siyasi partiye milletvekili verebileceklerine dair açıklaması ile başlayan tartışmada, bir siyasi partiden bir başka siyasi partiye milletvekili geçişinin etik olup olmadığı, Anayasa m.80’e göre bütün milleti temsil eden milletvekillerinin iradesine ipotek koyulup koyulmadığı, bunun karşısında yeni kurulan siyasi partilere verilen bu desteğin siyasi dengeleri değiştirmekten ziyade temsili demokrasinin güçlendirilmesi olarak görülmesi gerektiği, parti içi demokrasi ve temsili demokrasinin vazgeçilmezi olan siyasi partilerin faaliyetlerini sürdürebilmeleri için gerekli yasal adımların atılmadığı, bu nedenle 2820 sayılı Siyasi Partiler Kanunu’nun 36. maddesine göre seçime girme şartlarını henüz elde edememiş bir siyasi partiye bir başka siyasi partiden milletvekili geçmesi halinde, esasen bunun seçime girmek isteyen siyasi partilere destek olarak algılanması gerektiği, yoksa siyasi denge değişikliğine hizmet amacının tek başına sebep sayılamayacağı ileri sürülse de, yeni yönetim modelinin yüzde 50 artı bir kuralı ister istemez ittifakların oluşmasına, parlamenter sistemde yönetim istikrarsızlığına nede olabildiği için eleştirilende facto devam etmesine yol açmıştır. Nitekim koalisyon hükümeti modeli; toplumun farklı kesimlerini yönetimde söz sahibi kıldığı, çoğulculuğu ve toplumsal mutabakatı daha güçlü ortaya koyduğu gerekçesiyle savunulmakta ve daha demokratik bulunabilmektedir.
Burada cevaplandırılması gereken iki sual bulunmaktadır. Birincisi milletvekili transferi adıyla bilinen, bir milletvekilinin seçildiği siyasi partiden ve dolayısıyla kendisini seçenlerin iradesinden bağımsız ve kendi isteğiyle bir başka siyasi partiye girmesi veya bağımsız milletvekili olarak kalması ne derece doğrudur? İkinci soru ise, bir milletvekilinin üyesi olup seçildiği siyasi partiden istifa etmek suretiyle bir başka siyasi partiye girmesi ve hatta bağımsız milletvekili olarak kalması için Anayasa değişikliğine ihtiyaç var mıdır, yoksa yasa düzenlemesi yeterli midir?
Birinci soruya verilecek cevap nettir. Siyasi parti kapatılmadığı veya kendisini tasfiye etmediği sürece bir milletvekilinin seçildiği siyasi partiden istifa edip veya ettirilip bir başka siyasi partiye geçmesi ve hatta bağımsız milletvekili olması evleviyetle temsili demokraside siyasi parti anlayışına ve seçmenin iradesine uygun düşmez. Sonuçta seçilen; üyesi olduğu ve kendisini aday gösteren siyasi partiden seçilmesini sağlamak amacıyla seçmenlerden oy almış milletvekilidir. Her ne kadar seçmenin seçtiği adayın üyesi olduğu siyasi partiye değil de seçilen kişiye oy verdiği ve dolayısıyla seçildikten sonra siyasi parti değiştirme iradesinin milletvekiline ait olduğu, artık seçmenin bu konuda iradesini seçtiği kişiye bıraktığı iddia edilse de, bu iddianın seçmenin iradesinin önüne geçebilecek güçlü bir dayanağı bulunmamaktadır. Seçmenin siyasi partiyi değil de milletvekilini seçtiği söylenebilir. Temsili demokrasinin temelini teşkil eden siyasi partilerin esas olduğu ve seçmenin de bir örgüt yapısı olan siyasi partiler üzerinden seçme hakkını kullandığı, seçmenin seçme hakkını kullanmakla iradesini milletvekiline bıraktığı iddia edilse bile, bu düşüncede isabet bulunmadığı, çünkü milletvekilinin bağımsız aday olarak seçime katılmayıp, bir siyasi partiden aday olmak suretiyle seçildiği, bu nedenle de seçildikten sonra partisini değiştiremeyeceği veya en azından bunun seçildiği parti tüzel kişiliğinin veya Meclisin kararı ile mümkün olması gerektiği, tersi durumda bir siyasi partiden seçilen milletvekilinin hiçbir izne ve olura ihtiyaç duymaksızın parti değiştirebileceği, hatta milletvekilinin seçildiği partinin izni ile de bir başka siyasi partiye geçmemesi gerektiği, aksi kabulde partiler arası milletvekili transferi yoluyla seçmenin iradesinin sakatlanacağı, milletvekili geçişinin yasak olması veya en azından Meclisin kararına bağlanması gerektiği, milletvekillerinin bağımsız düşünme ve karar verme haklarının olduğu, partinin değil ülkenin ve milletin menfaatlerini öne koymalarının doğru olacağı, özellikle siyasi partinin amaç ve taahhütlerinde değişiklik veya parti içi demokrasinin kaybolması gibi sebeplerle milletvekilinin seçildiği siyasi partiden ayrılabileceğine dair gerekçeler, hem sübjektif ve hem de bir başka siyasi partiye geçişin dayanağı olmaktan uzaktır. Bu nedenle; bir milletvekili hangi siyasi partiden seçilmişse, siyasi partisinden ihraç edilmediği veya siyasi partisi kapatılmadığı veya tasfiye sürecine girmediği takdirde, o siyasi partiden istifa etmek suretiyle bir başka siyasi partiye geçemeyeceği gibi, bağımsız milletvekili olarak da kalmamalı veya en fazla bağımsız milletvekili olarak görevini sürdürmeli, seçildiği siyasi partide kalmak suretiyle parti içi muhalefetini sürdürebilmeli, disiplin hükümleri nedeniyle kesin olarak ihraç edildiğinde ise tekrar partisine dönememelidir.
İkinci soru ise; milletvekili geçişinin önüne geçilmesinde Anayasa değişikliğine gerek var mı, yoksa yasa değişikliği bunun için yeterli olur mu?
26 Temmuz 1995 tarihinde yürürlüğe giren 4121 sayılı Kanunun 9. maddesi ile yapılan değişiklikten önce “Üyeliğin düşmesi” başlıklı Anayasanın 84. maddesinin ilk iki fıkrasına göre; “İstifa eden, Türkiye Büyük Millet Meclisine seçilmeye engel bir suçtan dolayı hüküm giyen, kısıtlanan, partisinden istifa ederek; başka bir partiye giren veya seçim hükümetleri hariç Bakanlar Kurulunda görev alan, üyelikle bağdaşmayan bir hizmet kabul eden, Meclis çalışmalarına özürsüz olarak bir ay içinde toplam beş birleşim günü katılmayanların üyeliğinin düşmesine, üye tamsayısının salt çoğunluğu ile karar verilir.
Partisinden istifa eden milletvekili bir sonraki seçimde, istifa tarihinde mevcut herhangi bir partinin genel merkezi organlarınca aday gösterilemez”.
Anayasanın 84. maddesinin ilk şeklinde yer alan, partisinden istifa edip bir başka siyasi partiye giren milletvekilinin üyeliğinin düşmesi ve partisinden istifa eden milletvekilinin o tarihte mevcut bir siyasi partiden aday olması engelleyen hükümler, 4121 sayılı Kanunun 9. maddesi ile yapılan Anayasa değişikliği sonucunda yürürlükten kaldırılarak, milletvekilinin siyasi partisinden istifa edip bir başka siyasi partiye geçmesinin önü açılmıştır. Bu nedenle; milletvekilinin siyasi partisinden istifa ederek bir başka partiye geçmesinin önünün ancak Anayasa değişikliği ile kapatılabileceği, çünkü bu konu daha önce Anayasada düzenlendiğinden, geçiş yasağının kanunla getirilmeyeceği, tekrar yasak getirilirken usulde paralellikten vazgeçilmemesi gerektiği fikri ileri sürülebilir.
Bu düşünceye katılmadığımızı belirtmek isteriz. Her ne kadar Anayasa hükümleri, Anayasada değişikliğe gitmenin zorluğundan dolayı daha teminatlı ise de, seçim barajı, ön seçim ve milletvekili transferi gibi konuların Anayasa dışında kanunla düzenlenmesine mani bir hüküm Anayasada bulunmadığından, milletvekilinin başka siyasi partiye geçişine yasak veya sınırlama getirilebilmesi için Anayasa değişikliği gerekmediğinden ve bu yönü ile Anayasaya aykırılık doğmayacağından, 584 karar numaralı Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğü’nde ve 2839 sayılı Milletvekili Seçimi Kanunu’nda yapılacak değişikliklerle, milletvekilinin siyasi partisinden istifa etmek veya ettirilmek suretiyle bir başka siyasi partiye geçmesi, daha sonra eski siyasi partisine dönmesi ve yapılacak seçimlerde tekrar aday gösterilmesinin önüne geçilmesi mümkün olabilir. Böylece, siyasi hayata ve siyasi partilerin Mecliste bulunan üye sayılarına demokratik olmayan yöntemlerle müdahale edilmesinin önüne geçileceği ileri sürülebilir.
Yürürlükte olan Anayasa m.84/1’de; istifa eden milletvekilin istifasının geçerli olabilmesi için Meclis kararı aranmış, fakat milletvekilliğinden değil de partisinden istifa etmek suretiyle başka bir siyasi partiye giren milletvekilinin hukuki durumu konusunda hüküm öngörülmeyerek, milletvekili geçişi mümkün kılınmıştır. Milletvekili geçişinin siyasi etiğe uygunluğu tartışılsa da kanuni engeli bulunmamaktadır. Bununla birlikte, bir başka siyasi partiye geçmeyip de milletvekilliğinden istifa eden milletvekilinin istifasının geçerli olabilmesi için Meclis kararı gereklidir. Anayasa m.84’ün eski ve yeni şeklinde; milletvekilliğinden istifanın geçerliliği, istifa eden milletvekilinin iradesine bırakılmayıp, Millet Meclisinin bu istifayı uygun bulması şartı arandığından, Meclis kararı olmadıkça istifa geçerli olmayacaktır.
Gerçi; genel seçim barajı, seçim sistemi, ön seçim, parti içi demokrasi gibi konularda yaşanan sorunlar çözüme kavuşturulmadıkça, sırf milletvekili transferini önlemeye veya yeni kurulan siyasi partinin seçime girebilmesi için şartları zorlaştırmaya yönelik düzenlemeler, demokratikleşmeyi güçlendirmekten ziyade “seçim kazanma” amacına hizmet edecek ve toplumda da bu şekilde algılanacaktır.
“Seçme, seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakları” başlıklı Anayasa m.67’nin son fıkrasına göre, “Seçim kanunlarında yapılan değişiklikler, yürürlüğü girdiği tarihten bir yıl içinde yapılacak seçimlerde uygulanmaz”. Seçim kanunlarında yapılacak değişiklerin uygulanabilme zamanını sınırlayan bu hüküm; 16 Nisan 2017 tarihli Anayasa değişikliği ile Anayasaya eklenen Geçici m.21’nin son fıkrası sebebiyle, 24 Haziran 2018 tarihinde ilk kez birlikte yapılan milletvekili genel seçimi ile Cumhurbaşkanlığı seçiminde tatbik edilmemiştir. Ancak Anayasa m.67’nin son fıkrası şu an yürürlükte olup, seçim kanunlarında yapılacak değişiklikler, yürürlüğü tarihten itibaren bir yıl içinde yapılacak seçimlerde uygulanmayacaktır. Burada amaç; seçim kanunlarına müdahale edilmesi suretiyle seçme, seçilme ve siyasi faaliyette bulunma haklarının aleyhine kanun çıkarılmasının önüne geçilmesidir. Seçim kanunlarında değişiklik; seçme, seçilme ve siyasi faaliyette bulunma haklarının lehine de yapılsa sonuç değişmeyecek, bir yıllık uygulanma yasağı varlığını koruyacaktır
Hits: 2858