Ekim ayı barolarda seçim ayıdır.
Avukatlık Kanunu gereğince avukatlar, her iki yılda bir toplanan baro genel kurulunda, bağlı oldukları baroların yöneticilerini ve Türkiye Barolar Birliği delegelerini seçiyorlar.
Baro Genel Kurullarının toplanabilmesi için, 30 gün öncesinden duyuru yapılması ve kayıtlı avukat sayısının yarıdan bir fazlasının belirlenen günde toplantıya katılması gerekiyor. Eğer ilk toplantıda çoğunluk sağlanamazsa, 15 günü geçmeyecek bir süre içinde yapılacak ikinci toplantıda baro genel kurulunun yapılabilmesi için; üye sayısı 60 a kadar olan barolarda üçte bir, 400 e kadar olan barolarda beşte bir ve üye sayısı 400 avukatı geçen barolarda ise %10 oranında avukatın toplantıya katılması yeterli oluyor.
Özellikle üye sayısı dört yüz avukattan fazla olan barolarda ilk toplantı gününde baro genel kurulları toplanamamakta, bu kadar düşük oranlara rağmen, ikinci toplantılarda dahi toplantının başlatılabilmesi için özel gayret gerekmektedir.
Örneğin, 13.438 üyesi bulunan Ankara Barosu Genel Kurulu ilk toplantı tarihi olan 9 Ekimde çoğunluk sağlanamadığı için yapılamamış, 16 Ekim 2016 tarihindeki ikinci toplantıda ise toplantı çoğunluğu ancak saat 16.00 sıralarında sağlanabilmiştir.
Ayrıca baro genel kurullarına katılım zorunlu olmasına ve katılmayan ve oy kullanmayanlar için para cezası öngörülmüş olmasına karşın Ankara Barosu Genel Kuruluna her dört avukattan birisi katılmamış, geçersiz oy kullananlar da dikkate alındığında katılmayanların oranı %29 u bulmuştur.
Benzer durum İzmir Barosu genel kurulunda yaşanmıştır. 7.250 üyesi bulunan İzmir Barosu Genel Kuruluna katılmayan avukat oranı %31 dir. Bu oran, geçersiz kullanılan oylarla birlikte neredeyse %33 e ulaşmaktadır.
22/23 Ekim tarihlerinde yapılan İstanbul Barosu Genel Kuruluna da avukatların ilgisi düşüktü. 36.483 üyesi bulunan Genel Kurulda 23.921 avukat oy kullandı. 12.562 avukat ise oy kullanmadı. Tartışmaların yapıldığı birinci gün genel kurula katılmayan avukat sayısının daha fazla olduğunu tahmin etmek güç değil. Bu sayı, Türkiye’deki tüm avukatların %13, İstanbul Barosuna kayıtlı avukatlarının ise yaklaşık %35 oranını oluşturmaktadır.
Geçen yıl, beş yüze yakın avukatı olan bir baronun genel kuruluna katılmıştım. Genel kurulun başlayabilmesi için gerekeli çoğunluk, ikinci toplantı günü olmasına rağmen ancak öğleden sonra bulunabilmişti. Daha ilginci, genel kurulda başkan adaylarından başka hiç kimse söz alıp konuşmamıştı.
Katılım eksikliği veya ilgisizlik sadece baro genel kurullarıyla sınırlı değil. Hukukla, yargıyla, avukatlarla ilgili hemen her konuda benzer ilgisizlik yaşanıyor.
Acaba neden, iki yılda bir yapılan baro genel kurullarına avukatlar yasak savar bir anlayışla geliyorlar, oy kullanarak görevlerini yapmış kabul ediyorlar ve sınırlı sayıda avukat dışında kimse hiçbir şeyi sorgulamıyor?
Ülkenin içinde bulunduğu OHAL koşullarında, özellikle hukukun üstünlüğünün dibe vurduğu bir ortamda, yargının bağımsızlığını yitirerek bürokrasinin bir parçası haline geldiği, adil yargılanma koşullarının ortadan kaldırıldığı, hak aramanın neredeyse imkansızlaştığı, siyasal iktidarın avukatlık mesleğini yok saydığı, mesleğin onur ve saygınlığına aldırmadığı şimdiki zamanlarda bu ilgisizliği nasıl açıklamalıyız?
Avukatlar, aynı zamanda geçim kaynakları olan mesleklerini niçin bu kadar ihmal etsinler?
Yılgınlık, bezginlik, yenilmişlik duygusunu üreten nedir?
İki olasılık düşünülebilir, avukatlar ya;
Ülkede yargı adına her şey mükemmel, adil yargılamadan ödün verilmiyor, hukuk zaten tıkır tıkır işliyor, yargı bağımsızlığına toz kondurulmuyor, halk, ‘ülkemin yargıçlarına güveniyorum’ diyor, avukatların saygınlığı en üst düzeyde, baro yönetimlerine seçilen yöneticiler ufak tefek sorunları kaldırmak için canla başla çalışıyorlar, diye düşünerek tepki gösterecek bir durum görmüyorlardır.
Ya da; böyle gelmiş böyle gider, bu ülkede hiçbir şey değişmez, artık yapılabilecek bir şey kalmadı, ben tek başıma ne yapabilirim ki, başıma belaya sokmak istemiyorum, bana ne, anlayışıyla bir şey yapılmayacağını düşünerek eylemsizliği seçiyorlardır.
Seçenekleri çoğaltabiliriz. Bu yazıyla dikkat çekmek istediğim husus; baro genel kurullarına ve tüm olup bitenlere karşı avukatlardaki genel ilgisizliğin ve boş vermişlik duygusunun nedenleri üzerinde herkesi düşünmeye davet etmek.
Ben yaşanan bu olguyu, demokratik kültür ve siyasal bilinç eksikliği sorunu olarak görüyorum. Sorunun çözümünün de bu çerçevede aranması gerektiğini değerlendiriyorum. Ayrıca, sonuç üzerinde etkisi olabileceği varsayılan tüm sosyo - psikolojik nedenlerin de araştırılmasını öneriyorum.
Eğer böyle ise, sorun demokratik kültür sorunu ise Ülkemizde, demokrasiyi oy vermeye indirgeyen hakim anlayışın, bir geleneğe dönüşerek, avukatlar bakımından da aynen geçerli hale geldiğini görmemiz ve kabul etmemiz gerekiyor.
Bunun içindir ki, baroların en büyük karar organı olan genel kurullar tartışma, konuşma ve sorgulama zemini olmaktan çıkmakta, sadece seçim yapmaya endeksli bir platforma dönüşmektedir. Genel kurullarda, ülkedeki hukukun içinde bulunduğu durum, yargı ve meslek sorunları yeterince tartışılmamakta, kararlar alınamamakta, tavsiye niteliğinde alınan kararları da seçilen yönetimler önemsememektedir. Sen-ben kavgasının ötesine geçmeyen tartışmalar ise itici ve yıpratıcı olmaktadır. Kaldı ki, büyük barolar için sağlıklı bir tartışma ortamı yaratmak fiziki olarak mümkün olmadığı gibi, genel kurullara ayrılan zaman bakımından da bu mümkün gözükmemektedir. 36.500 avukattan oluşan İstanbul Barosu, ya da Ankara, İzmir gibi büyük baroların genel kurulları için bir mekan bulunması dahi mümkün değildir. Ayrıca, büyük kalabalıklarla tartışma, konuşma ve düşünce üretme olanağı da zaten yoktur. Üstelik ve ne yazık ki, büyük barolarda, belli siyasal eğilimler çevresinde oluşan grupların iç işleyişi de demokratik kurallara uygun değildir.
Sonuçta baro genel kurullarında, siyasal tercih ve taraftarlık öne çıkmakta, düzeyli tartışmaların yapılacağı zemin yaratılamamakta, hukuk, yargı ve avukatlığın somut sorunları geri planda kalmakta, genel kurullar, oligarşik yapıdaki grupların şov alanına dönüşmektedir.
Bu durum kabul edilebilir değildir.
İki yılda bir toplanan baro genel kurullarını, sadece yöneticilerin seçildiği bir mekanizmaya dönüştüren anlayışın, ya da ortaya çıkan pratiğin altında yatan nedenleri araştırmak, ilgi ve katılımı artıracak çareleri bulmak zorundayız.
Çünkü avukatların, meslekleriyle ilgili olarak yaşadıkları sorunlara, avukatlığın geleceğine, hukukun içine düştüğü duruma, yargı sistemindeki yozlaşmaya, adil yargılanmanın engellerine tümüyle kayıtsız kaldıklarını varsayamayız. Böyle bir varsayım eşyanın tabiatına aykırıdır.
Dolayısıyla, anti demokratik bir süreç sonucu oluşan ve kendini tekrar eden mevcut tabloyu yaratan nedenleri bulmak baro yöneticilerinin ve avukatların görevi olmalıdır.
Yaşanan ilgisizliğe aynı kaygısızlıkla yanıt verip sorunu görmezden gelmek, eksik demokrasiye ve genel anlamda niteliksizliğe razı olmak demektir. Bu ise tarihin diyalektiğine, avukatlığın özüne ve entelektüel tutuma yakışmayacaktır.
Sorun, avukatlar ve baro yönetimleri açısından ayrı ayrı ele alınmalıdır. Avukatlar yönünden bakıldığında;
Acaba avukatlar konformist bir anlayışla mı hareket ediyorlar? Rahatlarını bozmak mı istemiyorlar?
Kendilerini ifade edecek zemin bulmakta zorluk mu çekiyorlar?
Vekalet savaşlarının moda olduğu çağımızda, meslek işlevine de uygun olarak, yöneticileri seçip onlara vekalet vererek sorumluluktan kurtulduklarını mı düşünüyorlar?
Özellikle avukat sayısı çok olan barolarda, yöneticilerle, tabandaki avukatlar arasında yabancılaşma mı ortaya çıkıyor? Oligarşinin tunç kanunu mu devreye giriyor?
Ülke genelinde yaratılan korkudan avukatlar ders çıkartıp, eylemsizliğe mi bürünüyorlar?
Öğrenilmiş çaresizliğin pençesine mi düştü avukatlar?
Sayılan olasılıkların her birinin ortaya çıkan tabloda payının bulunduğu öngörülebilir bir durum, peki baro yöneticilerinin bu konudaki sorumlulukları nasıl açıklanmalı?
Baro yöneticilerinin demokratik inançlarında, seçildikten sonra bir zayıflık mı ortaya çıkıyor?
Ya da demokrasi kavrayışları başından beri, çoğulcu, katılımcı bir anlayıştan uzak mı?
Artık seçildiğimize göre her şeyi biz bilir, her konuda biz karar veririz mi deniliyor?
Kariyerizm hastalığına kapılan yöneticiler değişime, yeniliğe ve katılımcı anlayışa, eleştiriye kendilerini mi kapatıyorlar?
Barolarla avukatlar arasında etkileşimli bir iletişim kurulamıyor mu? Simetrik, diyaloğa dayalı iletişim yerine, dayatmacı tek yönlü bir ilişkiden mi rahatsız avukatlar?
Hukukun soyut erdem ve değerlerinden çok, fiziki şatafatı öne çıkartarak; baroların, Avukatlık Kanunun 76. Maddesinde yer alan ‘çalışmalarını demokratik ilkelere göre sürdüren kamu kurumu niteliğinde meslek kuruluşu’ olduğunu mu unutuyor yöneticiler?
Baro yöneticileri, seçilerek kazandıkları statüyü hiyerarşiye dönüştürerek demokratik diyalogu mu ötelemektedirler?
Bu tür olasılıkların her birinde gerçeklik payı olduğu çok açık. Bu nedenle yaşanan olumsuzlukta baro yönetimlerinin payının herhangi bir avukatla eşitlenemeyecek düzeyde olduğunu kabul etmek gerekiyor. Üstelik günümüz teknoloji olanakları, baro yönetimlerine, herhangi bir konuda tutum takınırken, karar verirken, bütün avukatlara danışma ve görüşünü sorma, düşüncesini kısa sürede alma imkanını sağlayabilmektedir.
Barolar, hukukun önder ve öncü kurum ve kuruluşlarıdır. Baro yöneticilerinin hukuka, yargı bağımsızlığına, adil yargılanmaya, adaletli bir yargı düzeninin kurulup sürdürülmesine, avukatın varlığına ve saygınlığına karşı görev ve sorumlulukları herhangi bir avukatın rolüyle bir tutulamaz. Baro yöneticileri bu konudaki görev ve sorumluluklarını yerine getirirken kuşkusuz, gücünü avukatlardan alacaktır, almalıdır. Aksi taktirde baroların tepkilerinde etkili olmaları mümkün değildir. Bu nedenle baro yöneticileri; insanın diğer kişilerle, toplumla, kendi doğal ortamıyla ilişkisini bozup parçalayan yabancılaşmayı, avukatla baro arasında oluşan gerilimi ortadan kaldıracak yöntemler geliştirmelidir. Birbirini besleyen, iki yönlü iletişim biçimini hayata geçirmelidirler.
Aksi taktirde, böyle gelmiş böyle gidecekse, olduğu kadar olacaksa, ortaya çıkan tablodan kimsenin şikayete hakkı yoktur.
Sorgulamayan avukatların, kendilerini ‘takmayan’ baro yöneticileri olur.
Avukatlarla bağını koparmış baro yöneticilerinin de kumdan kaleleri.
Bu süreç bizi, kendisine saygısını yitirmiş avukata, içi boş baro binalarına götürür.
Ülkeyi kolaylıkla yönetmek isteyen yöneticilerin arayıp bulamadığı bir durumdur bu: ilgisiz avukat, suskun baro.
Sonuçta göstermelik bir yargı sistemi ortaya çıkar. Bu ise avukatlığın ahlakına sığmaz.
Filozof Kant’ın mezar taşında şunlar yazar: Üzerinde düşündükçe iki şey insan ruhunu hep yeni ve gittikçe artan bir hayranlık ve saygıyla dolduruyor: üstümdeki yıldızlı gök ve içimdeki ahlak yasası.
Av. Başar YALTI