Eğitimde gericileşme röportaj dizisi 2/ Yrd. Doç. Dr. Ebru Aylar: Dinselleşmenin asıl hedefi işçi sınıfı aileleri

~ 08.03.2016, Yeni Yaklaşımlar ~
Eğitimde yaşanan gerici dönüşümü ve mücadele yollarını masaya yatırdığımız röportaj dizisinin ikinci konuğu Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi öğretim üyesi ve aynı zamanda Üniversite Konseyleri Derneği Başkanı Yrd. Doç. Dr. Ebru Aylar oldu.
Gökçen Düzkaya
Salı, 08 Mart 2016 10:09
?

Eğitimde dinselleşmenin izleri müfredat değişiklerinde rahatlıkla izlenirken, gerici ve piyasacı uygulamalar da öğretmen kimliğinin köklü dönüşümüne sebep oldu. Gericilikten en çok payı alan eğitim fakülteleri aydınlanmacı öğretmen yetiştirilmesine müdahale ederken öğretmenler sınıf içinde teknik eleman olarak kurgulanıyor. 

Bugünkü röportajımızda  Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Ebru Aylar ile öğretmenin köklü dönüşümünü konuşacağız.

Üniversitelerin, en çok da eğitim fakültelerinin gericilikten payını aldığını biliyoruz. Öncelikle değişen öğretmen kimliğinden bahsedebilir misiniz?

Aslında bu bahsettiğiniz pay çok boyutlu, öğretmen kimliğindeki dönüşüm çıktılardan sadece birisi diyebiliriz. Eğitim sistemi bir toplumu şekillendirmede kullanılabilecek en etkin araçtır. Her ne kadar dinci gerici saldırının gövdesinin büyüklüğünü daha yakın bir tarihsel kesitte net olarak görmüş olsak da, eğitim sistemine ilişkin yapılanma önceden başladı. Hatta ben tarihi biraz daha gerilere götürerek bu sorunu 1997 yılındaki eğitim fakültelerini ilgilendiren YÖK yapılanmasına da dayandıracağım, daha doğrusu bu sürecin şu anki dinselleşme hamlelerini kolaylaştırdığını belirteceğim. Ayrıntılarına çok girmemekle birlikte eğitim bilimleri bölümlerinin lisans programlarının kapanması ile somutluğa yansıyan bu süreç aslında öğretmen yetiştirme programlarının içeriğinde de büyük etkiler yaratmıştır. 97 hamlesi öğretmen yetiştirme sürecinin eğitim bilimsel altyapıdan uzaklaştırılarak daha teknisist bir içeriğe ulaşmasını hızlandırmıştır. Eğitim alanı var olan sosyal gerçeklik içerisinde anlam kazanan, bu gerçekliğin belirleniminin dışında ele alamayacağımız aslında siyasal bir alandır. Yani bir öğretmen olarak siz “öğrencilerim hangi sosyal, sınıfsal belirlenimden gelirlerse gelsinler ben tüm bunlardan bağımsız, bu farklılıkları ortadan kaldıran bir öğretim süreci yaratabilirim ve öğrencilerim arasındaki eşitsizlikleri giderebilirim” diyemezsiniz. Öğretim yöntem / metotları veyahut kullanacağınız öğretim materyalleri bu kudrete sahip değildir. Ama biz bugün eğitim fakültelerinde öğrencilerimize aynen bu içeriği sunuyoruz. Onları eğitim alanının sosyal, felsefi, politik veya tarihsel okumasından uzak tutarak, yani eğitimbilimleri alanına çok az temas etmelerini sağlayarak mezun ettiğimiz öğretmen adayları dünyayı, sosyal gerçekliği kavramaktan ve eğitimi bunun içerisinde ele almaktan da dolayısıyla uzak duruyor. Bu farkındalık eksiği öğretmen adayını daha savunmasız kılarken, öğretmenlik mesleğini “ben sadece kendi işimi yapar dersimi anlatırım” ile de sınırlı tutuyor.

Gericilik bu savunmasız konuma çok rahat sirayet edebilmiş durumda. Bakın eğitim fakültelerine bilinçli olarak yığınak yapan cemaatlerin varlığına değinmiyorum henüz. Gericilik bu alanda uzun süredir örgütlü ve örgütlenmeye de devam ediyor. Bilimsel alana yönelik saldırılara ek olarak, gericiliğin bu saldırılarını mesleki yaşantısı içerisinde, ilk – ortaokul veya lise düzeyinde sürdürmeye aday bir neslin yetiştirilmesi için örgütleniyorlar. Ama benim işaret etmek istediğim asıl şey,  örgütlü gericiliğin dışında yer alan öğretmen adaylarını zor bir sürecin beklediği. Gericilik sarmalına bulanmış müfredat ve uygulamalar onları karşıladığında bu sürece karşılık üretebilecek yeterli mesleki donanıma veya toplumsal farkındalık geliştirme yetisine sahip olamamaktalar ne yazık ki.

Meslek hayatına atıldıklarında ise başka bir sarmal ile karşılaşmaktalar. Öğretmen kimliğini var olan merkezi sınavlarda başarıya odaklanan, kendilerine sunulan öğretim sürecini aynen uygulayan, sorgulamayan nitelikte bir öğretmen sarmalı.

Arada bilimsel alana yönelik olan saldırılara da değindiniz. Öğretmenler bu ve benzeri ne tür saldırılarla karşılaşmaktalar meslek hayatlarında?

Bence öğretmenlerin ve hatta bizlerin, akademisyenlerin de göğüsleyemediği ilk saldırı 2004 yılında gerçekleşen müfredat değişikliği oldu. Ezbere öğrenmenin reddi, anlamlı öğrenmenin sağlanması, öğrenci merkezli öğretim vb. şekildeki güzellemelerle birlikte hayatımıza sokulan yapılandırmacı yaklaşım aslında bilimsel bilginin reddine zemin hazırlayan büyük bir tehlikeyi de beraberinde getirdi. Bu tehlike perde arkasında kaldı, ortaya çıkarılamadı ama üzerine çok şey de yazıldı çizildi. Kastettiğim yapılandırmacı yaklaşım ile müfredatın temel felsefesinin bilginin göreceli kılınması üzerine dayanan bir bilgi felsefesine dayanmış olduğudur. Evet bilginin edinilmesi / öğrenilmesi bireysel farklılıklar taşır ve öğrenme bireye göre farklılaşır. Ama yapılandırmacılığın asıl tehlikesi bilgi felsefesine dair söyleminde taşır, yapılandırmacılık nesnel bilgiyi reddeder, göreceli kılar ve bilgiyle bilgi olmayanı ayırmaya dönük geçerli dayanakları ortadan kaldırır. Artık bilimsel bilgi ile herhangi bir inanç eşdeğerde sayılabilmektedir. Bence dinselleşme başlığında eğitim alanına yönelen en önemli saldırı bu olmuştur. Evrim teorisinin müfredat dışı bırakılarak, “yaratılış” şeklindeki inançlara ağırlıklı olarak yer verilmesi, zorunlu din derslerinin artırılması ve daha erken yaş kuşaklarına indirilmesi, dini içerikli seçmeli derslerin neredeyse zorunlu kılınması, liselerin imam hatiplere dönüştürülmesi görünür bir biçimde eğitim sürecinin dinselleştirilmesi anlamını taşımaktaydı. Ama zaten 2004 den beri, yani 12 yıldır AKP yapılandırmacı yaklaşım ile tüm müfredatı dinselleştirerek okullarımızı tamamen imam hatipleştirmekteydi. Bu süreçte ilkokula başlayan birisini düşünün, mezun oldu ve şu an üniversitede. Matematik, tarih, sosyal bilgiler gibi tüm derslerinin etkisiyle şu an bilimsel bilginin varlığını kolaylıkla reddedebilecek bir ön öğrenmeye sahip. Tam da bu nedenle biyoloji veya genetik bölümlerinden mezun bir öğrenci evrim kuramına dair görüşleri sorulduğunda “evrime inanmıyorum” diyerek, bilimsel bilgiyi inanç düzleminde ele alabiliyor. Farkındalık ne oranda bilmiyorum ama bu sonucun ortaya çıkmasında öğretmenler de pay sahibi. Yapılması gereken şey öğretim sürecine yüklenen bu gerici politik misyonun farkındalığının artırılmasını sağlayarak, tutum almak.

Farkındayım tutum almak kolay değil, dersinde evrim teorisine yer verdiği için pek çok öğretmen arkadaşımız soruşturma geçirdi, bazıları sürgüne maruz bırakıldı ama gericilikle mücadele öncelikle gericiliğin toplumsallaşmasında yapısal açıdan büyük misyona sahip eğitim alanından başlamak önem taşımakta. Direnişin gerek eğitim alanı içerisinde, gerekse dışında örgütlenmesi gerekmekte.

Evet, buraya geleceğiz ama öncesinde uzunca zamandır süren gerici müdahaleler ve piyasacı anlayışın öğretmenin sınıf içi konumunu ne yönde değiştirdiğine biraz değinmenizi istesem?

Öğretmenin toplumsal konumu, ağırlığı senin de değindiğin üzere gerici ve piyasacı bir yaklaşım temelinde uzun süredir erozyona uğratılmakta. Burada en başta bahsettiğim öğretmen adayı yetiştirme sürecinde, öğretmenin yetkinliğinde meydana gelen aşınmanın da etkisi var. Öğretmen toplumda sözü geçen, önem verilen, saygı duyulan bir figür olmaktan çıkarılarak, bir telefon hattı ile kolaylıkla şikayet edebileceğiniz, başarısını sadece öğrencilerinin merkezi sınavlarda elde ettiği sonuçlarla ölçebileceğiniz bir kişi olarak algılanmakta artık. Öğretmenler sendikal eylemlere katıldıkları için haklarında açılan soruşturmalarla, aldıkları cezalarla veya AKP'nin okul müdürlerinin kendilerine yönelik sundukları eleştirilerle gündeme getirilmekte. Öğretmenler sessiz kalmadıkça iktidar tarafından azarlanan, baskılanan öznelerdir.

Gerici müfredat ve piyasa kıskacına alınan öğrenci ve velilerin durumundan da biraz söz eder misiniz?

Bugün eğitim veli ve öğrencilere ne sunuyor diye yorumlarsam bu soruyu, bilimsel bilgiden iyice uzaklaşan, merkezi sınavlar aracılığıyla eğitimde eleme işlevini acımasızca gerçekleştiren, bu olumsuz tabloya içeriği tamamen dinselleşen bir eğitim, özellikle seküler kaygı taşıyan veliler için iyi bir tablo çıkarmıyor ortada. Sanırım çocuğunu okula göndermemeyi tercih etmek hiç bu kadar gerçekçi bir seçenek olmamıştı bu aileler için. Maddi gücü olan veliler için özel okullara kaçış bu tablodan sıyrılmanın bir yolu haline gelmiş durumda. Trajik bir durum, Türkiye'nin dinselleşmesiyle bir sorunu olmayan sermaye sınıfı, özel okullar aracılığıyla bu sorunu yaşayan aileleri kapsayabilmekte bugün. Çözüm mü, değil? Dinselleşen bir toplumsallıktan ne kadar kaçabilirsiniz?

İşçi sınıfı aileleri için ise durum daha vahim. Dinselleşmenin asıl hedefi zaten onlar, gelir dağılımındaki derinleşen uçurum ve artan yoksullaşma sınıf üzerindeki dinci-gerici belirlenimi de artırmakta. Kaçamadığınız eğitim sistemi ve okullar ise bu belirlenimi iyice pekiştirmekte.

Eğitim sistemi aracılığıyla bir yandan gerici bir formasyona tabi tutuluyorsunuz, bilgiden uzaklaştırılıyorsunuz, bir diğer yandan ise geçemediğiniz merkezi sınavlar nedeniyle eğitim sisteminde ilerleyemediğiniz için o size sunulan fırsat eşitliğini değerlendirememiş bulunuyorsunuz. Yani, yine aynı noktadasınız. İçerisinde yer aldığınız sınıfsal konumda sabit durmakta, daha iyi bir mesleğe veya maaşa sahip olamamanız eğitimde ilerleyemeyişinize bağlanmakta. Sınıf atlayamamış olmanız, sizin başarısızlığınız kaynaklı olarak değerlendirilmekte. Halbuki her yıl bir iki başarı örneği gazetelerde yer almaktaydı, örneğin köyde tarlada çalışırken tıp fakültesini kazanan lise öğrencisi gibi. Eğitim sisteminde ilerleyebilirliğin, sınıfsal aidiyetten, sahip olunan olanak / olanaksızlıklardan bağımsız ele alınışı, toplumsal eşitsizliğin eğitimdeki uzantısını,  eğitimde eşitsizliği yeniden üreten bir söylev olarak çıkmakta karşımıza. Tüm bunlar bir arada değerlendirildiğinde, gericiliğe ve sınıfsal aidiyetine mahkum kılınan bir kuşak çıkmakta karşımıza. Bu sayede de toplumsal eşitsizlikler gericilik harmanıyla yeniden üretilmekte, bilimsel akıldan uzak bir nesil yetiştirilmeye çalışılmakta.

Son olarak toplumsal çürüme olarak adlandırabileceğimiz bu bilgiden yoksun bırakılma halini ele almak istiyoruz. Sizce toplumsal çürümeye karşı nasıl bir hat örülmeli?

Önceki değerlendirmelerimde kısa kısa değinmeye çalışmıştım aslında, evet doğru bir noktaya ulaştık. Bugün eğitim alanında yaşanan dinci-gerici, piyasacı dönüşüm toplumu çürütmekte. Bu çürüme bilimsel akıldan uzaklaşıldıkça büyümekte. Öncelikle bilimsel olana sahip çıkmak, bu alana yönelik saldırılara karşı gelmek gerekir. Bu da dinselleşme sürecini karşımıza almak demektir. Okullarımızın imam hatip okullarına dönüştürülmesine, derslerin içeriğinin bilimsellikten uzaklaştırılmasına, bilimsel bilgi ile dinsel dogmaların eş değerde tutulmasına "artık çok geç oldu" demeden karşı durmak gerekir. Bu doğrultuda okullarımıza, öğrencilerimize ve aslında geleceğimize veli, öğrenci veya öğretmen olarak sahip çıkmak gerekir. Sohbetimizde bir ara direnişin gerek eğitim alanları içerisinde, gerekse dışında örgütlenmesi gerekmekte demiştim, bu direnişleri geniş bir toplumsallıkla hayata geçirmek örneğin mahallemizdeki lisesin İmam Hatip Lisesi'ne dönüşümünü mahallece engelletmek gerek, ya da çocuğumuza dayatılan derslerin içeriklerinden rahatsız isek bu dini içerikli dersleri çocuğumuza aldırmamakta kararlı olmak, bu kararlılığı diğer velilere de yaymaya çalışmak gerek. Yakın bir dönemde çağrısı bizlere ulaşan Gericiliğe Karşı Aydınlanma Hareketi benim zihnimde tam da bu noktaya oturmakta. Gericiliğe karşı tepkiyi, mücadeleyi eğitim alanında daha fazla zaman kaybetmeden büyütmek lazım. Dinselleşmeye karşı olan duyarlılıkları bir araya getirmek, farkındalığı artırmak ve eğitim sistemini bu belirlenimden çıkarmak için mücadele etmek toplumsal çürümeye karşı da önemli bir hat oluşturacaktır.

 

solhaber

Hits: 1011