Hüseyin KELEŞ - ÖZGÜR DÜŞÜNCE GAZETESİ - Türkiye’de, son yıllarda, en fazla zikredilen unsurlar hiç kuşkusuz ‘Hukuk’ ve ‘Anayasa’ oldu. Hemen her gün bir Anayasa suçu işlendiği ortamda, ‘Nereye gidiyoruz’ sorusunun sorulması en doğal sonuç olarak karşımıza çıktı.
En büyük eksik ise süreci bağımsız bir bakış açısı ile değerlendirebilecek hukukçuların yokluğuydu. Tabii ‘Böyle isimler hiç yok’ diyemeyiz. Bu isimlerden biri de Anayasa hukukçusu Prof. Dr. İbrahim Kaboğlu. Görev yaptığı, Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ndeki odasında misafiri olduğumuz Kaboğlu, son birkaç yılın analizini, askeri dönemlerle de kıyaslayarak yaparken, önerileri hukuk açısından geleceğe ışık tutacak nitelikte.
İÇ GÜVENLİK YASASI ANAYASA’YA AYKIRIYDI
Hemen her gün farklı bir olayda Anayasa suçu işleniyor. Türkiye’de Anayasa suçu işlemek ya da Anayasa’ya aykırı hareket etmek neden bu kadar kolaylaştı ve yaptırımdan yoksun hale geldi?
Anayasa’nın 11. maddesi Anayasa’nın normatif değerini, bağlayıcılığını, üstünlüğünü ifade ediyor. Buna saygı göstermemenin yaptırımları farklıdır. Yasama organı Anayasa’ya aykırı bir yasa oylayabilir. Bunu bilerek ya da bilmeyerek yapabilir. Yaptırımı nedir? Anayasa Mahkemesi. Mesela İç Güvenli Yasası, Anayasa Mahkemesi’nin önünde. Biz bu yasaya Anayasa’ya aykırıdır dedik. Anayasa’ya açıkça aykırı olduğu bilindi-ği halde oylandı. Burada bir türlü sayıya indirgenmiş demokrasi ile Anayasa’nın üstünlüğü ve hukuk kültürü arasındaki çatışmaya tanık oluyoruz. Bu, aynı zamanda hukukun ve demokrasinin geliş-me eşiğini gösteriyor. Bu olmayınca Anayasa Mahkemesi devreye giriyor.
AYM’DEN ÖNCE ATI ALAN ÜSKÜDAR’I GEÇİYOR
Anayasa Mahkemesi devreye giriyor ama yasa da yürürlüğe giriyor?
Evet, burada Anayasa Mahkemesi’ne ne zaman götürüldüğü önemli. O yasa, Anayasa Mahkemesi’ne ancak yürürlü-ğe girdikten sonra götürülebiliyor. Mesela Fransa başta olmak üzere birçok Avrupa ülkesinde metin oylanır, yürürlüğe girmeden önce Anayasa Mahkemesi’ne götürülür. Bizde sonradan denetim var. Mekanizma sonradan gelirse, ‘Atı alan Üsküdar’ı geçmiş’ olur.
YASA HAKLIYSA SURUÇ NEDEN YAŞANDI
Dershane meselesinde de öyle olmadı mı?
Anayasa Mahkemesi’nin kanun yürürlüğe girmeden önce denetim yetkisi olsaydı, dershanelerle ilgili yasa, Anayasa Mahkemesi’ne önceden götürülecekti. Hükümet de inisiyatif kullanamadan Anayasa’ya saygı mekanizması işletilebilecekti. Varsayalım ki İç Güvenlik Yasası’nda haklılardı. Bu paketin yürürlükte olduğu 8-9 ayda meydana gelen şiddet ve ölüm sayısını bilmiyoruz. ‘Bu yasayla güvenliği sağlayacağız’ diyorlardı. Yasanın gerekçelerini dikkate aldığımızda Suruç katliamının, Ankara katliamının yaşanmaması, Tahir Elçi’nin katledilmemesi gerekirdi. Hani güvenlik için bu yasayı çıkarıyordunuz. Bir gün yeni bir Anayasa yapılırsa, benim önerim Anayasa Mahkemesi’nin önceden denetimi öngörülsün. Anayasa Mahkemesi’ne başvuru yetkisini ana muhalefetle sınırlamayın. 10 milletvekili de başvurabilsin.
HAKİM BAĞIMSIZLIĞI YOK
Hukuk denince akla ilk gelenlerden biri de hakimlerin kararlarından dolayı, savcıların da yürüttüğü soruşturmalardan dolayı tutuklandığına şahit olduk. Var mı örneği bunların?
Hakimler kararlarıyla konuşur. Hakim de insandır ve tutuklanabilir ama kararlarından dolayı bir hakimin tutuklanması herhalde akla en son gelecek bir şeydi. Bu, bir profesörün anlattığı ders için tutuklanması anlamına gelir. Bir profesör suç işleyemez mi salonda? İşleyebilir. Ama Anayasa hukuku anlattığı için tutuklanması başka bir şey. Hakimin kararı nedeniyle tutuklanması bütün yurttaş-ları olduğu gibi, hakimlerin yetişmesine katkıda bulunan bir öğretim üyesi olarak benim için de ürkütücü bir durum. Kabul edilmemesi gereken bir durum. Ürktüm. Bir savcı iddianame hazırladığı için, bir hakim verdiği karardan dolayı hapse atılıyorsa orada biz hakim bağımsızlığından, savcı teminatından söz edemeyiz.
YARGI GÜÇ DENGELERİNİN DÜMENİNDE
Yargının son dönemde çok fazla siyasetin dilini kullanmaya başladığı yönünde söylemler var. Katılır mısınız?
Maalesef kararları okuduğumuz zaman bunu siyasal konjonktürden çok etkilendikleri ve siyasal konjonktürün ortaya çıkardığı güç dengelerine göre karar verdiklerini üzülerek, tedirgin olarak, kaygı duyarak izliyorum. Bu kadar alt üst oluş, yargının bu denli günlük güç dengelerinin dümenine girmesi, askeri dönemde bile olmamıştı.
DAVUTOĞLU O MANZARADAN ÜRKMELİ
Tahir Elçi’nin öldürüldüğü manzaraya tanık olduk. Orada hukuk yok. Orası hukukun bittiği yerdir. Dolayısıyla hukuk yoksa devlet de yok. Orada biz silahları görüyoruz. Tartışma şu: Tahir Elçi suikasta mı kurban gitti yoksa kaza kurşuna mı? Bunu uzmanlar araştırsın ama fark etmiyor ki. Suikast da olsa kaza kurşunu da olsa iki şey değişmiyor. Bir Tahir Elçi geri gelmiyor iki hukuksuz ortam olgusu. Bu durumdan aslında öncelikli olarak hükümetin ve Davutoğlu’nun ürkmesi gerekir.
YAPILAN ANAYASA DEĞiŞiKLiKLERiNE BiLE UYULMUYOR
1980’lerin ortalarından bu yana konuşuluyor yeni Anayasa meselesi. Birçok değişiklik yapıldı ama henüz tam anlamıyla bir sivil Anayasa yapılamadı. 12 Eylül Anayasası iktidarların işine mi geliyor?
Bu önemli ve tam da benim üzerinde kafa yorduğum bir soru. 12 Eylül Anayasa’sı, aslında 1987 yılından 2010’a kadar yaklaşık 20 kez değiştirildi. Dolayısıyla karşımızda ilk metin yok. Yapılan deği-şikliklerin bir kısmı özgürlükler bakımından önemlidir. Bu yapılan değişikliklere saygı duyulsaydı Anayasa’yı başkalaştırdı diyebilecektik.
ÇIKARILAN YASALAR 12 EYLÜL’ÜN GERİSİNDE
Değiştirilen Anayasa maddeleri doğrultusunda, şu anda yürürlükte olanlar elden geçirilmeliydi. Cılız bir şekilde yapıldı. Birinci ve ikinci Anayasa uyum paketini Ecevit hükümeti çıkardı. Sonra AKP hükümetleri 4, 5, ve 6’yı çıkardı. Ama 2006’da tersine dönmeye başladı. Anayasa’nın öngördüğü yasal düzenlemeler tamamlanmadığı gibi, 2007’den itibaren tersi yönünde kanunlar yapılmaya başlandı. Yani Anayasası’nın da çok gerisinde kanunlar yapmaya başlandı. Uygulamalar da yasaların çok gerisinde.
Yani 12 Eylül Anayasası’nın gerisinde?
Tabii 12 Eylül’ün gerisinde. İç Güvenlik Yasası gibi bazı yasalar hem 12 Eylül’ün gerisinde hem de mev zuatın gerisinde. Sorunuzda ‘82 Anayasası iktidarların işine mi geliyor’ dediniz. 82 metni artık yok. Tortular var ama çok değişti. Aslında 82 metnini ülkeyi yönetenler benimsiyor. 2007’de yapılan deği-şiklik, yani ‘Cumhurbaşkanı halk tarafından seçilsin’ değişikliği, siyasal rejim açısından makul bir gerekçesi yok. Bu, aslında 82 Anayasası’nın ruhunu derinleştirici bir uygulama.
EN BÜYÜK TAHRiBAT HUKUKTA OLDU
HSYK meselesini es geçmeyelim. Malum referandumda yapının değişeceği söylendi. Siz geçtiğimiz yılki bir yazınızda HSYK’yı ‘Bakanın kurulu’ olarak ifade ettiniz. Nedir mevcut durum?
2010 değişikliğinde HSYK’nın yapısını değiştiriyorsanız, hiç değilse 61 Anayasası kadar demokrasi olsun. Yönelttiğimiz itirazlardan sonra ‘Siz hayırcısınız, statükocusunuz’ dediler. Sonra kendileri dedi ki, ‘Biz yanılmışız’. Yine Adalet Bakanı bu yapının başında, yine Bakan’ın müfettişleri yapının içinde. Yasalar değiştirildi, Anayasa Mahkemesi’ne götürüldü ama atı alan yine Üsküdar’ı geçmişti. Yani Adalet Bakanı’nın gözetimine sokuldu. Ben bu nedenle koalisyon hükümetini savunuyordum. Türkiye’de en büyük tahribat hukukta ve yargıda oldu. Hukuk ve yargıdaki tahribatın giderilmesi için büyük bir koalisyon gerekiyordu. Ama bu şans değerlendirilemedi. Aç dururuz ama hukuksuz duramayız.
KAYYIM ATAMA SÜRECİ MEŞRU DEĞİLDİ
Hukuk ve hukuksuzluk kadar dillerde olan bir kelime daha var: ‘Kayyım’... İpek Medya’ya atandı. Hukuk bu sürece nasıl bakar?
Kayyımın atanma, atanan kişiler ve atamadan sonraki kararlara baktığımız zaman, bunun mevzuatımız çerçevesinde ve kayyımlık kurumunun amacı açı-sından açıklanabilir, meşru görebilece-ğim, haklı görebileceğim bir uygulama değildi. 17-25 Aralık operasyonu sürecinin ortaya çıkardığı hesaplaşmanın bir tür intikamı sonuna kadar götürme işi bana çok kaygı verici geliyor.
17 ARALIK SONRASI MÜDAHALE LEKE OLUŞTURDU
17 Aralık sürecini hukuki açıdan izleme şansınız oldu mu?
17-25 Aralık’tan sonraki hukuki süreç, çok katmanlıydı. Esasen gördüğümüz şu oldu. 17-25 operasyonlarının ortaya çıkardığı dosyaların hukuk sürecine tabii tutulması yerine, hukuk ve yargı sürecinden alı-konulmak istendi, kaçırılmak istendi. Operasyon sonrası hükümetin yaptığı müdahale iki açıdan sorgulanmalı. Bir, o dosyaları örtme yoluna gidildi. Şaibeli oldu. Benim saatimin kaynağını kanıtlatma olanağı vermedi. Bunu ancak yargıç önünde kanıtlayabilirdi. Suçsuzluk karinesinden yararlanmasına engel olundu. İkincisi, 17-25 Aralık’tan sonra hukuka ve yargı-ya yapılan müdahaleler, hukuk devleti yolunda ciddi gedikler açtı, leke oluşturdu. Belki cemaat de yanlış yaptı, belki hükümet de yanlış yaptı ama hukuk zedelendiği için bu bilinemedi.
17 ARALIK DOSYALARI KAÇIRILDI
17-25 operasyonlarının ortaya çıkardığı dosyaların hukuk sürecine tabii tutulması yerine, hukuk ve yargı sürecinden alıkonulmak istendi, kaçırılmak istendi.
http://www.gercekgundem.com/guncel/173763/mahkemeden-urkuten-son-karar