Aç tavuğun darı ambarı rüyası gibi, Türklerin de ara sıra tekrarlanan Avrupa rüyaları vardır.
Bunun ilki, 2. maddesinde, Osmanlı Devleti’nin Avrupa Devletler Topluluğu’nun bir üyesi olarak, toprak bütünlüğünün ve bağımsızlığının Avrupa Devletleri’nin ortak garantisi altında olacağının belirtildiği 30 Mart 1856 tarihli Paris Antlaşması ertesinde görülmüş, bu boş rüyadan 3 Mart 1878 günü Ruslarla Yeşilköy’de Ayastefanos Anlaşması imzalanırken uyanılmıştır.
İkinci Avrupa rüyası daha komik olup, 17 Aralık 2004 tarihine rastlar. O tarihte yapılan Brüksel Zirvesi’nde Ankara ile AB üyelik müzakerelerinin 2005’te başlaması güya kararlaştırılmıştır.
Bu rüyadan Türkiye istiskal edilerek uyandırılmıştır.
Son olarak, AB’nin kendi için büyük tehdit olarak gördüğü göçmen krizine çözüm olarak, sığınmacıları Türkiye’de tutmayı öngören bir uzlaşmayı sağlamak üzere, 29 Kasım 2015 Brüksel Zirvesi’ni toplamasını da “Avrupa ile yeniden başlama” olarak yorumlayıp yeniden rüyaya dalanlar oldu.
***
Lafı uzatmadan söyleyelim:
Avrupa ile yeniden başlamanın eşiğinde falan değiliz.
Avrupa yalnızca Türkiye’ye büyük tehlike ile arasında tamponluk işlevi yüklüyor.
Eğer bu işlevi yeni sanıyorsanız Davutoğlu gibi, 29 Kasım 2015’i tarihi bir gün olarak kabul edebilir, yılda iki kez toplanacak zirveyi, bazı koşulların yerine getirilmesiyle, yalnızca bir kısım öğrenciler ile işadamları için getirilen, henüz içeriği bile tam belli olmamış vize muafiyetini sevinçle karşılayıp yeni rüyalara dalabilirsiniz.
Ama sonradan hüsranla uyanmak istemiyorsanız bilin ki, gerçek bir vize muafiyeti olmadığı gibi, üyelik sürecinin hızlandırıldığı falan yoktur.
Fasılların açılması başlı başına bir anlam taşımaz, onların nasıl kapanacağı ve sonrasında, üye ülkelerin Türkiye konusunda ne söyleyecekleri önemlidir.
Merkel’in önemle altını çizdiği gibi; müzakerelerin ucu açıktır.
Ayrıca unutmayalım ki, Avrupa’da Türkiye’nin üyeliği konusundaki olumsuz hava hafiflememiş, ağırlaşmıştır.
İslamofobi, artık laik bir ülke olarak değil, bir İslam ülkesi olarak algılanan Türkiye’nin karşıtlarının elini güçlendirecek bir başka faktördür.
***
Ayrıca Türkiye, Avrupa’ya ve ölçütlerine her zamankinden daha uzaktır. İktidarın kendine Avrupa içinde bir gelecek aradığı da söylenemez.
Bu ahval ve şerait altında dahi Türkiye, AB’nin tampon bölgesi olabilir... Zira Avrupa’nın içine girilmeyip dışında kalınması durumunda değerlerinin benimsenmesi zorunluluğu da yoktur.
Bu durumda Türkiye’nin, ne demokrasisi, ne kültürel, sosyal ve etnik sorunları Avrupa’nın tamponu olmasına engeldir.
Öyle görünüyor ki, kendine Avrupa’da bir gelecek aramayan, yalnızca algı oluşturma peşinde olan Tayyip Bey de bu çözüme fittir.
Yani alan memnun, satan memnun bir tamponluk durumudur söz konusu olan.
Aksinin olmasını, Avrupa’nın Türkiye’yi içine almasını beklemek abestir.
Öyle ya, 2-3 milyon mülteciden şiddetle kaçınan, bunu engellemesi için Türkiye’yi 3 milyar Avro bekçilik ücretiyle tampon yapan Avrupa’nın, şimdi, hem o birkaç milyon mülteciyi hem de tampon ülke Türkiye’nin seksen milyonunu bütün sorunlarıyla içine alması demek olacak olan bir çözüme, evet demesini beklemek olacak şey değil...