Yurttaşı olduğumuz ülkeyle, övündüğümüz, göğüs kabarttığımız anlar olabileceği gibi utandığımız, yüzümüzün kızardığı anlar da olabilir.
Normaldir. Hiçbir ülke mükemmel değildir. Hepsinin kusurları bulunabilir. Ancak, bir ülkeninin insanlarının o ülkenin yurttaşı olmaktan utanç duydukları anlar hızla artıyorsa orada ciddi bir sorun var demektir.
Türkiye ne yazık ki böyle bir sorunla karşı karşıya. Salı gecesi İstanbul Başakşehir Stadında Yunanistan maçından önce Yunanistan milli marşı çalınırken yükselen ıslık sesleri utanç verici idi.
Ayıp diye bir şey var. Olmalı.
İki turnuva önce Avrupa Şampiyonu olan komşun nezaketen gelmiş seninle hazırlık maçı yapıyor ve sen onu ıslıklıyorsun! Üstelik o ülkenin çok merak edilen genç ve farklı Başbakanı da tribünde. Olacak şey mi?
Terbiyesizlik, hamlık, cahillik! Barbarlık! Ne dense azdır.
Dahası var: Islıklar Paris'te öldürülmüş terör kurbanlarına saygı duruşu sırasında da devam ediyor. Bir de bunlara sloganlar ve tekbir sesleri karışıyor. Vah vah!
Demek ki öldürülmüş masum insanlara bir dakikalık saygı duruşuna bile tahammül edemeyecek kadar bağnazlaşmış, körleşmiş, beyni yıkanmış insanla dolu etrafımız!
Gelin de yüzünüz kızarmasın! Gelin de bu dünyayı, bu ülkeyi, bu kenti böyle insanlarla paylaştığınız için yerin dibine geçmeyin!
Daha önce de benzeri Konya'da olmuştu. Eminim Kayseri'de, Yozgat'ta, Erzurum'da ve başka yerlerde de olur. Demek ki, istisnai bir durumdan söz etmiyoruz. Demek ki kötülük genelleşiyor. Ve hatta daha bile kötüsü: Demek ki, kötülük kurallaşıyor.
***
Kötülüğün egemen olduğu, kötülüğün kural olduğu bir ülkede nasıl yaşanır? İşte son zamanlarda çok duyduğum bir soru. Ve verdiğim cevap:
O kötülükle mücadele ederek yaşanır. Bu kahramanlık gerektirmez, çünkü kötülüğe karşı çıkmak bir erdem mücadelesidir. Islıklamayarak, katılmayarak, eleştirerek, teşhir ederek, doğrusunu söyleyerek, doğrusunu yaparak, özür dileyerek, gönül alarak...
En azından kötülüğün bir parçası haline gelmeyerek...
***
Ne yazık ki, kötü, bağnaz, darkafalı, hasta ruhlu insanlarla dolu bir topluma dönüşüyoruz. Son on yılda yapılmış derinlemesine toplumsal yoklamalar bunun belirtilerini veriyordu. İnsani özellikleri zayıflamış, paranoyak ve tabii parasever bir toplum portresi oluşuyordu... 30 yıl sürmüş yüksek enflasyon ve 40 yıl sürmüş bölgesel iç savaş temel değerlerimizi aşındırmıştı. Başta kalp olmak üzere iç organlardaki tahribat ağırdı.
Ve bütün bunların üstüne demokrasi kisvesi altında gelen siyasi İslamcı rejimi koyun.
Liyakat devreden çıkarıldı. Zaten çürük olan eğitim sistemi, ilerdeki fırtına için rüzgar ekilen çiftliklere dönüştürüldü.
Popülist nefretten oy derlemeyi hedefleyen kutuplaştırma politikaları ile ülke birbirinden nefret eden kamplara ayrıldı.
Ve sonunda, evine nezaketen gelmiş komşu misafiri yuhalayan utanç verici insanların ülkesine dönüştük.
Yakında ve kolay çözüm görünmüyor.
7 Haziran'da yaratılan kritik kurtuluş fırsatı çapsız ve vizyonsuz siyasetçiler tarafından çarçur edildi. İktidarı bırakmamak için her şeyi yapacağı bilinen Erdoğan her şeyi yaptı, iktidarı bırakmadı; bizim üç muhalefet partisini dereye götürdü, su içirmeden getirdi.
Ne yazık ki bu dereden daha çok sular akacak. Ne yazık ki, önümüzde daha çok utanacağımız günler, aylar var...