Yönetmek, yönetememek

~ 08.02.2025, Aydemir GÜLER ~

Türkiye’de de bu düzensiz yağma bir hesaplaşmanın habercisidir. Büyük Devrimler köklü hesaplaşmadan çıkar dedim. Ama acele etmeye gelmez.

Dünya, üzerindeki her bir toplum, her zaman mücadele arenasıdır. Mücadele süreklidir, ama zaman zaman kalıcı duygusu veren statükolar oluşabilir.

İki yüz yıl önce, Büyük Fransız Devriminin yarattığı dalgalar Avrupa’yı sarsıyordu. Devrimin statükosu, düzeni olmaz.

1815’de Waterloo’da Britanya İmparatorluğu, arkasına Devrimin mirasını alan Napolyon’un savaşlarını sonlandırdığında bir statüko ilan edilmiş oldu. Adına Pax Britannica dendi. Britanya Barışı aynı zamanda Britanya egemenliği demekti ve Roma çağını anlatan Pax Romana’ya göndermede bulunuyordu. İngiliz emperyalizminin hegemonyası Birinci Dünya Savaşı’nda bir daha düzeltilemeyecek biçimde karaya oturdu. Şimdi sıra Büyük Rus Devriminin dalgalarındaydı.

Modern kapitalizm döneminin ilk Pax’ı nasıl İngiliz toplarıyla ilan edildiyse, ikincisi de ABD’nin 1944 Normandiya Çıkarması, ama asıl 1945 Hiroşima-Nagasaki bombardımanıyla gelmiştir.

Amerikan Barışı 20. yüzyılın sonlarında Ekim Devriminin etkilerinin neredeyse süpürülmesiyle taçlandı. Ama bu son zafer, tartışmayı durdurmadı. Uzun zamandır ABD’nin dünyanın bir numaralı gücü, hegemonik devleti, baş emperyalisti olduğunu söylüyoruz. Baksanıza, her sabah ABD Başkanının ne dediğini dinlemek üzere uyanıyor insanlık. Delilikle öncülük arasında gidip gelen bir yeni mesaj, tek gün bile eksik olmuyor. Böylece ABD’nin gücü her gün yeniden kanıtlanıyor ve hatırlatılıyor.

Ama bir Pax Americana’dan söz edemiyoruz.

O büyük “barışların” da tarihini mücadeleler yazıyordu. Statükodan ziyade kaotik görünüm veren dönemlerde de, aslolan elbette değişimdir.

Ama arada ciddi fark var. Dünyamız 21. yüzyıla dağınık girdi ve toparlanamıyor. Bir büyük Barış veya statükonun inşa edilmesine kimse imza atamayınca, başka bir kriter öne çıktı: O da inisiyatif almak.

İşte Trump, çılgınca, akıl almaz bir acele, hatta telaş içinde ABD emperyalizminin birbirini kovalayan inisiyatiflerini dile getiriyor. Buradan bir düzenin çıkacağı yok. Ama bu uzun süreli düzensizlik, daha önceki örneklerde olduğu gibi bir devrim çağına da denk düşmüyor. Tersine işaret fişekleri 1970’lerde atılmaya başlanan karşıdevrimi yaşamaya devam ediyoruz.

Karşıdevrim düzenini kuramıyor. Bu delilik çağına Pax adını vermek, Barış demek, toz dumanın arasından oturaklı bir hegemonyayı ayrımsamak imkânsız.

Amerikan inisiyatiflerinin önemli bir bölümünün herhangi bir karşılığının olmayacağını öngörmek için dahi olmak gerekmez. Gazze’nin bir Rivieara’ya dönüşmesi, Filistinlilerin Suudi Arabistan veya İspanya’ya göçmeleri, bir göktaşının çarpması sonucu gezegenimizin yok olması kadar olası olabilir ancak. Ama artık bunlar telaffuz edilebiliyor. Mücadelenin ekseni sağa, daha sağa, insanlık dışı koordinatlara taşınıyor. Bu bir statüko olmayacak, kalıcılaşamayacak. Ve dünya böyle böyle köklü bir hesaplaşmaya yaklaşacak.

Büyük Devrimler köklü hesaplaşmalardan çıkar.

*    *    *

Başka ülkeler bir yana, Türkiye’de de bir statükodan, bir Erdoğan düzeninden söz edemiyoruz. Bir karşıdevrim tablosunun içindeyiz. Tabloda kendine özgü bir düzen de seçilmiyor. Türkiye’de olup biten yönetilmiyor.

Depremin üstünden iki yıl geçmiş ve ortalık gözümüzün içine bakarak söylenen yalanlardan geçilmiyor. Egemenlerin yapabildiği felaketi fırsata çevirmek, yani tüccar siyaseti. Ama bu icraatın bir adı zaten var: Yağma.

Sömürgeler önce yağmalanır; bu politikaya kolonyalizm diyoruz. Ama sömürgeci ülkeden gelip sömürgeye yerleşenler, çoğu örnekte, eninde sonunda yağmadan farklı bir işleyişe ihtiyaç duyacaklar, var olanı tüketmekten üretmeye geçecekler, giderek yeni toprakları vatan belleyeceklerdir. Yağma ne kadar sürerse sürsün, geçici olmak zorundadır. Yönetmek başka bir şeydir.

Türkiye’de karşıdevrim, kendisinden önceki bütün toplumsal ilerlemeyi yağma konusu olarak gördü. Kamusal ekonomiyi yok ederek başladılar. Sağlığı gerçek anlamda tüketip hastaneleri sağlık turizmi kapsamına alıyorlar. Eğitimi yağmalayıp çocuk emeğine çöktükleri gibi... Her gün birkaç işçinin işbaşında öldüğünü görüyorlar ve bu sayıyı azaltmak için herhangi bir adım atmıyorlar. Her gün bir ya da birkaç kadın öldürülüyor; yargı ise katillere ceza değil indirim üstüne çalışıyor. Bir de kamu spotları hazırlanıyor: Tehlikedeki kadının çağrısına anında koşup yetişen polis teşkilatını varmış gibi gösteren bu spotlar reklam sektörüne devletten para aktarmaya yarıyor olmalı! Toplumun tamamını uyuşturucu bağımlısı haline getirmekte de bir beis görmüyorlar. Çünkü bu ülkeyle, bu toplumla kendileri arasında bir bağ kuramıyorlar, kurmuyorlar.

Bunun adı yönetmek değil. Yukarıda, dünyada kurulan Pax’lardan söz ettik ya. Britanya dünyaya parlamentarizmi, ölçü sistemini armağan ediyor, kendi içinde de, Engels’in ortaya attığı kavramla “işçi aristokrasisi” yaratıyordu. Britanya emekçileri Pax Britannica içinde bir konum elde edebiliyorlardı. 20.yüzyılda “Amerikan yaşam tarzı” beyaz eşya parası biriktirebilen emekçileri de heyecanlandırıyordu.

Bizde bunlar yok, ama dahası var. Ortalaması laik bir toplum laiklikle yönetilmiyor. 10 milyon kişinin katıldığı, çoğunluğun da yürekten desteklediği Gezi hakkında uyduruk dosyalar hazırlanıyor. Bu saçmalıklar konuşulamasın diye her gün sopa sallanıyor.

Açıkçası AKP’nin yeni bir düzen kurmak için minicik bir şansı var idiyse, o da yok oluyor.

Türkiye’de de bu düzensiz yağma bir hesaplaşmanın habercisidir. Büyük Devrimler köklü hesaplaşmadan çıkar dedim. Ama acele etmeye gelmez. Devrim gökten düşmez. Önceden kendini hissettirir, öncü sarsıntıları duyulur. Ne biz ne dünya yolun o noktasında değiliz henüz. Olsak hissederiz…

Ama yolun başka bir çıkışı da yok. Yönetmiyorlar, yönetemiyorlar. Denemiyorlar bile.


https://haber.sol.org.tr

Aydemir GÜLER | Tüm Yazıları
Hits: 5744