Özgürlük veya özgürlük bilinci

~ 15.04.2025, Prof. Dr. Sami Selçuk ~

Özgürlükçü demokraside herkes özgürlük türküsünü söyler. Dişler kenetlenmediğinden orada halk söylenmez, söyler, hem de yüksek sesle...

demokrasi batı foreign policy görseli

Demokrasinin birinci öğesi ve ortak değeri, “özgürlük”tür.

Demokrasinin özü, özgürlük bilincinde yoğunlaşmakta odaklaşmaktadır, iktidarın yürütülmesinde değil.[1]

Bu nedenle özgürlükçülük ve özgürlük bilinci yeter ki, bir kez benimsenmeye görsün, gerisi gelecektir. Çünkü haklar ve özgürlükler, insanla birlikte doğup toplumla birlikte ortaya çıkmaktadır.[2]

 

Toplum demokratikse, esasen bunları içselleştirmiş demektir.

Özetle, demokrasinin odağında hak ve özgürlüklerle donatılmış, baskılardan arınmış, özgür / özerk birey vardır. Her şey, bu odağa göre konumlanarak yürümeye başlayacaktır. Kurumların, örgütlerin, yöntemlerin, tekniklerin bütünü olan demokrasi, özerklik anlamında bir değer olarak algılanan özgürlük bilinci üzerine oturmaktadır.[3]

Bireyin özgürlüğü, hiç kuşkusuz ilkin beynin özgürlüğünü sağlamakla başlar. Bunun için de devletin görüşler, inançlar karşısında yansız olması zorunludur. Görüşler karşısında yansız devlet, düşünce özgürlüğünü; inançlar karşısında yansız devlet, inanç özgürlüğünü ve laikliği güvence altına almış demektir.

Devlet okullarında ise, bireye bilimin verileri, ideolojik süzgeçlerden geçirilmeden, yansız, nesnel (objektif) olarak sunulur, algılama kapıları açık tutulur. Birey, onları, asla koşullanmamış özgür beyniyle ken­disi değerlendirecek, seçimini kendisi yapacaktır.

Çünkü birey insandır; öğrenir. Okullarda erginler açısından bu ne­denle öğrenim (instruction) vardır, eğitim (éducation) değil.

Demokrasi, düşünceler, inançlar cumhuriyetidir. Düşünceler üzerinde yalnızca kaba baskıyı değil, beyin yıkama biçimindeki dolanlı baskıyı da reddeder. Bu nedenle ideoloji aşılayan, kuşkucu ve sorgulayıcı temele dayanmayan, yanıt vermeden önce “bu konuda ne biliyorum?” sorusunu sordurmayan öğrenim asla demokratik değildir.[4]

Olamaz da.

Çünkü demokratik toplumun beyni yıkanmış misyoner ve organik aydınlara, devlet makamlarını doldurmaya özgülenmiş uslu yurttaşlara değil, toplumun gelişmesi için Sokratesçe sorgulama ve eleştirel akılcılık alışkanlığını kazanmış bireylere gereksinmesi vardır. Okulların işlevleri, geleceğin eleştirel, akılcı yurttaşlarını, insanlarını yetiştirmektir.

Çünkü toplumun yararı için bireyin devlet gibi düşünmeme, “Kurulu düzeni sorgulama, eleştirme, kınama, hatta mahkûm etme özgürlüğü” vardır (Laski). Özünde demokrasi, bireysel özgürlük ile düzen kavgasına dayanır ve bu da, dünün, şimdinin, yarının kavgasıdır.[5]

İnsanı insan yapan en soylu organ beyin, beynin en kutsal ürünü ise düşüncedir, inançtır. Bu olguya herkesin ve devletin de saygı duyması zorunludur, kaçınılmazdır.

Bu saygı, hiç kuşkusuz bireyin özgürce oluşturduğu düşünceyi, inancı dış dünyaya yansıtma aşamasında ortaya çıkar. “Düşün, ama içinden düşün” demek, “hiç düşünme” demektir. Birey, hem düşünecek, hem de her türlü araçla onu sergileyecektir. Yasaklarla, kozmik cezalarla sergilenmeleri önlenen düşünce, inanç, bir bilinç küresine hapsedilir, ağızlar kapatılır, kalemler kırılırsa, “Kenetlenmiş dişlerle özgürlük türküleri söylenemez” (Alfonso Reyes).

Böyle bir toplum ise, henüz avcılık çağında yaşayan bir yığın olup, ilkeldir. Avladığı değerler ise, düşüncedir, inançtır, insan beynidir, son çözümlemede insanın, toplumun ta kendisidir.

Özgürlükçü demokraside herkes özgürlük türküsünü söyler. Dişler kenetlenmediğinden orada halk söylenmez, söyler, hem de yüksek sesle.

Düşüncelerin, inançların açıklanmasını yasaklama girişimleri, dün olanaksızdı, tekniğin ulaştığı düzey yüzünden bugün daha da olanaksızdır. Çünkü “İnsan yok edilebilir, ama teslim alınamaz” (Heming­way). “Düşünceler kurşuna dizilemez” (Napoléon).

Dünün dünyasını ele alalım.

Yargılanan Sokrates’in eylemi, Atina yasalarına göre suçtu. Elbette Sokrates, herkese açıklık, doğrudanlık, yüz yüzelik, sözlülük ilkelerinin uygulandığı çok başarılı bir yargılama sonucunda hüküm giymişti. Bu nedenle uygarlığın bu yargılamayla başladığı ileri sürülmüştür (Melih Cevdet Anday).

Ancak bu yargılama etkinliğinde düşüncenin cezalandırılamaz oluşu unutulmuştu. Bu yüzden Sokrates’i yargılayan 501 yargıçtan hiç birinin adını bilmiyoruz. Oysa 2398 yıldan beri “Hükümlü Sokrates hâlâ konuşuyor” (F. Erem), Atina adaleti ise günümüzde bile lanetleniyor.

Ne yazık ki, çoğu zaman insanlık ve de özellikle Türkiye, bunlardan hiç ders almamış görünmektedir.

Unutulmamalıdır ki, düşünce ve inanç yasakları her zaman toplum zararınadır. Çünkü yasaklanan düşüncenin bütünü ya da bir kesimi doğruysa “doğru”dan, yanlış ise doğrunun daha belirgin biçimde ortaya çıkmasından yoksun kalan bir toplum, yoksullaşacak, yeni tezlere ulaşamayacak, olduğu yerde duracaktır.

Dahası düşüncelerin açıklanmasını yasaklamak, yalnızca düşünceyi üreten insanın değil, başkalarının dinleme ve değerlendirme özgürlüklerine de bir saldırıdır. Çünkü ötekilerin düşünceyi dinleme, değerlendirme özgürlükleri, berikilerin düşünceyi açıklama özgürlüklerinin bulunmasına bağlıdır.

Sınırsız özgürlük, kuşkusuz şeytanlar içindir. İnsanın şeytanlaşmasına elbette göz yumulamaz. Beynin her ürünü, kuşkusuz söze dönüşüp dışarıya yansıtılamaz. Sövgüler, iftiralar böyledir. Bunlar, düşünce sayılmaz ve her düzende cezalandırılır. Ayrıca hukuk, suç sayılan eylemlere kışkırtmaları, zorla düşünce dayatmalarını da suç sayar. Ancak bunların dışında kalan şeyler, toplumu sarsan, yüreğinden yaralayan görüşler bile, düşünceyi açıklama özgürlüğünün sınırları içinde kalır, suç sayılamaz.[6]Tersi anlayış, çoğu zaman düşünce suçu[7] yaratan anlayıştır. Esasen “Sakıncalı olmayan bir düşünce, düşünce olarak bile anılmaya değmez” (O. Wilde).

Unutmayalım ki, bugünün gelişmelerini, skandal yaratan, sakıncalı düşünceler sergileyen insanlara borçluyuz.

Suç (ceza) hukuku, suç sayılan eylemlere kışkırtmaları cezalandırırken çok duyarlı olmak, “suçların yasallığı ilkesi”ni çiğnememeye özen göstermek zorundadır. Çünkü bu ilke, birey özgürlüğünün güvencesi, suç ve ceza hukukunun temelidir. Bu yüzden sadece ceza yasalarında değil, insan hakları bildirilerinde, anayasalarda (md. 38) da düzenlenmiştir.

Bu ilkenin somut izdüşümlerinden biri de, suç ve ceza hükümlerinin belirgin, açık ve seçik (clarus et distinctus), kesin olmaları; örtülü, gri, belirsiz, mat, değerlendirici ve görece deyişlere, sözcüklere yer vermemeleridir. Bu, temel bir ilkedir. Bu temel ilkeye uyulmazsa, hem suçların yasallığı ilkesi ve hem de düşünce özgürlüğü sinsice, kurnazca, dolanlı bir yolla çiğnenmiş olur. Çünkü böyle bir hukuk, kendi örgülü saçlarına tutunarak bataklıktan çıktığını söyleyen Baron VonMunchhausen’ın mantığına dayanan bir hukuktur.

Evet, özgürlükleri kötüye kullanacakları ya da demokratik sistemi yıkacakları bahanesiyle düşünceyi açıklama özgürlüğü asla sınırlanamaz, yasaklanamaz.

Bunun üç temel nedeni vardır.

Birinci neden, düşüncenin özyapısıyla ilgilidir. Her düşünce karşıtıyla vardır ve gücünü karşıtına borçludur. Marksizm liberalizmin, liberalizm Marksizmin yanlışlarını ortaya koyarak ve yeni sentezler yaratarak düşünceler oluşturup güçlendirmiştir.

İkinci neden, demokrasinin özyapısıyla ilgilidir. Demokratik toplum, tek gerçek savını ve kültürel tekelciliği reddeder. Her zaman açık uçlu ve özgürlükçüdür. Bu yüzden hoşgörüsüz yıkıcı akımlara, görüşlere bile hoşgörülü olacak kadar cömert olmak zorundadır. Eğer demokratik toplum, bu temel ilkeden vazgeçerse demokratik olmayan bir yöntemi seçmiş ve tuzağa düşmüş olur. Çünkü kendi varlığını özsa­vunma gerekçesine dayansa bile, bu bir tutarsızlıktır. Zira demokratik rejimin kavgası, sürgit bu tuzağa düşmenin ve bu tuzaktan kurtulmanın kavgasıdır.

Demokrasi militan olamaz, olmamalıdır da. Çünkü demokrasinin var oluş nedeni ve amacı, demokratik olmayan rejimleri çökertmek değil, onları özgürleştirmektir.[8]

Özgürleştireceğim bahanesiyle de elbette özgürlük çiğnenemez. Çiğnenirse kısır döngüler kırılamaz ve bunalımlar daha da derinleşir.

Demokrasinin bir başka özelliği de bünyesinde her an bir risk taşımasıdır. Riski göze alamayan rejimlerin adı diktatörlüktür.[9]

İşte bu nedenledir ki, demokrasinin biricik sigortası, yine ille de demokrasidir.

Üçüncü neden, demokrasinin uçları evcilleştirici, demokratik bağışıklığı sağlamlaştırıcı dehasıyla ilgilidir.

Gerçekten deneyimler göstermiştir ki, aşırı görüşleri, inançları etkisiz kılmanın en iyi çaresi, özgür bırakıp onların üzerine ilgileri çekmemektir. Zira bu tutum, aşırı görüşleri, inançları önce parçalayacak, çoğullaştıracak, ılımlı kılıp evcilleştirecektir.[10]

Özgürlükçü demokratik toplumlar, toplama kampı tohumları dâhil, tümelciliğin (totalitarizm) bütün tohumlarını içlerinde taşır ve hoş görerek parçalayıp onların serpilmelerini ve bütünleşmelerini önler. Nitekim bütün totaliter rejimler bunu iyi bildikleri için, her zaman gelişme ortamını sağlayan çoğulculuğun amansız düşmanı olmuşlardır.[11]

Zira eğer uç akımlar yasaklanırsa, demokrasi bu işlevinden, sistemi ayakta ve sağlam tutan “demokratik bağışıklık”tan yoksun ve ilk fırsatta yıkılma tehlikesiyle yüz yüze kalacaktır. Tutuklanma Hitler’i yaratmıştır. Sürgün Lenin’i yaratmıştır. Tutuklanmasaydı Hitler, olasılıkla sıradan bir parti başkanı olarak kalacaktı. Sürgün edilmeseydi, Lenin, ömrünü olasılıkla bir parti başkanı olarak Duma’da noktalayacaktı.

Her yasak, yasaklanana güç kazandırmış, aykırılığı mayalandırmıştır. Çünkü yasaklanan her görüş, her inanç, merakı kışkırtır. Dolayısıyla yasaklanan o görüş, inanç, çapından çok salgılar. Roma katakomb­larına sürülen Hristiyanlık inancı, ilkin bükülmüş bir dal, daha sonra tepen bir daldır. Yasak kapakları kalktığı anda ise artık sel, her yeri kaplamıştır. O andan itibaren de ortada “Tartışan insanlar değil, çarpışan ordular vardır.” (B. Russell).

Hiç kuşkusuz böyle bir yasak, önceleri görece bir dinginlik sağlar. Ancak geçicidir, aldatıcıdır, bu. Çünkü baskıyla sağlanan barış, aslında için için süren bir savaştır. Yasaklanan görüşlerin gaddarlık patlamasıyla öç almalarının[12] nedeni, baskı rejimlerinin sistemin bağışıklığını sağlamaktan yoksun olmalarıdır.

Küçük Hitler’lere mikrofon vermeyerek onları etkisiz kılamayız. Hoşlanmasak bile, Ku Klux Klanların felsefelerini yayma ve sokakta yürüyüş hakları vardır.[13] Unutmayalım ki, en tehlikeli düşünceler bile insanlığın çılgınlıkları arasında yer almıştır, almalıdır da. Çünkü insanlar arasında sağduyu eşit paylaşılmıştır (Descartes). Yaratıcılık için kaosa da gerek vardır.[14]Düşünsel “anarşi, demokratik ülkelerin en çok değil, en az korkmaları gereken şeydir” (Alexis de Tocqueville).

“Öyleyse ötekinin demokrasiyi yıkma amacı varsa, bırakalım konuşsun. Konuşsun ki, demokrasi içinde sağduyu onu yapayalnız bıraksın. Bu fırsatı demokrasiye verelim, kaçırmayalım. O susturulursa, ona karşı en güvenilir savunma aracından kendimizi ve halkımızı yoksun bırakmış oluruz.

Bu savunma aracı da, şudur: Aşırı uçları savunan kaba görüşleri akılcı yöntemlerle reddetme hakkını halkın elinden almamak.

Zira demokrasi “ben ötekinden daha iyi düşünüyorum” yolundaki vesayetçi, Jakoben ve tekelci anlayışı reddeder. Bu hak, halkın elinden alınırsa demokrasi tuzağa düşmüş olur. Böyle bir tuzağa düşen demokrasiyi ise, artık demokratik ilkeler değil, demokrasi düşmanlarının sindirme yöntemleri yönlendirmiş olacak, demokrasi demokrasi olmaktan çıkacaktır” (Cohen). Bu yüzden Jefferson, “Eğer, demiştir, aramızda birliğimizi bozmak isteyenler varsa, onları rahatsız etmeyelim, kendi hallerine bırakalım.”

Unutmayalım ki, yaşamak için gerekli organlarla donatılan insana bunları kullanma fırsatı vermek, gelişmenin vazgeçilemez önkoşuludur.[15]

Özetle özgürlükçülük, başta beynin, düşüncenin, inancın özgürlüğü olmak üzere, ancak demokrasiyle gerçekleştirilebilen ve de demokrasinin olmazsa olmaz öğesidir.

“Özgürlük kişinin özsorumluluk iradesinin olması demektir. Kişinin bizi ayıran mesafeleri koruması demektir. Kişinin doğru zamanda ölmeyi isteyebilecek biçimde yaşaması demektir. Rakiplerine, onları aynı olmaya indirgeyerek değil, onlarla uğraşarak, onlara direnerek ve meydan okuyarak saygı duyması demektir. Bir rakip olarak saygı duyduğu kişiyi kimileyin bir dost olarak seçmesi demektir. Karşılıklı bağımlılığı çatışmayla, çatışmayı saygıyla kaynaştırması demektir. Karşı karşıya kaldığı şeyler yoluyla kendisinden öteye uzanması, bunların benlikte uyandırdığı yokluk, farklılık ve olasılık yankılarında yaşaması demektir. Çok biçimli özgürlük düşüncesini tek bir kimlik modeline çengelleyerek onu sabit hale getirmeyi reddetmesi demektir.”[16]

Yineliyorum.

Özgürlüğü yerli yersiz sınırlayan bir hukuk ve devlet, insanı insan yapan temel öğeye, özgürlüğe ihanet eden görünüşte bir hukuk ve devlettir.

Böyle bir düzende ise, hukuk da, devlet de meşru değildir.

Olamaz da.


[1] BURDEAU, Georges, Le libéralisme, Seuil, Paris, 1979, s. 181-183.

[2] BERNARD, Michel/LAUZON, Léo-Paul, Les rétrolibéraux, Devoir, Québec, 21.12.1994.

[3] VECA, Salvatore, (E. Buissière), Ethique et politique, PUF, Paris, 1999, s. 157.

[4] Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin Kjeldsen (07.12.1976), Kokkinakis (25.05. 1993) kararları bu doğrultudadır.

[5] BURDEAU, s. 44.

[6] A.İnsan Hakları Mahkemesinin Handyside (07.12.1976), Sunday Times (26.04.1979), P.M. Ligens (08.07.1986), G. Oberschlich (01.07.1997), T.Komünist Partisi (30.01.1998) kararları.

[7] TANİLLİ, Server, Devlet ve Demokrasi, Anayasa Hukukuna Giriş, İstanbul, 1981, s. 30-33.

[8] KYMLICKA, Will, (A. Yılmaz), Çokkültürlü Yurttaşlık, Ayrıntı, İstanbul, 1998, s. 154, 155, 251 vd.; GÜRAN, Sait, İfade Hürriyeti Üzerinde İdarenin Yetkileri, İstanbul, 1969, s. 380.

[9] ERDEM, Fazıl Hüsnü, Düşünce Özgürlüğü, Ankara Baro Dergisi, 1998, n. 1, s. 6, 7, 24, 27.

[10] HUNTINGTON, Samuel, P., Anlaşamayan Uygarlıklar, GARDELS, s. 81.

[11] MORIN, Edgar, Pour sortir du XX ème siècle, Paris, 1984, s. 90, 91.

[12] CANETTI, Elias, (G.Aygen). Kitle ve İktidar, Ayrıntı, İstanbul, 1998, s. 23, 26.

[13] SYBERBERG, Hans Jurgen, Almanya’nın Ruhu; Modern Tabu, GARDELS, s. 137, 141.

[14] BOORSTIN, s. 254.

[15] BASTIAT, Fréderic, (D. Russell/Y. Arslan), Hukuk, Ankara, 1997, s. 62, 65.

[16] CONNOLLY, William, (F. Lekesizalın), Kimlik ve Farklılık, Ayrıntı, İstanbul, 1995, s. 249, 250.

 

https://t24.com.tr

Prof. Dr. Sami Selçuk | Tüm Yazıları
Hits: 170