Semih Özakça: Son sözümüz şu olsun, biz vatanımızı ve bu halkı çok sevdik!

~ 09.06.2017, Yeni Yaklaşımlar ~
Açlık grevinde 91 günü arkasında bırakan Semih Özakça, cezavinden yolladığı mektupla, bugüne kadar yaşadıklarını ve bundan sonrasına dair değerlendirmelerini paylaştı...

ABC Haber Merkezi

"İşimi geri istiyorum" diyerek açlık grevine başlayan Akademisyen Nuriye Gülmen ve Öğretmen Semih Özakça açlık grevinde 91 günü geride bıraktı. Açlık grevinin 76’ncı gününde tutuklanan ve bugüne kadar 12 kilo kaybeden Gülmen ile 22 kilo kaybeden Özakça’nın sağlık durumları giderek kritikleşiyor.

Geçtiğimiz günlerde Nuriye Gülmen, avukatları aracılığıyla kamuoyuna mesaj ulaştırmıştı. bugünse Semih Özakça, kendisi gibi açlık grevindeki eşi Esra Özakça aracılığıyla mektubunu paylaştı. Özakça'nın "Türkiye ve dünya halklarına" diye başlayan mektubu, "Güneşli günlerde görüşmek üzere" diyerek bitiyor. 

"Biliyoruz ki bu kavga ancak adaletli bir düzen kurulduğunda bitecek. Süresiz açlık grevimiz işimizi alana kadar" diyen Özakça, "Hapishanede açlık grevimiz ısrarla, sonuç alıncaya kadar devam edecek. Direniş alanında ve bütün meydanlarda sesimizin kısılmaya çalışılmasına karşı sesimiz yükselmeye devam edecek" ifadelerini kullandı.

Semih Özakça'nın uzun mektubunun tam hali şöyle:

Türkiye ve Dünya Halklarına;

Bizler devrimci demokrat kamu emekçileri olarak OHAL bahane edilerek çıkarılan Kanun Hükmünde Kararnamelerle işinden atılan, ekmeğinden edilen emekçilerin sesi olmak, işimize geri dönmek için verdiğimiz ekmek, onur ve adalet mücadelesinde direnişimizin 200’lü, açlık grevimizin 80’li günlerindeyiz. Tek bir talebimiz var “İşimizi, öğrencilerimizi geri istiyoruz!” Bizler toplumun aydınları olarak işimize son verilmeden önce de haksızlık ve adaletsizliklere karşı mücadelemizi sürdürüyorduk. 2012’den beri kamu emekçilerinin iş güvencelerinin ellerinden alınarak kadrolu çalıştırma kaldırılmak isteniyor, bu durum sürekli dillendiriliyordu. OHAL bahane edilerek karşı karşıya kaldığımız bu durum, önceden planlanan ve programlanan bir düşüncenin ürünüdür. Dolayısıyla AKP iktidarı OHAL’i gerekçe göstererek güvencesizleştirme politikasına zemin bulmuş, bu durumu fırsata çevirip darbe girişimini bahane ederek birçok kamu emekçisinin ekmeğinden edilmesine neden olmuştur. Peki, darbe girişimiyle biz devrimci demokrat emekçilerin ne alakası var? Darbeyle alakalı olanlar o kadar açık ki şu an ülkeyi yönetmeye çalışıyorlar. Çünkü darbeci dediklerinin yöntem ve komplolarını kullanarak politika yürütüyorlar. Bizi neden işten attılar? Bizi işten atarak yapacakları veya uygulayacakları politikalara karşı gelecek kişileri ayıklayarak; sıkıntıya düşmeden, önünde can sıkıcı engeller olmadan, yapmak istediklerini yapacaklar ve onlara karşı gelecek herkesi sindirip ‘çatlak sesleri’ engelleyeceklerdi. Bir iktidarın halkı yönetmek için ekmeğiyle tehdit ederek, açlıkla terbiye etmek istemesi, gelinen son noktadır. Ekmek kutsaldır, yaşamanın en asgari şartı çalışma hakkıdır. Çalışma hakkı ellerinden alınan ekmeğiyle oynanan emekçilerin ne yapması beklenir. Susup oturması mı? Yaşam ve iş hakkı için direnmesi mi? Bizim açımızdan yapılması gereken ve zorunluluk olan ikinci seçenektir. Direniyoruz…

BİZLER YAŞAMAK İÇİN, ONLAR SÖMÜRMEK İÇİN...
Direnişimiz sırasında aylarca, iktidar kanatından polis saldırısı ve gözaltı dışında bir söz söyleme tenezzülünde bulunulmaması tavrı… Süresiz açlık grevimizin 60’lı günlerinde direnişimizin pek görünür hale gelmesiyle birlikte başbakan yardımcısıyla ailelerimizin görüşmesi mümkün olmuş; fakat kendilerinden beklenecek yüze gülüp arkadan saldırı yapıp saldırmışlardır. Bizi ilk tutuklamaya çalıştıklarında açlık grevine devam edeceğimizin mesajını vermiştik. Yapılan saldırılara rağmen, işkenceye ve baskıya rağmen işimizi istemekten vazgeçmeyişimiz karşısında iktidar için denenmemiş tek seçenek bizleri tutuklamaktı. Ya da işimize geri döndürmekti. Bizleri tutuklayarak açlık grevini ve bize olan desteği bitirebileceğini sananlar yanıldılar. Her zaman uyguladıkları baskı politikası bu defa ters tepmiş direnişi daha da büyütmüştür. Tutuklandık ama direnişimiz, açlık grevimiz kararlılıkla devam etmektedir. Umudumuzdan, inancımızdan ve irademizden bir milim dahi kaybetmedik. Tam tersine ekmeğimizi şimdi daha gür bir şekilde istiyoruz. Yaşayacağımız, ödeyeceğimiz bedellere gülerek kucak açıyoruz. Bu direnişin bedeli belki çok ağır ödenecek, belki birileri tarafından daha ağır bedellerin ödemesinin önüne geçilemeyecek. İktidar yaptığı adaletsizlik ve haksızlıkları ısrarla savunmakta ve pişman olacağı dayatmaları uygulamakta kararlıdır. Bizim ısrar ve kararlılığımız karşısında gerçekleştirdikleri bu inadın hiçbir hükmü yoktur. Her ne olursa olsun, işimize dönene kadar açlık grevimiz devam edecek, belki de büyüterek devam ettireceğiz eylemimizi. Ekmeğini kaybeden birinin ekmeğini ve onurunu geri alma iradesi karşısında düşmanca çıkan başka bir iradenin hükmü yoktur. Bizler yaşamak için, onlar emeğimizle, alınterimizle elde ettiklerimizi sömürmek, elimizden almak için uğraşıyorlar.

Ekmeğimiz kavgamızın nedeni

Onurumuz kavgamızın nedeni

Adalet arayışı kavgamızın nedeni

'BU KAVGA O ZAMAN BİTECEK'
Biliyoruz ki bu kavga ancak adaletli bir düzen kurulduğunda bitecek. Süresiz açlık grevimiz işimizi alana kadar.

Bizi adli kontrol imzamızı attığımız günün gecesinde evimizi basarak gözaltına alanların art niyetli oldukları, amaçlarının bizlere eziyet ve işkence çektirmek olduğu açıktı. Savcılık makul bir şekilde birleri ifadeye çağırsa tutuklanacağımızın emrinin verildiğini anlasak dahi ifadeye giderdik. Ev baskınıyla amaçlanan şey terör demogojisi yaparak eylemimizi ve bizi kriminalize etmek istemeleridir.

SUÇ UNSURLARI: KOCA BİR HİÇ
Saatlerce evimiz arandıktan sonra bulunan suç unsurları koca bir hiçten ibarettir. Onlar da evimizde herhangi bir suç unsuru bulamayacaklarının farkındalardı. Zaten böyle bir unsur aramaya gelmemişlerdi. Arama ve evrak işlemleri bittikten sonra bizi zorla evden çıkarmak istediler. Amaçları, bizi zorla götürmek, işkence yapmaktı. Bizi zorla, karga tulumba gözaltı aracına çuval gibi attılar. Bir gece yarısı yapılan bu işkencenin sağlığımız açısından doğuracağı sonuçlar daha vahim olabilirdi. 

Gözaltına alındık ve nezarete atıldık. Polis amiri, avukatlarımızın nezarethane koşullarının üzerimizdeki etkilerini dinlediğinde şu cevabı vermişti: "nezarethanenin buradan bir farkı yok, tertemiz". Nezarethanelerin hepsinin tıklım tıklım olduğunu gördü ve beni iki kişilik yere üçüncü olarak koydular. Dolayısıyla tozlu ve kirli betonda yatmak zorunda bırakıldım. Bunun yanında almam gereken su, şeker, tuz ihtiyaçlarımı alamadım. Savcılığa derhal çıkarılmazsak su ve şeker de almayacağımızı belirttik. Bunun üzerine savcılığa çıkarıldık. Savcı, benim niyet ve düşüncelerimi sormanın dışında yapmış olduğum tek bir somut şey söyledi. O da, kendi çalıp söylediğim bir şarkının videosunu bir facebook adresi paylaşmış, bende onu ya beğenmişim, ya paylaşmışım. Ben sorusunu tekrarlayınca söylenilen durumdan suçlandığımı idrak edebildim. Savcının düşüncelerimi öğrenmek istediği ilginç sorulardan birisi: "Bu yaptığınızın sonunda Gezi ve Tekel gibi ayaklanmaların çıkabileceğini düşündünüz mü?"

Bunun benim sorunum olmadığını, onu düşünmesi gerekenlerin belli olduğunu, benim işim verildiğinde açlık grevimin biteceğini anlattım. Ancak savcılık makamı gerek benim gerekse avukatlarımın savunması esnasında sürekli telefonuyla bir şeyler yapıyor, bizimle ilgileniyor gibi durmuyordu. Avukat savunmalarını yarıda kesip onlara, biraz daha hızlı olmalarını işinin olduğunu söyledi. Avukatlarımız savunmalarına devam ederken Savcı Bey, çocuğunun okuldan alınması gerektiğini, hanımının da işi çıktığından çocuğu alamadığı için kendi gitmesi gerektiğini söyledi. Bu işin talimatla yapıldığı en başından belliydi. Gerek evimize yapılan baskınla, gerek adliye içi ve dışı konuşlandırılan onlarca polisin olması ve adliye içinde bizim olduğumuz yeri onlarca çevik kuvvet polisinin ablukaya alması, hatta yoldan geçip odasına gitmek isteyen savcıyı dahi oluşturdukları kapalı bölgeye sokmaları, gerek savcının "önceden kararını vermiş ilgisiz tutumu" bunun göstergeleriydi. Savcılıkta savunmalarımız bittikten sonra savcı karar vermek için biraz zaman istemişti. O esnada Terörle Mücadele Polis Amiri ve başka bir polis savcılık odasına girdiler. Dakikalarca savcılık odasında kaldılar. Hatta çayları gitti, boşları tekrar alındı. 40-45 dakika savcıyla konuşan polisler odadan çıktılar. Savcı, hatta zamanı çok az olan savcı, TEM polisleriyle bizimle ilgili karar verilirken ne konuşur veya TEM polisleri ne konuşur. Bunun cevabı çok kolay tahmin edilebilir. AKP'nin yasaları açıkça çiğneme pervasızlığı gibi savcılığa polisler aracılığıyla açık açık talimatla tutuklamaya sevk edilmemiz gerektiği dayatılmıştır. Bize isnat edilen hiç bir suç delili ortaya konulmazken, şunu söyleyebiliriz ki  bu yapılanlar ve olanlar adaletsizliğin, bu anlayışla adaletin sağlanamayacağının en güzel delilleridir. Sonuç olarak savcı bizi şaşırtmayıp kararını "tutuklamaya sevk" yönünde verdi. Şimdi bu savcı çocuğuna güzel sözler söyleyecek, onun başını okşayacak. Ama benim annem o saatlerde bana destek olmak için basın açıklaması yaptığından gözaltında tutulacak...

ADETA 'BİTSE DE GİTSEK' DİYORDU
Saatlerce adliyede bekletildik. Annemin ve eşimin de aralarında bulunduğu bir gözaltı grubunun adliyeye getirileceğinin haberini aldığımızda onları görebilme heyecanına kapılmıştım. Zaman ilerlerken savcının kararıyla ertesi güne savcılığa çıkarılması yönünde bir duyum aldım. Daha öncesinde bir gün karakolda bekletmişlerdi. Bu kararı duyduğumda eşim ve annemle görüşmemi, karşılaşmamı istemedikleri kanaatine vardım, öfkelendim. Mesai saatleri bitmişti. Sabahın erken saatlerinden beri adliyede tutuklanmayı bekliyoruz. Akşam üzeri nöbetçi hakimliğede savunmamızı verdik ve tutuklandık. Hakim kararı okurken, bizi dinlerken baktığı gibi, okuduğu kağıda da boş boş bakıyordu. Adeta, bitse de gitsek, diyordu. Bunu nereden mi anladım? Hiçte ilginç gelmeyecek ama; ben hakimin karşısına çıktığımda yine avukatlarımız savunma yaparken hakim avukatlara dönerek ; çok duruşma var, biraz hızlı alalım, diyerek seslendi. Bu söylediklerim yalanlanırsa kamera kayıtlarına ve ses kayıtlarına bakılsın diyeceğim ama onları da silerler bunları yapanlar. O halde onlar kendini ve biz de onları biliyoruz, diyelim. Tutuklanma kararı verildikten sonra eşimin ve annemin adliyeye getirildiğini öğrendim. O an onları görmek için neler vermezdim ki. Birçok avukat, bizi hapishaneye götürürlerken arkamızdan destek sloganları atıyordu. Bizim de dilimizde sloganlar, yumruğumuz havada. Asansöre yaklaştığımızda etrafımızdaki adliyede olan diğer insanlar sevgi dolu gözlerle bize bakıp, "hoşçakalın, kendinize çok iyi bakın" diyorlardı. Selamladık... Ve hapishane...

'YİYORLAR DEME ALÇAKLIĞI'
Nuriye Abla, Sincan Kadın'a ; ben de Sincan 1 Nolu F Tipine götürüldüm. Hapishane koşulları hele hele tecrit koşullarının her insan için ağır koşullar olmasının yanında açlık grevine girmiş ve hareket kabiliyeti kısıtlanmış ve azalmaya devam eden birisi açısından çok daha ağırlaşması demek koşulların. Hapishanelerde daha önce yapılmış ölüm orucu sürecinde hükümetler ölüm orucu yapanları kendi ellerinde ölmelerinin veya sakat kalmalarının önüne geçmek için tahliye yöntemi kullanmıştı. Eskiden içeriden dışarıya çıkarma politikasının yönünü değiştirerek bizleri dışarıdan içeriye aldılar. Bizleri tutsak edip arkamızdan istedikleri karalamayı yapacaklar ve, halka bana karşı gelirseniz her ne koşulda olursanız olun özgürlüğünüzü de alırım, gözdağını verecekti. Biz hapishaneye girer girmez. İçişleri bakanı Süleyman Soylu,2nun açıklamaları gelmeye başladı. Süleyman Soylu daha önce kimin hakkında konuşsa ağzından nefret sözleri, fütursuzca söylenen yalanlar ve bolca tehdit sözleri eksik olmamıştı. Tutuklandığımızda TV kanallarından, meclisten bizim yaptığımız afiş asma, basın açıklaması yapma vb. demokratik eylem ve etkinlikleri sıralayarak bu eylemleri terör eylemi gibi gösterip daha önce açılan davalarımızın suçlamalarını açıklayıp aslında DHKP-C'li olduğumuzu, işimiz, ekmeğimiz için yaptığımız eylemimizden 30 defa gözaltına alınışımızı ne kadar azılı suçlular olduğumuzun kanıtı olarak ortaya atarak kendi meşrebine uygun davranmakta ısrar etmiş. Bu teranelerin yanında bütün iktidarların yaptığı gibi "yiyorlar" deme alçaklığını göstermiştir. Bu söylemler ne ilktir ne de son olacak.

Bütün demokratik eylem ve etkinlikte terörist eylem ve etkinlik deme potansiyeline sahip olanlar, en ufak muhalif sözü dahi sakıncalı görüp insanların özgürlüklerini ellerinden alanlar, kendilerinden olmayan herkesin ekmeğini ellerinden alanlar yaptıkları fiillerden dolayı suçludur. Ve suç işleyenler eninde sonunda tarihin ve halkın karşısında hesap vermeye mahkumdur...

Bizi tutuklamakla, çaresizce bize verilen destekleri engellemek, halkın gözünden uzak tutmak amaçlanmış ancak, verilen destek, ülke sınırlarını da aşarak bir çok ülkeden ve örgütten, birçok kişiden destek mesajları, eylem ve etkinlikle karşılık bulmuştur. Yurt içinde yapılan destek eylemlerine çoğunlukla polis saldırısı ve gözaltısı yapılamaya devam ediyor. Öyle ki eylem alanımız ve evimiz olan Yüksel Caddesi, İnsan Hakları Anıtını dahi bariyerlerle çevirip anıtı cezalandırıyorlar, tutukluyorlar. Her yaptıkları uygulamada olduğu gibi bu durumun çelişkisini anlayamıyorlar. İnsan Hakları Anıtı bizim eylemimizle özdeşleştiğinden, bizi halkın gözünden uzak tutmak isterken, halka her gün burada "işini isteyenler" var mesajını veriyorlar...

ÇOK NET İKİ MADDE
Bu uygulamalar ve baskılar sesimizi kısamadı, kısamayacak. Sesimiz daha gür ve çoşkulu olacak. İktidar saldırılarına devam ederse ve bizim taleplerimizi yerine getirmemeye devam ederse, bunlara karşılığımız kararlılıkla direnmeye devam ederek, direnişimizi büyütmek olacak.

     1) Hapishanede açlık grevimiz ısrarla, sonuç alıncaya kadar devam edecek.

     2) Direniş alanında ve bütün meydanlarda sesimizin kısılmaya çalışılmasına karşı sesimiz yükselmeye devam edecek.

Ekmek ve onur mücadelesi, iktidarın uyguladığı, haksızlık ve adaletsizlikte ısrarın bir sonucu olarak, bu derece yankı buldu. Meselenin bu kadar büyümesi iktidarın haksız ve adaletsiz uygulamalarını kabul etmeyip yaptığı yanlışların -tükürdüğünü yalamamak adına- ne olursa olsun peşinden gitmesinin sonucudur. Biz, "kandırıldım, bilmiyordum, göremedim" diyenlerden değiliz. Evet biz devrimci-demokrat kamu emekçileriyiz. Bizi FETÖ dediklerinin arasına kaynatıp, işten atıp oldu bittiye getirmeye çalışacaklardı, olmadı. Sesimiz Türkiye ve Dünya halklarında karşılık bulduğunda, iktidara tepkiler yükseldi ve bu durumdan dolayı ne yapacaklarını şaşırdılar, telaşlandılar. Çünkü, artık darbeci diye attıklarının darbecilikle hiçbir alakasının olmadığını dünya alem görmüş oldu. Sadece bu durum dahi darbeyle mücadele adında kamuda yapılan işten atmalarının gayrimeşruluğunu gösteriyor. Haklı değiller. Yaptıkları saldırılar ve tutuklamalar suçunu bastırma çabası ; suçluluk psikolojisidir.

Biz bu ülkenin devrimci-demokrat aydınları olmaktan gurur duyuyoruz. İktidarın gözünde bütün muhalefet ve bütün devrimci-demokratlar ya terörist yada terörist olmaya en yakın adaylardır. Yani halk ve aydınlar olağan şüphelilerdir. Ama bütün kandırılmalarına rağmen, zenginleşip aile kurup emekçilerin elinden yargısızca ekmeğini alanlar pür-ü pak öyle mi?...

'AKP SİYONİZMDEN DAHA VURDUMDUYMAZ'
İsrail siyonizmine karşı, bizimde karşılıklı destek içinde olduğumuz Filistinli tutsaklar açlık grevini kazanımla sonuçlandırmıştır, AKP hükümeti ise İsrail siyonizminden daha vurdumduymaz, halkı dinlemez ve gaddar olduğunu kanıtlamıştır.

Bizim tutsak edildiğimiz günden itibaren eşim Esra ÖZKAN ÖZAKÇA ve annem Sultan ÖZAKÇA'da benim işe iade edilmem talebiyle Süresiz Açlık Grevine başladılar. Açlık grevinin insandan insana değişen etkisi, bir gün açlık grevi yapan bizi üzerindeki tahribatı ölçülemediği için her günün çok büyük önemi vardır. İktidar bir ailenin aç kalmasına göz yummak istiyor. Hepimiz aynı sesi çıkarırsak iktidarın gözlerini yumma ihtimali dahi olmaz. Bu nedenle açlık grevlerinin sesini yaygınlaştırmak için birlik olalım, ortak mücadele edelim. Dağılan kara dumanın ardından aydınlığa ve ekmeğe ilerleyelim...

Annem ve eşimin çığlıklarını duyurmak için aydınların, sanatçıların ve bütün halkın yapacağı büyük küçük bir şey vardır muhakkak.

SON SÖZ: BİZ VATANIMIZI VE BU HALKI ÇOK SEVDİK
Türkiye ve Dünya halklarının güzel, kardeş insanları sesimize ses oldunuz, gücümüze güç katmaya devam ettiğiniz için hepinizi milyarlarca kucaklıyorum. Tarih sahnesindeki ömrümüz ne kadar bilmiyorum ama aslolan, kısa veya uzun tarihe direnişle, mücadeleyle ve iyiliklerle yazılmaktır.

  Korkarım ölümden

  Amaçsız ve apansız gelirse

  Korkmam ölümden

  Yazılırsa altın harflerle tarihe

  Korkarım yaşamaktan

  Onursuz ve saklanarak

  Korkmam yaşamaktan

  Cesaretle ve başım dik

  Son sözümüz şu olsun;

  Biz vatanımızı ve bu halkı çok sevdik.

İşimizi Geri İstiyoruz!

Yaşasın Açlık Grevimiz!

Emekçiyiz Haklıyız Kazanacağız!

Güneşli günlerde görüşmek üzere.

http://www.abcgazetesi.com/semih-ozakca-son-sozumuz-su-olsun-biz-vatanimizi-ve-bu-halki-cok-sevdik-55453h.htm

 

Hits: 174533