ANLAR

~ 17.12.2024, Av. Abdurrahman Bayramoğlu ~

“Yaşam anların art arda gelişidir”

Hubert Reeves

 

Akıp giden zamanda tanık olduklarımızla kavrıyoruz yaşamı ve sürekli bir altüst oluş, kesintisiz bir devinim içinde, an geliyor donakalıyor, an geliyor kanatlanıp uçuyoruz. Bazen fark etmeden tükeniyor, bazen tükenmek bilmiyor zaman ve biz kavrayışımıza göre anlamlandırıyoruz olanı.

Zaman diye adlandırdığımız bu kesintisiz akış neydi ve insan zamanın bilincine nasıl varmıştı?  

Büyük Patlamadan sonra yaklaşık 13.7 milyar yıl geçtiği varsayılıyor. Bu sürenin son 2 milyon yılında ayrışan ortak türümüzün zamana ilişkin ilk uyaranı, Dünyanın Güneş etrafında dönüşüyle oluşan gece ve gündüz arasındaki farklılık, karanlığın bilinmezliğinden elde ettiği ilk çıkarım da yalnızlığı olsa gerek.

***

Dünyamız 1 milyar yıl daha gençken, kendi çevresindeki dönüşünü yaklaşık 18 saatte tamamlıyor ve o zamanlar Güneş bir yılda yaklaşık 500 kez doğuyordu. Yaşlandıkça yavaşlayan Dünya, şimdilerde kendi çevresindeki turunu 24 saatte tamamlayabildiğinden,  bir yılda ancak 364 kez gün batımını izleyebiliyoruz.

A. Einstein, zamanın her koşulda değişmez olmadığını, bunun hıza göre değiştiğini, geçen yüzyılda ünlü görelilik kuramıyla kanıtlayınca, zaman diye tanımladığımız şeyin de mutlak bir ölçü olamayacağı ortaya çıktı.

Einstein’ın çağdaşı olan Nazım da, zamanın duruma göre nasıl anlam değişikliğine uğradığını;.

Ben içeri düştüğümden beri güneşin etrafında on kere döndü dünya / Ona sorarsanız: ’Lafı bile edilemez, mikroskopik bi zaman...’ / Bana sorarsanız: ‘On senesi ömrümün...’ / Bir kurşun kalemim vardı, ben içeri düştüğüm sene / Bir haftada yaza yaza tükeniverdi / Ona sorarsanız: ’Bütün bi hayat...’ / Bana sorarsanız: ‘Adam sende bi hafta...’ dizeleriyle anlatmıştı.

Geçmişten geleceğe doğru akıp giden zamanda, bizim için yalnız ‘an’ vardır. Gelecek henüz olmayan, geçmişse artık olmayacak…

Heraklitos “Aynı şey iki kez olamaz.” demiş. Yani an biriciktir ve tanıklıklarımız bir daha tekrarlanmayacak olan anlardan bize kalanlardır.

Kimi zaman bir soluk tüm ömür kısacık, kimi zaman bir ömür derin bir soluk…

***

Başlıkta, astrofizikçi Hubert Reeves’in TÜBİTAK tarafından “Boşluk Bakışımın Biçimini Alıyor” adıyla yayımlanan kitabında bir alıntı yaptım. 

Olanı kabullenmeyerek değiştirmeye kalkışan tek tür olan yalnız insan, eline tutuşturulan sihirli kutular aracılığıyla gerçeklikten koptuğu bu çağda, farkında olmasa da doğayla birlikte kendisini de yeniden biçimlendiriyor.

Kim bilir?

Farklı jeolojik dönemlerde yaşayıp türünü sürdürmüş canlıların başardığı gibi, gelecekte belki de daha yüksek sıcaklıklara dayanabilen, soluduğu kirli havayı evrimleşen ciğerleriyle suya dönüştürebilen ve hibrit gıdalarla beslenebilenlerimiz, yeni koşullara uyum sağlayabilecekler ve uyum sağlayamayanlarımız eleneceklerdir.

Öyle ya!

Evrimin temel yasasıdır uyum. Doğal seçilim, iyilik, güzellik, adalet veya doğruluk gibi insanca ölçütlerle gerçekleşmiyor. Ancak insan doğal olana uymayı değil, doğayı değiştirmeyi seçti. Bunun sonucunda pek çok tür yok oldu, yok olmakta…

Türümüz için de yaşamsal bir yol ayrımı zamanı yaklaşmakta, belki sapağı kaçırdık bile…

İnsanın 160 milyon yıl boyunca Dünya üzerinde yaşama başarısını gösteren Dinozorlardan daha uyumlu olduğu, en azından şimdilik söylenemez. Ancak boşluğu bakışıyla biçimlendirme (anlamlandırma) yeteneği bakımından, türümüzün şimdilik tek olduğunu düşünüyorum.  

Asıl sorun, bakışımızla biçimlendirdiğimiz boşluğun, yaşamamız için uygun olup olmadığıdır.

Av. Abdurrahman Bayramoğlu | Tüm Yazıları
Hits: 930