'Halk Kemalizmi'

~ 02.11.2024, Aydemir GÜLER ~

Bunca yenilginin ardından bugün bir “halk Kemalizmi” geri dönmüşse, bir alan temizliği hem zorunlu ihtiyaçtır, hem de bunun sağlıklı biçimde yapılması için ortam elverişlidir.

Bugün klasikleşen ulusal bayram kutlama tarzının tarihi çok eski değil... 

29 Ekim günü yine yaşandığı sabah resmi tören yapılıyor, ama asıl akşam, halk sokaklara çıkıyor. Akşam buluşmalarının kalbi, kesinlikle, çoğunlukla arabesk tadındaki belediye konserlerinde değil, yürüyüşlerde atıyor. Bayramın eğlence değil politik yanı ağır basıyor. Fener Alayı geleneği politikleşerek tazeleniyor. 

Yeri gelmişken; o konserler ANAP’lı günlerde icat edilmişti. Maksat milli ve resmi bayramı halkla kaynaştırmak değil, depolitize etmek, içeriksizleştirmek, tarihsel anlamının üstünü örtmekti. Laik cumhuriyetin ağır bir yıkıma uğradığı süreçte, ters orantılı olarak, kutlamaların tonu değişti. AKP Cumhuriyeti yıktı; Cumhuriyetçilik halkın değerine dönüştü! 

Artık bir “Halk Kemalizmi” var… 

Cumhuriyet AKP’nin çok öncesinden başlayarak aşındırıldı. Cumhuriyet devrimi bu kez kendi karşıdevrimci mezar kazıcılarını yarattı. 

Söz konusu olan bir burjuva devrimiydi ve burjuvazinin kendisine iktidar yolunu açan devrimleri kemirmesi tarihin bir yasasıdır. Uzun bir süreç boyunca Kemalizmin içerdiği halkçılık eritildi. Öyle ki, bir dönemece gelindiğinde, elde toplumla temas noktaları hayli zayıflatılmış bir resmiyet, devletlilik kaldığı anlaşıldı. Bayramdan bayrama devlet erkânı önüne gitsin diye kasabalara, köylere kadar yayılan, çoğu özensiz, fabrikasyon Atatürk heykelleri bu çözülüşü temsil etmiyor mu? 

Bunun kendiliğinden bir gelişme olduğunu düşünmeyelim. Cumhuriyetin tasfiyesi, sermaye düzeninin bilinçli ve zorlama bir eylemiydi. Geri dönüşse kendiliğinden ve organik. 

Bugün bu süreci biraz konuşalım istiyorum... 

Kabaca 1970’lerde bir yanda “gardrop Atatürkçülüğü” ile karşısında devrimci, halkçı, gerçek veya sol Kemalizm olarak bir ayrışma yaşandığını, o döneme yaşı erenler hatırlıyor olmalıdır. 

Sıraladığım sıfatlardan birini tercih edip kullanacak olursam, “gerçek” Kemalizm o zamanlar kimi hamleler yapmaya çalıştı. Bunların içinde askerlerin önemli bir yer tutması kaçınılmazdır. Ancak Kemalizmin taşıyıcısının yalnızca ordu olduğu iddiası, AKP’li yıllarda uydurulan yeni resmi tarihin tezidir. Cumhuriyetçiliği “darbeci elitlere” hapsederlerse kolayca tasfiye edebileceklerdi…

Ama elitizm iddiasıyla çelişik olarak, 12 Mart ‘71 ve 12 Eylül ‘80 darbecileri Kemalizmden nasıl da uzaklaştıklarının gayet farkındalardı. Nasıl olmasınlar; her ikisinde de düşman belledikleri siyasal ve sınıfsal rakiplerinin karşısına dincileri çıkarttılar, arkalarına da emperyalizmi aldılar. Şu paşa öbüründen daha dinci olabilir, diğeri Atatürk’e bağlılığını bir biçimde ruhunda saklamış olabilir; bunların önemi yok. Darbeciler Kemalizmin ve Cumhuriyetin temel özelliklerinden ikisiyle kavgalıydılar. Bunlar laiklik ve bağımsızlıkçılıktır. 

AKP’nin elitlere havale ettiği Kemalizmin, kurucu önderin hayatta olduğu dönem ciddi bir toplumsal destek ve halk beklentisiyle varlığını sürdürdüğü ise açıktır. Bu, sadece, her yeni kuruluşa eşlik etmesi kaçınılmaz olan hegemonyanın, yine kaçınılmaz olarak içerdiği “zor” unsuruyla açıklanamaz. Elbette saltanatın tasfiyesi, kamucu ve bağımsız bir rotada modern bir ulus-devletin inşası, hele uzun savaş ve kriz yıllarından sonra, güçlü bir merkezin sağlam bir hegemonyası olmaksızın gerçekleştirilemezdi... Kaldı ki, bu dönüşümlerin arkasında da onlarca yıllık aydınlanma mücadeleleri vardı. 

Özetle kimse okuma yazma seferberliğine kalkışan, salgın hastalıklara karşı kampanya yürüten, kadın haklarını toplumsal gündeme ve hukuka sokan bir iktidarı, kısa yoldan baskıcılıkla yargılayamaz.  “Hakları olan yurttaş” ile “padişahın tebaası” arasındaki fark, aydınlanmacı modernleşme ile gerici gelenekselcilik arasındaki çatışma, ortaya çıkan destek ve beklentinin, yani toplumsal enerjinin asıl kaynağıdır. 

Bu enerji, iktidar blokunun içinde geniş bir yer dolduran mülk sahibi sınıflar tarafından söndürülmüştür. Hele birbirine eklenen İkinci Dünya Savaşı, Soğuk Savaş ve Demokrat Parti rejimi dönemleri, dinci gericiliğin ve gerici örgütlenmenin salıverilmesine, emperyalizm yandaşlığının normalleşmesine, antikomünizmin en tepeye yazılmasına, sermaye yağmacılığının gemi azıya almasına sahne olur.  

1960’larda ise hem bir Kemalist restorasyon hem de toplumsal bir sola yöneliş birlikte yaşandı. Ancak Kemalizmin bir ayağını bastığı Ordu, sermaye sınıfı, NATO ve gericilik tarafından hızla kuşatıldı. Solsa önceki Tevkifatlarla karşılaştırılamayacak şiddette bir terör uygulamasıyla durduruldu. Kemalizm cenahında kavga, 1971’de solun TSK’daki yansılarının kazınmasıyla geriye doğru bir yön kazanacak ve 1980’de tamamlanacaktı. 

Gardırop Atatürkçülüğü terimi de, Kemalizmin solla temas ettiği dönemin kapanmasıyla anlamını yitirdi. Kurtuluş ve kuruluşa vitrin niyetine gönderme yapılsa da, 1980 sonrasında resmi ideoloji “Türk-İslam sentezi” oldu. ANAP’la beraber piyasacılık kamuculuğu bertaraf etti. Artık yılların devletçileri bile özelleştirmelere yarım ağızla karşı çıkılabiliyordu. Türkiye’nin kapitalist dünyayla bütünleşmesi söylemi bir sabah duasına döndü ve geçmişin bağımsızlıkçılığı mahkûm edildi. En sonunda, AKP, Atatürk dönemini içerde bir parantez, dışarıda pısırıklık olarak gördüğünü dile getirmeye cüret etti. Artık bu tabloda gardıroba bile yer yoktu. 

Bu bir karşıdevrim sürecidir. Kemalizm ve 1960’larda uyanan ilerici dinamikler ve onları temsil eden devrimci, sosyalist, komünist akımlar, karşıdevrimin “tasfiye edilecekler listesine” eşzamanlı olarak yazılmıştır.

Sorsanız faşist darbeciler, özelleştirmeciler, şeriatçılar, Amerikancılar, Avrupacılar kendilerini Atatürkçü olarak takdim edebilir. Zaten sermayenin bayram klasiği olarak Atatürk’lü reklam spotları böyle demektedir! 

Kemalizmin dört başı mamur, sınır çizgileri gayet belirgin bir ideoloji olmadığını herkes kabul edecektir. Söz konusu hareket bir aydınlanma ve ulusal kurtuluş mücadelesi deneyimidir. Dolayısıyla esasen pratiğe ilişkindir, reel politik ve pragmatiktir. İçinde ideolojik geçişkenlikler barındırır… Dedik ya, kapitalizmin ufkunun ötesine geçmeyen, Cumhuriyet değerlerini eşitlik çapasına bağlamayan bir hareket için bu durum kaçınılmazdır. 

Ama bütün bunlar ilkelerinin olmadığı anlamına gelmez. Kemalizm bir oportünizm değildir. Laikliğin ve bağımsızlığın birer erdem olmaktan çıktığı noktada Kemalistliğin de olamayacağını başlangıç noktası olarak alabiliriz. “Dinci Kemalizm” olmaz. “İşbirlikçi Kemalizm” olmaz…

Bunca yenilginin ardından bugün bir “halk Kemalizmi” geri dönmüşse, bir alan temizliği hem zorunlu ihtiyaçtır, hem de bunun sağlıklı biçimde yapılması için ortam elverişlidir. Şimdi başlangıç noktasının ötesine yürünebilir, yürünmelidir. 

Kemalizmi budamaya ve tasfiyeye dönük operasyonun bilinçli ve zorlama olduğunu söylemiştim. Geri dönüşün kendiliğinden ve organik olması, Cumhuriyet Devriminin Türkiye’nin formasyonunda, insanların gündelik yaşantısında kök salmış olduğunun kanıtıdır. Ancak bu nesnelliğe yaslanılamaz. Sözünü ettiğim alan temizliği de bilinçli bir mücadele olarak yürütülmek zorundadır. Bu mücadelede en büyük dayanağımız alanlara sığmayan halk kitlelerinin varlığıdır. En büyük zaafsa aynı kitlelerin örgütsüzlüğü. Bu zaaf ancak sol tarafından giderilebilir. 


https://haber.sol.org.tr

Aydemir GÜLER | Tüm Yazıları
Hits: 50568