ROUSSEAU`DAN KABOĞLU`NA

~ 12.11.2024, Av. Zeynep Yılmazer ~

Ekim ayı içerisinde 1136 sayılı yasa hükümleri gereğince barolara yüklenen görev ve sorumlulukları yerine getirmek üzere tüm barolar başkan ve yönetim kurulu üyelerini seçtiler. Altmışbini aşkın mensubu ile dünyanın en büyük ve Türkiye’nin en etkili barolarından olan İstanbul Barosu Başkanlığı’na da Anayasa Hukuku profesörü Sayın İbrahim Kaboğlu seçildi.

Değerli üstadım Başar Yaltı’nın “Talihsiz Bir Başlangıç” isimli yazısının verdiği ilham ve cesaretle bu yazıyı kaleme aldığımı öncelikle belirtmeliyim. Üstadım Başar Yaltı’nın ifade ettiği gibi; “Emperyalizmin klasik oyunudur, bir şeyi ona en çok karşı olanlara yaptırmak…”

Seçim öncesi dönemde, Sayın Kaboğlu’nun adaylığını destekleyen İstanbul Barosu mensupları arasında en çok savunulan görüş; ülkenin gündeminde bir anayasa değişikliğinin söz konusu olduğu, böyle bir dönemde de İstanbul Barosu gibi köklü bir kurumun başkanlığında bir anayasa hukuku profesörünün bulunmasının en doğru çözüm olacağı yönündeydi. 

Sayın Prof. Dr. İbrahim Kaboğlu da seçildiği güne bu beklentileri karşılayacak şekilde  anayasanın ilk üç maddesine “olumlu yönde” dokunulabileceğini belirterek başlamıştı. 

Hafıza-i beşer nisyanla maluldür. Bizim içinse; adeta yaşam şeklimizin alametifarikası haline gelmiştir. Kısaca hatırlayacak olursak;

2010 anayasa değişikliği ile tamamen hayır denmesi gereken düzenlemeler ile “olumlu anlamda” kabul edilebilecek düzenlemeler aynı torbanın içerisinde halkın referandumuna sunulmuş, olumlu birkaç düzenlemenin vitrini arkasında yargı erkinin vesayet altına alınmasının önü açılmıştır. Yargı bağımsızlığı, hakimlik teminatı her ne kadar anayasal bir düzenleme olsa da fiilen ortadan kalkmıştır.

2017 anayasa değişikliği ile anayasa maddelerinin değiştirilmesine ilişkin usul yoluyla ülkenin yönetim sistemi değiştirilmiş aslında ve esasında anayasanın değiştirilemez nitelikteki hükümlerinin özüne “olumsuz anlamda” dokunulmuştur!

Bir anayasa hukuku profesörü olan Burhan Kuzu’nun öncülüğünde oluşturulan partili “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” adı altında sunulan tek adamlık rejimi ile fiilen egemenliğin halktan alındığı yürütmenin iradesine teslim edildiği, kabul etmekten korktuğumuz gerçeğin kendisidir. Anayasaya karşı anayasanın hükümleri dolanılmıştır.

Kuvvetler ayrılığı fiilen ortadan kalkmış, yargı vesayet alına alınmış, yürütme de işlevsiz bırakılarak ülke yönetimi tek adamlı bir merkeziyetçilikte toplanmıştır. Bu yönetim şeklinin de sürdürülemez olduğu maalesef 6 Şubat 2023 tarihinde yaşadığımız büyük felaketle ispatlanmış, insanlık adına da söylenebilecek hiçbir sözümüz kalmamıştır.

Gelinen noktada, gündemde bulunan anayasa değişikliğinin ülkenin üniter yapısına ilişkin olduğu da apaçık ortadadır.

Konuyu ülkenin gündemindeki anayasa değişikliğine, Rousseau ve Sayın Kaboğlu’na bağlayacak olur isek;

Bugün bir Avrupa aydınlanmasından, Fransız devriminden, anayasa hukuku ve halk egemen ulus devletlerden bahsedebiliyorsak kuşkusuz ki, bu konuda tarihe geçmiş en önemli düşünürlerden birisi Jean Jacques Rousseau’dur. Rousseau, Fransız Devriminden sonra hayal ettiği siyasal sistemi anlattığı “Toplum Sözleşmesi” adlı eseri ile mahkum edilmiştir. Vatandaşlık bilinci oluşturmak amacıyla olması gereken eğitim sistemini kaleme aldığı “Emile” isimli eseriyle de dine ilişkin görüşlerinden dolayı mahkum edilmiştir.

Rousseau, yaşamının son günlerinde, hissettiği hayal kırıklığı ve sırtından hançerlenmişlik hisleri ile adını dahi değiştirmek zorunda kalarak tek başına yürümüş, krallık rejimine karşı düşüncelerini anlatamamış olmanın verdiği derin yalnızlık ile yazmaya başladığı “Yalnız Gezerin Düşleri” adlı eserini tamamlayamadan hayata veda etmiş, maalesef ölümünden 10 yıl sonra gerçekleşecek Fransız İhtilalini görememiştir.

Yalnız Gezerin Düşleri adlı eserinin ilk satırları dikkat çekici şekilde hüzünlüdür.

“İnsanların en seveceni, en cana yakını bu insanların arasından sözbirliği ile çıkarıldı, bunlar düşmanlıklarını hainliğin son sınırına götürerek duyarlı ruhuma hangi üzüntünün daha çok dokunabileceğini araştırdılar ve beni kendileri ile birleştiren bağların hepsini kesip attılar, kendileri istemese de, onları sevebilecektim; sevgimden ancak insan olmaktan çıkmak yoluyla kurtuldular”

Aradan geçen neredeyse 3 asırlık zaman bize göstermiştir ki; Rousseau bugün hala varoluşçu düşünürlere rehber olmaya devam etmektedir. Olanın kabullenilmiş çaresizliği içerisinde, olması gerekeni, ideali anlatmaya çalışmak çok zor ama imkansız değildir.

Sayın Kaboğlu’da yargılanmış, yıllarını adadığı akademiden uzaklaştırılmış, kendi hakkını savunmak zorunda bırakılmış bir anayasa hukuku profesörüdür.

Sübjektif akıl, hitap ettiği kitlenin menfaatlerine hizmet eder.

Objektif akıl ise toplumun ortak değer ve menfaatlerine…

Egemenliğin kayıtsız şartsız millete ait olduğu laik, sosyal, hukuk devleti fiilen askıya alınmışken, anayasaya aykırı usul ve işlere her gün bir yenisi eklenmekteyken, eşitlerin üstünü Yargı Erkinin üç sacayağından geriye sallanarak da olsa ayakta durabilen bir tek Bağımsız Barolar kalmıştır.

Çoklu baroların önünü açan düzenlemeler, bölünerek çoğalan seçim grupları, seçimlere katılımın düşüklüğü, temsilde adalet eksikliği, kalitesiz hukuk eğitimi, hızla artan avukat sayısı ve mesleğin pek çok sorunu dikkate alındığında maalesef durum Barolar için de hiç iç açıcı görünmemektedir.

Hal böyle iken; bu Cumhuriyete ve Kurucu Önder Atatürk’e karşı bir vicdan borcu olduğunu hisseden İstanbul Barosu mensubu bir avukat olarak İstanbul Barosu Başkanı Sayın Prof. Dr. İbrahim Kaboğlu’na naçizane önerim şu olabilir.

Henüz başındayken, henüz zaman varken…

Bir gün Rousseau’nun hissettiği hayal kırıklığı, sırtından hançerlenmişlik ve yalnızlık hissini taşımak istemiyorsanız;  altmışbini aşkın İstanbul Barosu avukatını, tüm Türkiye avukatlarını evrensel hukuki değerler ve kurucu iradenin ortak ilkeleri altında birleştiren, harekete geçirebilen güçlü bir İstanbul Barosu oluşturmayı seçebilirsiniz.

Baroların bu umutsuzluk ortamından çıkmasını talep eden, bu ülkeye bir vefa borcu hisseden, özünde adalet, hakkaniyet, vicdan duyguları taşıyan, aralarında sizin de yetişmesine katkıda bulunduğunuz binlerce hukukçu var…

Av. Zeynep Yılmazer | Tüm Yazıları
Hits: 64146