Trump’ın uygulamaya soktuğu gümrük tarifeleri şokuyla gündeme gelen ticaret savaşlarının jeopolitik etkileri genellikle ABD ve Batı merkezli düzen açısından değerlendiriliyor. Ben burada, gelişmeleri, ABD’nin birinci dereceden rakibi ve geleceğin hegemonya adayı Çin açısından düşünmeye çalışacağım.
2025 yılında Trump’ın ikinci başkanlık döneminde uygulamaya konulan tarifeler, Çin’e karşı 2018’deki, ilk gümrük tarifeleri denemesinin çok ötesine geçerek ABD’nin yapısal, kalıcı bir ekonomik savaş başlattığını düşündürdü. Elektrikli araçlar, yapay zekâ donanımı, kuantum bilgisayarı, yeşil enerji ekipmanları, elektrikli taşıtlar gibi çağın stratejik alanlarına getirilen bu tarifeler aklıma “Üç Kütle Problemi” başlıklı ünlü Çin bilimkurgu romanını getirdi. Bu romanda, kendi uygarlıkları çökmeye başlayan uzaylılar, yerleşmek üzere dünyaya doğru yola çıkıyorlar. Ancak amaçları istila ve soykırım olduğundan, dünyadaki teknolojik gelişme hızından korkuyorlar (Ya teknolojik kapasiteleri bizi geçerse?) ve gelmeden önce teknolojik gelişmeyi durdurmaya çalışıyorlar. Trump tarifeleri de Çin’in, teknolojik gelişme sürecini yavaşlatarak ABD hegemonyasına direnme kapasitesini kırmayı amaçlıyor. Doğal olarak da Pekin, bu tarifeleri serbest ticaretten sıradan bir sapma, salt bir ekonomik ticaret savaşı olarak değil, ABD hegemonyasının “kıskacının” sistematikleşmesi olarak yorumluyor.
KARŞI HAMLE
ABD’nin 2018’deki, ilk gümrük tarifeleri uygulamasından sonra Çin, ticaret ve teknoloji alanında Batı’ya bağımlılığını azaltacak bir, “kısmi özerklik” hedefliyordu. Bu kez, Çin’in, Yuan bazlı ticaretin yaygınlaştırılması, BRICS+ yapısının güçlendirilmesi ve Güney ülkelerinin bu çerçeveye dahil edilmesi, ABD tahvillerinin satılarak stratejik ortaklarla ikili para sistemine geçilmesi, Kore, Tayvan gibi ABD’ye bağımlı ekonomilere baskı uygulanması gibi alanlarda aktif bir karşı stratejiyi gündeme getirmeye başladığını düşünmek olanaklı.
Çin’in bu karşı stratejisi, 21. yüzyılın büyük güç rekabetinde yapay zekâ (AI) ve yarı iletkenler (çipler), alanındaki gelişmelerin, sadece ekonomik kalkınmanın değil, aynı zamanda ulusal egemenliğin ve küresel jeopolitik etkinliğin temel araçları haline geldiği gerçeğine dayanıyor. Bu strateji, yapay zekâ ve yarı iletkenlere ilişkin teknolojilere, kıymetli minerallerin çıkarımına ve işlenmesine artık birer milli güvenlik meselesi olarak bakıyor. Bu anlayışla Çin için, pazar payı elde etmenin, kimi stratejik minerallerin tedarikinin denetlenmesinin ötesinde, çip, yapay zekâ ve kuantum bilişim, yeşil sanayileşme, altyapı alanlarında bilimsel teknolojik gelişimin küresel lideri konumuna yükselmeyi amaçlıyor.
Bu açıdan bakınca da tarifeler, Tayvan üzerinden yürütülen teknoloji savaşıyla birleşiyor, ABD’nin Tayvan’a verdiği teknoloji ve askeri destek, Çin tarafından “sınır aşımı” olarak algılanıyor; TSMC gibi şirketlerin çip üretiminde oynadığı rol, Tayvan’ı sadece siyasi değil, jeoteknolojik bir cephe haline getiriyor.
Teknolojik gelişme alanında başlayan adeta bir “yeni soğuk savaşı” andıran ortamda, iki kutuplu bir yeni sistemin şekillenmekte olduğunu düşündüren veriler hızla birikiyor. Bir tarafta ABD liderliğinde, geleceği hızla belirsizleşmekte olan AB ve NATO ekonomisi, diğer taraftan Çin liderliği altında toplanmaya başlayan BRICS bloku.
Bu kutupların, ekonomik siyasi yansımaları da Çin-Rusya-Hindistanİran-Güney ekonomilerinin oluşturduğu BRICS+ blokunun, ABD liderliğinde NATO tipi liberal tedarik zincirlerinden neoliberal ekonomiden ve liberal demokrasiden farklı ekonomik siyasi şekillenmeleri olarak karşımıza çıkıyor.
Batı merkezli emperyalist sistem içinde tarihsel olarak geri bıraktırılmış bağımlı ülkelerin egemen sınıfları da ABD sistemine dahil olmaktansa artan oranda, Çin’in altyapı, kredi ve siyasi bağımsızlık vaat eden sistemine yöneliyorlar.
2025 yılının, Trump tarifeleri, Çin tarafında, salt bir “uyarı” değil, adeta bir nihai sinyal, neoliberal liberal düzenin sonu ve “post-American” (Amerika sonrası) bir çağın doğuşu olarak okunuyor. Çin, kendini, misyonunu, ABD merkezli düzen yıkılırken onun yerini alacak, yeni bir düzenin kurucu gücü olarak görüyor.