Sihirli kavramlar

~ 16.07.2025, Aydemir GÜLER ~

Barış ve demokrasinin birilerinin çıkarına çalıştığını ortaya atan solun kendisidir. Ancak tarihsel yanıt ile güncel yanıt arasında devasa bir açı var. Sol dendiğinde artık büyülenmesi kolay bir şeyle karşı karşıyayız!

Barış ve demokrasi kavramları dokunulmaz mıdır? Siyasette geniş kesimlerin son gelişmeler karşısında bu sözcüklerin sihrine kapıldığı görülüyor.

Kürt sorununun yeni çözüm sürecinde taraflardan birine ait olan bu kavram ikilisinin, “doğası gereği” siyasetin sol kulvarına seslendiği kabul ediliyor. Peki, sol, “kimin barışı”, “kimin için demokrasi” diye sorma yeteneğinden yoksun bir akım mıdır?

O kadar haksızlık etmeyelim. Zira barış ve demokrasinin birilerinin çıkarına çalıştığını ortaya atan solun kendisidir. Ancak tarihsel yanıt ile güncel yanıt arasında devasa bir açı var. Sol dendiğinde artık büyülenmesi kolay bir şeyle karşı karşıyayız!

Ama o zaman “hangi sol” sorusu öne alınmak durumundadır.

Tarihsel yanıtı verebilen sol, verili toplumun sınıfsal eşitsizlikler üstüne yükseldiği tezini temel almıştı. Kaynağı Büyük Fransız Devrimi zamanına kadar götürülen “Kulübelere barış, saraylara savaş”tır, o solu karakterize eden. 1970’lerin sonlarında duvarlara yazılama olmuştu aynı gelenek: “Savaşa karşı barış, barış için savaş!”

Barış ve demokrasi büyük sözcüklerdir. Sol, demokrasiyi emekçi halkın siyasete örgütlü katılımı olarak sahiplenir. Sol, barışı, egemenlikleri uğruna savaş çıkartanların etkisizleştirilmesi mücadelesi olarak sahiplenir. Bu içerikte olmadıkları zaman her iki sloganın da yalana dönüştüğü solun büyük tezidir.

Ne var ki, dünyayı sınıf mücadeleleriyle açıklamanın aşıldığı iddiası bu geleneği siyasi yenilgiye uğrattı. Bizde 1980’de, dünyada 1990’ların başında… Teorik doğruluğuna hiçbir şeyin halel düşürmeyeceği “sınıfçılık” modası geçmiş sayıldı. Barış, demokrasi ve benzeri kavramlar “sınıflara indirgenemezdi.” Liberalizm solu istila ediyordu…

2025 itibariyle sol-liberalizm yeni bir ataktadır. Bir kez daha arkasına kutsal kavramları ve barışsız, demokrasisiz on yılların acılarından süzülen kanlı, kasvetli bir yorgunluğu almıştır.

Oysa onlarca yıl önce, ABD merkezli emperyalist sistem, 20. yüzyılda iki dünya savaşının sonuçlarıyla çizilen Ortadoğu haritasını altüst edeceğini ilan etmişti. Sloganlar yeni dünya düzeninden medeniyetler savaşına, Büyük Ortadoğu Projesi’nden küreselleşmeye değişse de, işin özü emperyalizmin emekçi insanlık tarafından başına sarılan bütün belaları ve pürüzleri kökten süpürme kararlılığıydı. Yüzyıl dönemecinde bunun artık mümkün olduğuna kesin kanaat getirmişlerdi.

Türkiye’de ise bu geriye dönüş projesinin en aptalca adlandırmalarından biri öne çıkarıldı: Yeni-Osmanlıcılık. Uzun bir yayılmacılık döneminin çökmesinin ardından Türkiye’nin dokularına en uygun konsept “yurtta barış – dünyada barış” haline gelmiştir. Türk siyasal İslamcıları hariç, buradan geriye dönüş heyecan değil endişe yaratır. Komşu halklar söz konusu olduğunda ise, bir eski rejimin emperyal yayılmacı vaatlerinin sempatiyle karşılanması olanaksızdır.

Yeni-Osmanlıcılık bu toplumsal durumu değiştirmeye çabalıyor. Yol aldıkları açıktır.

Liberalizmin istila ettiği sol, Kürt siyasetinin şemsiyesi sayesinde daha kolay kapsandı. Solun gücü ne kadardı ki, demeyin. Gücünden bağımsız olarak, sol toplumsal vicdandır ve ona onaylattırılmayan projeler ölü doğar.

Öte tarafta, eğer CHP medyası CHP’yi temsil ediyorsa, adı geçen partinin en ağır baskılarla kuşatıldığı bir momentte, bu da oluyor! Bahçeli’nin önerdiği komisyonu “Meclis zemini” diye kabul diyen muhalefetin, şimdi Osmanlı’ya dönüş yoluna “Kürt seçmenleri AKP’ye bırakmamak” adına girmesi beklenir. Tabii barış diye, demokrasi diye…

Silahların sembolik olarak bir ateşe atılması ise manidar, doğrusu. ABD’nin ilk Bağdat bombardımanı Kürdistan dağlarında yakılan Newroz ateşlerine denk getirilmişti. Türk ve Kürt kimliklerinin İslam’da buluşturulmaları ise olsa olsa bölgedeki ateşi harlar. Sünni barışı, Sünni olmayanlara cihattır. ABD barışı, İsrail’in katliam yapması, süngüsü düşen komşularında üs kurmasıdır. Kutlanan barışın arkasında İran’ın kuşatılması sırıtmaktadır…

Yalnız, bu gerçek Türkiye’nin Cumhuriyetçi kesimlerince algılanmakta, belki çok geniş kesimlerden söz ederken daha uygun düşecek bir sözcükle, duyumsanmaktadır. Tarikat ve aşiret düzenini öven, derin yoksulluktan zerre şikâyeti olmayan, modernleşmenin bütün görüngülerine karşı nefreti örgütleyen kesimlerin güçlenmesinden büyük endişe duyanlar var. Söz konusu olan, kimilerinin kendi paylarına rahatsızlık duymasının ötesinde bir toplumsal çözülüş kâbusudur. Kâbus karşısında, barış ve demokrasi demagojiye indirgenmektedir.

Bu endişenin giderilmesi için, başka büyülere ihtiyaç vardı. Bahçeli’nin “iç cepheyi güçlendirme” tezi de budur. “Yerli ve milli” olma iddiasındaki siyasi iktidarın, emperyalizmin bölgeyi lime lime ederek biçimlendirme stratejisine karşı bir alternatifi temsil edebileceğine inanmaya eğilimli “cumhuriyetçiler” hemen ortaya çıktı!

Bir bakıma, AKP ittifakının eski tip cumhuriyetçilikle bir benzerlik yakaladığı yanlış değil. Sağ-cumhuriyetçilik veya sağ-kemalizm, Türkiye’nin varlığını ancak emperyalizmle bütünleşerek koruyacağını savunagelmiştir. Amerikan-Sovyet dengelerinde nefes alıp verirken NATO’nun en ileri karakolluğuna soyunarak örülen bir “bağımsızlık” stratejisiydi bu! Bugünküler ise “iç cepheyi güçlendirmek” adına emperyalizme mutlak uyum sağlamaya bakıyorlar.

Birincisi, hasbelkader, altını oyup durduğu Türkiye Cumhuriyeti’ne aitti. Şimdiki, İttihatçıların Osmanlı’nın batışına imza atan macerasını hatırlatıyor.


https://haber.sol.org.tr

Aydemir GÜLER | Tüm Yazıları
Hits: 1178