Anayasa bahane, başkanlık şahane...

“Meclis sistemi çalışmıyor; çünkü askerlerin ürünü...”. C. Amanpour’un başkanlık rejimi üzerine sorusuna yanıt verirken böyle bir cümle telaffuz etti sn. Davutoğlu. Şöyle düşünülebilir: Bu görüş, tartışmaya bile değmez; o denli hamasi ve sıradan ki!

Ne var ki, bunu söyleyen kişinin başkanı olduğu parti, askerlerin ürünü olarak nitelediği Meclis’te 13 yıldır sahip olduğu çoğunlukla yönetimde. Öyle ki, sayısal üstünlüğü dilediği yasayı kabul ettirmek için yeterli olduğu halde, üyeleri yumruk ve tekme kullanma “mahareti”ni de sıkça sergiledi.

Öte yandan, yüzde 10 barajı en çok sahiplenen parti olarak, “biz getirmedik” gerekçesiyle, toplumu ebleh yerine koyan da yine kendileri idi.

TBMM: 1982 ve sonrası
TBMM’nin konumu, “daha az demokrasi” anlayışını yansıtır 1982 Anayasası’nda. Bu kusur, 1987 ve 1995 değişikliklerinde kısmen de olsa giderildi: seçmen yaşı, 21’den 18’e indirildi; TBMM üye sayısı, 400’den 550’ye çıkarıldı.
Buna 2007 değişikliği de eklenebilir: seçim süresi, 5 yıldan 4 yıla indirildi.

1982 ruhu ve AK Parti
2007’nin öteki yüzü de var: CB’yi seçme yetkisi TBMM’den alındı. Böylece, TBMM’nin konumunu zayıflatırken, kutuplaştırıcı ve çatışmacı bir toplumsal ortam yaratma riskini beraberinde getiren bir düzenleme yaptı. Şimdi, 2007 değişikliğinin getirdiklerinden yakınan da, değişiklik mimarları.
Öte yandan, 1982 Anayasası’nın “yasama istikrarı” öngören maddelerini işletmeyen de kendisi. Md. 116, TBMM’yi fesih tehdidiyle “Hükümetin kurulması”nı amaçladığı halde; tam tersine Hükümet kurdurulmayarak seçimler yenilendi.

Kuşkusuz, AK Parti’nin savaş açtığı madde sayısı hayli kabarık: örneğin, yargı bağımsızlığı öngören md.138’i çökerten de, bunu itiraf eden de Parti “kurmayları” …

Buna karşılık, AK Parti’nin “ölümüne sarıldığı” madde sayısı da az değil: örneğin, “Din kültürü ve ahlâk öğretimi ilk ve ortaöğretim kurumlarında okutulan zorunlu dersler arasında yer alır”(md.24/4). Avrupa Mahkemesi (İHAM), iki kez ihlal kararı verdiği halde, bunların gereklerini yerine getirmek bir yana, tam tersine, ders programlarını yeni din dersleriyle bezedi. Yine, nüfus cüzdanından din hanesinin çıkarılması gerektiğini öngören İHAM kararı üzerinden yaklaşık 6 yıl geçti. Kısacası, Hükümet, din özgürlüğü ve laiklikle ilgili hiçbir İHAM kararını uygulamadı.

Koalisyon yapmamak amacıyla yapılan görüşmelerin ardından, CHP, imam-hatip konusunun gündeme gelmediğini vurguladı. Buna karşılık, sn. Davutoğlu, “eğitim reformuna dokundurtmayız” dedi. Bunun anlamı şu: belli bir mezhep temelinde dinsel eğitimi (daha doğrusu koşullandırmayı) yaygınlaştıran sistemi ne pahasına olursa olsun muhafaza etme iradesi.

“2023 vizyonu” ve derin çatışma
Kişiye endeksli başkanlık rejimi dayatması, bir toplum mühendisliği projesi. Buna, “pozitivizm rövanşı” da denebilir. “Hayatta en hakiki mürşit ilimdir” sözü ve uygulamasına karşı, “hayatta en hakiki mürşit, İslâm dininin Sünni versiyonu olup; bunun da, imam-hatip anlayışıyla şekillendirilmesidir.” zihniyetini hâkim kılmak.

Bunun “2023 vizyonu” bağlamında ifadesi, din özgürlüğü ve laikliği adım adım ortadan kaldırmak. Kuşkusuz, yine Anayasa’da şeklen kalacak; ama uygulama, yeşil tonu hakim olan örtülü bir “toptancı rejim” şekline dönüşecektir.

En deneyimli parti
Böyle bir misyon baskın gelmeseydi, AK Parti, “taklit yolu” ile “kişi için rejim arayışı” yerine, parlamenter rejimi, hesap soran demokrasi ve hesap veren yönetim hedefinde işler kılmak için yola çıkardı. Üstelik, bu konuda hayli deneyimli; 1982 Anayasasını en uzun süreyle tek başına uygulayan Parti konumunda. Ne var ki, AK Parti kurmayları, bir yandan, Türkiye’yi çok iyi yönettiği iddiasını dillerine pelesenk ederken; öte yandan, olduğu kadarıyla parlamenter rejimi yıpratmak için her türlü söylem ve eylemi meşru gördü. “Koalisyon kaostur” sloganı ile ülkeyi gerçekten “kaos ortamı”na sürüklemekte sakınca görmeyen, kendileri değil mi?

Direnme hakkı
Sonuç olarak, “külliye güdümü” altındaki çoğunluk Partisi, kişiye özgü başkanlık rejimi için “anayasal takiyye” içinde. Köklü bir siyasal rejim değişikliği için hiçbir ciddi ve inandırıcı gerekçe ortaya koyamayan zevat, yeni anayasa adı altında, toplumu saraylı zihniyeti yönünde 2023’e kadar dönüştürmek için, hayli bayatlamış olan gündem maddesi ile - kendi seçmenleri dahil- kamuoyunu yeniden meşgul etmeye başladı.

Bu ve benzeri dayatmalara karşı koymak için yoğun bir fikri tartışma ortamına ihtiyacımız var; direnme hakkını da kapsayacak şekilde.

 

 

Prof. Dr. İbrahim Ö. KABOĞLU | Tüm Yazıları
Hits: 1425