Öyle denk gelir ki bazen, sistemin bütün çelişkileri bir prizmadan geçip tek bir noktada odaklanır. Güneş ışınları dağılmakta ve her tarafa değmektedir. Ama bir cam parçası vardır; ona denk gelen aynı ışınlar kırılır, yön değiştirir ve birlikte üşüştükleri noktayı olağanın ötesinde ısıtırlar, hatta yakarlar.
Tayyip Erdoğan figürü birkaç yıl önce öyleydi. Dinsel taassup mu, onun sözleri yetiyordu. Gençleri aşağılamak mı, başkasına bakmaya gerek yoktu. Yolsuzluk mu, kim yapmış olursa olsun tüm bağlantılar aynı kişiyi gösteriyor ve zaten o da üstlenip savunuyordu. Kadınları hedef göstermekte diğerleri figüran, o başoyuncuydu. İş cinayeti mi oldu, ölenin bunu hak ettiğini bağıra çağıra o söylüyordu…
Madem öyle, şerefine içilecek isim de o olacaktı elbette. Üniversiteye sokulmayacak olan da oydu. Sömürünün simgesini başka yerde aramaya ne gerek vardı? Ya da savaş politikalarının sorumlusunu göstermek için…
Burada Erdoğan bir birey, etkili bir birey olmaktan çıkıyor, devam etmemesi gereken, reddedilmesi ve boyun eğilmemesi gereken düzenin simgesi haline geliyordu. Tayyip diye başlayan seslenmeler ülkede egemen gerici sömürü düzeninin herhangi bir parçasını dışarda bırakmaksızın bir bütünü hedef alıyordu.
Bu tür bir hedef daraltma siyasette odaklanmaktır. Mücadele tüm gücünü, güneş bütün ışınlarını o mercekten geçirir. Etkiniz artar. Karşı tarafın zayıf noktasını yakalamışsınızdır.
Sonra Erdoğan bu yalnızlığı kırdı. Cumhurbaşkanlığının bu anlama geleceğini düşünenler vardı; ondan söz etmiyorum. Erdoğan sözcüğün her iki anlamıyla sorumsuz ve dolayısıyla korunaklı bir makama tırmanıp paçayı sıyırmış değildir. Adam gerici saldırganlığın en ön safında yürümeye devam etti.
Değişen mercektir. Ya da tersine çevirdiler. Işınlar Erdoğan’dan geçtiğinde bir odakta buluşmak yerine, tersine dağılıyor. Erdoğan hedefi artık düzenin bütününü temsil etmiyor. Ben de şu fizik analojisini bir kenara bırakayım…
Geniş anlamıyla Türkiye egemen güçleri Erdoğan’ın -temsil gücü sınırsız olan- yalnızlığının verdiği zararı telafi etmeye dönük bir manevra yaptılar. “Tayyip istifa” sloganı artık hepsinin yıkımı anlamına gelmeyecekti. “Parlamentonun ne suçu vardı?” Daha doğrusu bir diktatöre karşı çıkmak için Meclisi töhmet altına sokmak yanlış olurdu. Bu tez muhalefet partilerinin, Tüsiad’ın, AKP’ci olmayan merkez medyanın ortak teziydi. Haziran Direnişi süregiderken ortaya atıldı ve tuttu. Şimdilerde sorumlu davranmak deniyor buna…
Adam gerici diye dinsiz mi olacaktık yani! Gezi parkı civarındaki iftar sofraları tüm topluma bunu söyledi. CHP’nin cumhurbaşkanı adayı, sonra sadece bu partinin merkezinin değil, bütün örgüt yapısının bir müftüyü alıp baş tacı etmesi de bu anlama geldi. Modern Demirtaş’ın miting meydanlarında siyasete dini alabildiğine sokması da…
Batı Erdoğan’ı istemiyordu aslında. Tayyip’in bir Amerikan kuklası olduğu fikri muhalif saflarda yaygınlaşması en sınırlı olanlardan ve kafaların en karışık olduğu başlıklardan biriydi zaten. Bu kayıt bir yana, Erdoğan bir noktadan sonra Büyük veya Geniş Ortadoğu Projesini, emperyalizmin ileri karakolunu, bağımlılığı temsil etmez olmuştur.
Büyük burjuvazi de paçayı kurtardı. Geleneksel tekellerin AKP dönemini basbayağı zenginleşerek geçirdiklerinin neden birkaç bilim tutkunu sosyal bilimci dışında yalnızca soL gazetesi, soL portal, Gelenek dergisi ve geçen haftadan beri Boyun Eğme gazetesi tarafından ele alındığını sormayacak mıyız? Divan Otelinin Gezi direnişçilerine kapılarını açması övgü konusu edildi o sıcak günlerde. Koç grubu, olsa olsa kapılarını örtüp Erdoğan’ın sokulduğu pislik çukuruna kendini atacak kadar enayi olmadığı için kutlanabilirdi halbuki.
Türkiye’de bir süredir Davutoğlu AKP’sinin hükümet olsa da iktidar olamadığı anlatılıyor. Buna göre Erdoğan ve o daracık ekibi TSK ile işbirliği içinde yürütüyor arabayı. Hatta kimilerine göre TSK, AKP’nin zamanında devraldığı o etkili konumuna geri döndü bile… Bu tezlerin sadece kimleri suçladığına değil, kimlere af sinyali verdiğine de bakmak zorundayız.
Derdim anlaşılmıştır umarım. Devrimci siyaset bir dönem Erdoğan’ın kirli düzeni temsil ettiği gerçeğinden hareket etti ve doğrusunu yaptı. Bir süredir devrimci siyaset düzenin kirinin Erdoğan’la sınırlı olmadığını anlatmasıyla ayırt edilmektedir. Hedef daraltmak doğruydu. Artık düzeni aklamaya açılıyor o yol. Şimdi bütüne işaret etmenin zamanıdır.
Bu yaklaşım her zamankinden daha fazla, kendileri bir başka bütünlüğü temsil edenlerin ayrıcalığıdır. Yani sosyalist devrimcilerin.