Türkiye Denklemi
AKP’nin ve liderinin Türkiye’yi modernleştirmek, ülkemize gerçek demokrasiyi getirmek üzere adeta Allah tarafından özel bir misyonla gönderilmiş olduğuna inanan ya da öyle görünen omurgasız ve çıkarcı çok bilmişler kalabalığı için (belki bir tek Kürt sorunu dışında) çözümsüz herhangi bir sorun yok.
Onlar bakımından ülkemiz modernleşiyor ve demokratikleşiyor.
Ufak tefek yol kazaları ise nasıl olsa düzelecektir.
Halkımıza gelince, o büyük çoğunluğuyla günlük kaygılarına gömülmüş, yaşadığı sıkıntılara isyan edeceğine kaderdir deyip bu gününe şükrederek gün geçirmeyi sürdürüyor.
Onlar bakımından da büyük ölçekte herhangi bir sorun söz konusu değil.
Sorun, başta laiklik ve ulusal bağımsızlık olmak üzere Cumhuriyet değerlerinin, olduğu kadarıyla demokrasi birikimlerinin, emek ve yine olduğu kadarıyla emekçi haklarının elden gitmekte olduğunun kaygısını duyanlar için var.
Ülkenin bu çıkmazdan, bu sürüklenişten nasıl kurtulacağı, bunun için neler yapılması gerektiği konusunda kafa yoranlar, dertlenenler, uykuları kaçanlar bizleriz...
***
“Neden Hep Kaybediyoruz?” başlıklı geçen haftaki yazımda, kazananların ve kaybedenlerin kimler olduğunu kendimce sıralayarak konuya bir ucundan yaklaşmaya çalışmıştım.
Sözcükleri özenle seçip sakınganlıkla kullandığım dikkatinizden kaçmamıştır.
Çünkü “Türkiye denklemi”, hele sosyal bilimci olmayan, konuya sadece aydın sorumluluğu, olduğu kadarıyla bilgileri ve aynı zamanda da sezgileriyle yaklaşmaya çalışan biri için, kolayca üstesinden gelinebilecek bir sorun değil...
Yine de neler olabileceği, neler yapılması gerektiği konularında düşündüklerimi özetlemeye çalışayım...
***
Emperyalizmin (buna ABD’yle birlikte Avrupa Birliği de dahildir) Türkiye’ye AKP üzerinden dayattığı irade, cumhuriyetçi, bağımsızlıkçı ve emekten yana güçlerin işbirliği ile, dayanışması ile kırılabilir...
Birkaç gün önce gazetemizde Yunanistanlı bir sendika liderinin demecini okumuş olmalısınız.
Aynı zamanda dünya sendikal hareketinin de liderlerinden biri olan Yunanistanlı sendikacı, özetle, “AB bizi garson olarak görmek istiyor” dedikten sonra, “Nefes aldığımız hava dışında her şey özelleştirildi” diye ekliyor.
Bu saptamalar aynen Türkiye için de geçerlidir.
İşçi sınıfının, bütün emekçi kesimlerin örgütlü olduğu Yunanistan, emperyalizm engeli olmasa, sosyalist bir düzen kurmaya da yetecek birikime sahip bir ülkedir…
Türkiyemiz ise (1960’lı yıllarda bir nebze esintisini duyduğu) böyle bir hedefin henüz fersah fersah uzaklarında...
Öyleyse ne yapmalı?
***
“Türkiye denklemi”ndeki temel sorun, Millet Meclisi’ne girebilmiş siyasal partilerin ve grupların (belki bir tek BDP dışında) kimi, neyi, hangi sınıfı, hangi toplumsal kesimi temsil ettiğinin belirsizliğidir.
Tamamlanmamış bir burjuva devriminin sonrasında “demokrasi” adı altında girilmiş olan parlamenter popülizm dönemi ülkeyi bugünlere getirdi.
27 Mayıs 1960’ta atılan neşterin ömrü de ne yazık ki kısa oldu.
Benim bu sürecin şu son aşamalarında anlamakta en çok güçlük çektiğim, varlıklarını Cumhuriyet devrimine borçlu olan ulusal burjuva kesimlerinin (Koç’ların, Sabancı’ların ve benzerlerinin) AKP’ye nasıl bu kadar kolay teslim oldukları, DP-AP çizgisinin yerini AKP gibi radikal dinci, derme çatma, aslında yıkılması hiç de güç olmayan bir oluşumun almasına nasıl göz yumabildikleridir.
Bu edilgenlik bu çevrelerin kendi iplerini kendi elleriyle çekmesi anlamına da gelmiyor mu?
Öyleyse, Türkiye denkleminin çözümünün belki de birincil koşulu, AKP’nin karşısına, ciddi, dayanıklı, güçlü bir merkez-liberal oluşumun çıkmasıdır.
***
Bu durumda akla doğal olarak CHP ne olacak sorusu geliyor.
CHP henüz kimliğini tanımlayamamış bir parti.
Böyle bir karışıklıkta alabildiği yüzde yirmi altı oy bile büyük başarı sayılabilir.
CHP, kimliğini açık seçik tanımlamak ve gereklerini de yerine getirmek zorundadır.
Türkiye eninde sonunda parlamenter popülizmden çıkmak ve her siyasal oluşumun hangi toplumsal sınıf ve zümreleri temsil ettiğinin belirginleşeceği bir döneme girmek zorunda olacağı için, CHP’nin öncelikle netleşmesi, kimliğini tanımlaması gerekiyor.
Bu tanımda, başta laiklik olmak üzere Cumhuriyetin temel değerlerinin vazgeçilmezliği bence tartışma dışıdır.
***
Son olarak, 1960’ların Türkiye İşçi Partisi gibi toplumun kılcal damarlarına inmeye yetenekli bir sosyalist partiye özlemi dile getirmek gerekiyor.
Bu konularda düşünmeyi, yazmayı sürdüreceğim…
Bugün saat 15.30’da Eşme (Uşak) Kültür ve Sanat Festivali’ndeki, 30 Haziran Perşembe saat 21.00’de “Beşiktaş Buluşmaları” kapsamında Beşiktaş-Abbas Ağa Parkı’ndaki dinletilerimize okurlarımı bekliyorum.
(Cumhuriyet 25.06.2011)
Hits: 2599