Kutsanan yaşam ise barış, ölüm ise savaş

Türkiye halkının ezici çoğunluğu barıştan yana: Ölüme üzülüyor; öldürmeleri lanetliyor; yaşamı önemsiyor, asıl olanın ölüm değil yaşam olduğuna inanıyor; bunu açıkça veya örtülü bir biçimde dışavuruyor.

Azınlık ise ölümü kutsuyor: “Her şehit bir mühürdür”den, “Sabır acıdır ama meyvesi tatlıdır” nakaratına kadar... Öbür tarafa gelince; “Başka ne yapsın?” diyebiliyor; gerilla diyor; “Herkes elini tetikten çeksin” gibi homurtularla yetiniyor; ama bu “cinayet ağı”nı açıkça ve yüksek sesle lanetleyemiyor.

Yas tutma ve ifade özgürlüğü

32 gencin yaşamına mal olan 20 Temmuz Suruç Katliamı sonrasında, “ulusal yas ilânı” talebine karşı zamanın Hükümet Sözcüsü, ‘ulusal yası sıradanlaştırmamak gerek’ anlamında bir yanıt verdi. Öyle ya, 52 yurttaşın can verdiği Reyhanlı Katliamı sonrası bile yas ilân etmeyen hükümetin, “ulusal yas” için Suudi Kral Abdullah’ı beklediği ortaya çıktı.

Aradan bir ay kadar geçti: Yarbay Ali Alkan, yüzbaşı kardeşinin tabutu başında haklı ve meşru bir sorgulamada bulundu ölümler ve öldürmeler üzerine. Kendisi de namlunun ucunda olan yarbay, gencecik kardeşini uğurlarken “acı ve yas karışımı ifade özgürlüğü” kullandı; en doğal, en insan? hakkı.

Gelin görün ki, külliye müdavim ve yardakçıları, kullandıkları ifadelerde tam bir sorumsuzlukla yetinmeksizin, yarbay hakkında işlem yapılması için yarışa bile girdiler.

İktidarın iki yüzü

İşte bu “yarbay vak’ası”, iktidarın “iki yüzü”nü teşhir ediyor: Barış ister görünürken, savaşa tam gaz... Nasıl?

AK Parti 7 Haziran günü yaralandı; ama iktidarı o halde iken “can havli” ile tutmak için her yolu mubah gördü. Bunun için, “külliye güdümü” eşliğinde “temel kanun külliyen ve mütemadiyen” ihlâl edildi. ( Öyle ki, failler, “28 Şubat 1997 süreci”ni, hukuk dışı tasarruflarını meşrulaştırmak için kaldıraç olarak kullanmaya devam edebiliyor).

AK Parti hükümeti halâ işbaşında; belki de böylesi daha iyi. Hiç değilse sorumluluğu başkasına atamayacak...

7 Haziran-1 Kasım:
“Kara delik” mi?

Eğer PKK cephesi sahiplenmeseydi kalleşçe ve caniyane saldırıları, 90’lı yıllardaki gibi JİTEM ve Hizbullah benzeri saldırı kuşkuları öne çıkacaktı. Ne var ki, Külliye ve güdümündekilerin politikası ve kullandıkları araçlar, akan kanın artmasının “yaraları saracağı” beklentisini ele veriyor.

Bir yandan, yoğun saldırıların devam ettiği Güneydoğu’da “Anayasa dışı” özel güvenlik bölgeleri yaygınlaştırılırken; öte yandan, bütün ülkeye yönelik tuzaklarla dolu (fişleme talimatı da içeren Başbakanlık genelgesi dâhil) düzenlemelere ivme kazandırılıyor.

İç güvenlik kanununu uygulama yönetmeliğinden sonra, şimdi de “muhbirlik yönetmeliği” yürürlüğe kondu. Terör suç ve suçlularını ihbar edenler ödüllendirilecek buna göre... (Geçen yıllarda uygulanan ve büyük skandallara neden olan “gizli tanık” kepazeliği belleklerdeki tazeliğini korurken...). Kim kimi ihbar edecek, slogan atma veya pankart açma ile terör eylemi veya örgütünün özdeş görüldüğü bir ülkede?

Polis/ jandarma/ MİT/ TSK...

Hepsi görev başında... TSK Güneydoğu’da ve seferberlik benzeri ortam ve koşullarda… MİT yasasında yapılan ve mensuplarına ayrıcalıklar tanıyan değişiklikler yürürlükte. Üstelik, “özel güvenlik bölgeleri”nde mülki idare amirleri Anayasa dışı yetkiler kullanmakta. Dahası, AYM gündemindeki 6638 sayılı iç güvenlik yasası uygulama yönetmeliği, “Külliye iradesi” doğrultusunda hazırlandı... Peki şu halde neden “muhbirlik kurumu”?

Bunu PKK saldırıları ile gerekçelendirmek için fazla saf olmak gerekir. 1 Kasım’a giden yolu karartarak elden geldiğince “yarayı sarma” amacı öne çıkmıyor mu?

Medya terörize ediliyor

Basın kartları yönetmeliği değişikliği ve Milliyet’te “toplu kıyım” şeklinde medya üzerinde yürütülen doğrudan ve dolaylı baskılar yetmiyormuş gibi, “Koza İpek Medya Grubu”na yönelik “terör avı”, değinilen düzenlemelere yöneltilen eleştirilerin haklılığını ortaya koymuyor mu?

Ölümü değil, yaşamı kutsayalım

Ölümü, her ortam ve koşullarda lanetleyelim; hiçbir hedef öldürmeyi meşru kılamaz. Ölüm mangalarına karşı “yaşam cephesi” oluşturulabildiği ölçüde, kadavralar üzerinde “yara sarma hesabı” boşa çıkarılabilir. Barış kadavralar üzerinde inşa edilemez; seçim zaferi ise, asla!

Prof. Dr. İbrahim Ö. KABOĞLU | Tüm Yazıları
Hits: 1678