Burjuva hükümetlerine katılım marksistler tarafından çok tartışılmış bir konudur. Luxemburg ve Lenin zamanın sosyal-demokratlarını tartıştılar. Batı Avrupa, Halk Cepheleri gördü, “ortak program”lar gördü… Daha neler neler.
Türkiye’de marksizmden esinlenen çevrelerde bunlar herhalde pek bilinmiyor.
soL portalda son yazdığım makalede, bakanlığı direkten dönen Levent Tüzel’e haksızlık yapmış olmadım aslında. Ben yazarken Tüzel’in Sayın Başbakan’ın teklifini kabul etmesi bekleniyor, nice marksist sosyal medya mecralarında ilk sosyalist bakan kutlaması yapıyordu. Daha önce Syriza zaferi sırasında söylendiği gibi “hiç mi sevinmeye hakkımız yoktu?”
Ama sonra sosyalistlerin “gerici burjuva halka karşı saldırganlık hükümeti”nde yer almayacaklarını öğrendik… Bir kere sosyalistler deyince olmuyor; daha doğrusu karışıyor. Sosyalist diye sosyal-demokratlara da deniyor çünkü. Ayrıca koca Sosyalist Enternasyonal var; CHP üye, HDP'nin öncülü BDP "danışma" statüsündeydi. Sonra marksist tartışmada “gerici burjuva halka karşı saldırganlık hükümeti” diye bir kategori yok. Neyse, haksızlık etmiş olmuyorum, çünkü yapılan açıklamalardan AKP’nin Kürt sorununun çözümü konusunda samimi davranması halinde koalisyonun caiz olacağını anlıyorum.
Hadi bunlar dış dünyadan. Ama Türkiye solu, sanırım Türkiye tarihinin verilerinden de yoksun. Yoksa Osmanlı’nın II. Meşrutiyet dönemindeki sosyalist vekilleri hatırlayan olurdu. Vartkes Serengülyan var, Dimitar Vlahov var, Krikor Zohrab var… Katledilerek yaşama veda eden Vartkes ve Zohrab efendiler de, zamanında Selanik Sosyalist İşçi Federasyonuyla bağlantılı olup sonraları Bulgaristan Komünist Partisi’ne giren, sosyalist Yugoslavya’da bakanlık yapan Vlahov da Osmanlı’da bakan olmuyorlar tabii... Ama tartışma renklenirdi doğrusu.
Tabii, “Aydemir, okumuyor musun, şu satırlar sosyalizm adına yazılabilmişken daha ne renk istiyorsun?” da denebilir:
“Demokrasinin kazanımı veya tersine daha da kaybedilmesi açısından, bir günün binlerce güne bedel olduğu bir konjonktürde yaşıyoruz. Mevcut durumun devrimci görevi, parlamenter mevzilerden geri çekilmek değil, aksine onları demokrasiyi inşa etmek ve toplumun bütün sınıf ve kimliklerine yayılan sol bir hegemonya için kullanmaktır. Olabildiğince âdil bir seçim için rejimin en yetkili organından kontrol olanağı elde etmek, savaş politikalarının hükümet meşruiyetiyle örtülmesini engellemek, bakan konumuyla Yüksekova’ya, Cizre’ye, Silvan’a koşup barışa kalkan olmak, bakan konumuyla Hopa’ya koşup yara sarmak, bakan konumuyla Roboski’ye, Soma’ya, Torunlar’a, Ermenek’e, Bursa’ya, Berkin’in, Ali İsmail’in mahkemesine koşmak, tezkerenin karşısına bakan imzasıyla çıkmak, belki de ilk defa kırmızı plakayı sömürülenin ve mağdurun hizmetine koşmak, halkın nelere mahkûm olmadığını gösteren beş-on örnek ortaya koymak… az şey mi?”[1]
Yazar ve düşünür arkadaşımız artık yalnızca iki Alevi bakanla idare edecek. Ben tarihe döneyim…
Sonra; basbayağı bakan olan Cami Baykut var. Birinci TBMM hükümetinde İçişleri Bakanıdır. İki ay kadar. Cami beyin o kadar da marksist olmadığı kesindir. Ama 1920 Eylülü’nde iki günlüğüne aynı bakanlığı ele geçiren Tokat milletvekili Nazım Resmor var. Halk İştirakiyuncu Nazım bey, “sahte” diye geçen Komünist Fırkasının başkanı Hakkı Behiç’den boşalan Dahiliye vekilliği için yine Mustafa Kemal’in adayı Refet Bele’nin karşısına çıkar. Dönemin uygulaması gereği yapılan Meclis oylamasını kazanır da![2] Yıllar sonra Nutuk’ta anlatılan hikayeye göre Mustafa Kemal’in baskısıyla iki günün sonunda görevi bırakmak zorunda kalır. Bu tabloya göre İçişleri Bakanlığı Milli Mücadele’nin o döneminde sosyalistten geçilmiyormuş!
Günümüz sosyalistlerini bekliyoruz: “O zaman oluyor da, niye şimdi olmasın!” Hem Başkan'ın görevden çekilme baskısı da mevzu bahis değilken…
Alevi hareketinden gelen iki HDP’li bakan sosyalist midir; öyle yansıtmak yönünde bir ısrar görülmüyor, ama geniş anlamıyla neden olmasın? Dolayısıyla tweet solcuları EMEP’le canlarını sıkmak yerine goygoya devam edebilirler. Daha birkaç aylık tartışmaları görmezden gelmeyi becerirken[3], kim takar 1920’yi: “bizler bakanlıklara!”
1908’i, 1920’yi bilmiyor olabilirler. Peki 2003, 2011?
2003 Eylülü’nde ABD’nin işgali altındaki Irak’ta geçici hükümet kuruldu. Bağdat Müzesinin çatır çatır soyulduğu o sıra Kültür Bakanlığına Mufid Mohammad Jawad al-Jazairi getirilir. Şii Kürt kökenlidir, daha önemlisi Irak Komünist Partisi yöneticisidir.
2011’de ise Tunus’ta Ahmed İbrahim, henüz sokak gösterileri sürerken Gannuşi hükümetinde Yüksek Öğrenim Bakanlığını üstlenir. Tahmin edileceği gibi ülkede açık bir tek okul bile yoktur! İbrahim, adını 1990’larda “Yenilenme Hareketi”ne çeviren eski Komünist Parti’nin lideridir.
Bu yakın dönem örneklerinde sosyalist bakanlar hangi mağdurun yanına koştular, kime göğüslerini siper ettiler, bilmiyorum. Ama bizimkilerin öncelikli işlerinin artık “yetmez ama evet”ten çok daha fazlasına ihtiyaç duyan AKP’ye el uzatmak olduğunu söyleyebiliriz. Kaybedecekleri ne var ki zaten? Diyelim bu el AKP’ye çukurdan çıkartmaya yaramadı; CHP’ye dönüverirsin. Artık onu da solun en geniş birliği diye kutlarız!
[1] http://t24.com.tr/yazarlar/erdogan-aydin/levent-tuzel-boyle-yapmamaliydi...
[2] http://haber.sol.org.tr/yazarlar/mehmet-bozkurt/1-mecliste-bir-komunist-...
[3] http://haber.sol.org.tr/turkiye/eski-genel-sekreter-atilla-ozdemir-psakd...
solhaber