DÜNYANIN İSTİKAMETİ - 2 (III)

~ 29.04.2015, Av. Reha TAŞKESEN ~

Sayın okuyucularımız; yakın zamanda tanıdığımız, sevdiğimiz birçok insanı kaybettik. Bir tanesinin adını anmak istiyorum. Savunma muhabiri Barkın ŞIK genç yaşında aramızdan ayrıldı. Kendisine ve yine aramızdan ayrılan değerli insanlarımıza Allahtan rahmet diliyorum.

 

DÜNYANIN İSTİKAMETİ - 2

(III)

                                                                                “Pacta Sund Servanda/Rebus Sic Stantibus”

 

            Üçüncü ve son konumuz; “Münih Güvenlik Konferansı” (MGK/MSC) olacaktır.

 

            AB kurulduğu tarihten bu güne kadar daha çok kendi sorunları ile ilgilenmiştir[1]. Gündeminde daha çok “gelişme ve genişleme” olmuştur. Bölgesel ve küresel konulara/sorunlara kurumsal olarak ilgi göstermiştir. Güvenlik konusunu da tehdit/risk algılamadığı için çok önemsememiştir. Bir yandan NATO’ya olan katkısını ve katılımını aşağı düzeye çekmiş, diğer yandan da savunma harcamalarını olabildiği ölçüde kısmıştır.

 

            AB ülkelerinin gerek ülkeler olarak ve gerekse birlik olarak nicelik ve nitelik bakımından üst düzeyde bir askeri güce sahip olduklarını söylemek mümkün görülmemektedir.

 

            Ancak, 2014 yılı içerisinde yaşanan “Ukrayna Krizi” ile Suriye ve Irak toprakları üzerinde bir “İslam Devleti” kurulmuş olması ve bu hususun tehdit olarak algılanması AB içinde “Güvenlik Konusunun” yeniden gündeme gelmesine yol açmıştır.

 

            Bu nedenle de; 2015 yılında MGK/MSC üst düzey katılımcılar ve geleceğe ışık tutacak bir gündem ile toplanmıştır[2]. Gelecekte yaşanabilecek konulara/sorunlara dikkat çekilmiştir.

 

            Yayımlanan MGK/MSC dokümanında ana konulara ilişkin rakamlar ve grafikler ile desteklenen önemli bilgilere yer verilmiştir.

 

            Birinci tespit: Konferans dokümanında, 2014 MGK/MSC sırasında Ortadoğu’da IS/ISIL ve diğer önemli krizlerin öngörülememiş olmasına ve 2015 MGK/MSC sırasında da geleceğe yönelik hangi hususların öngörülemediğine dikkat çekilmiş olmasıdır[3]. Bu nedenle de; öngörülemeyen, ani ortaya çıkan ve hızlı gelişen risklere hazır olunması kaçınılmaz bir zorunluluk olarak ortaya çıkmış bulunmaktadır.

 

            İkinci tespit: Yakın gelecek için dünya güvenliği bakımından önem arz eden üç coğrafi bölgeye dikkat çekilmiştir. Bu bölgeler; Ukrayna Krizi nedeniyle Doğu Avrupa/Karadeniz Kuzeyi ve Havzası, IS/ISIL nedeniyle Suriye-Irak ve Ortadoğu, Çin-Japon gerginliği nedeniyle de Asya-Pasifik olarak işaret edilmiştir. Bu bölgelerin ikisi doğrudan Türkiye’nin ilgi alanı içerisindedir[4].

 

            Üçüncü tespit: “Karma Savaş” (Hibrit Savaş/Hybrid Warfare) kavramına dikkat çekilmiştir[5]. Genel kanaat BODKA ve Kırım/Ukrayna bölgesinde bu savaş türünün bütün vasıtaları ile uygulanmış olduğu ve uygulanmaya da devam ediliyor olmasıdır. Birinci tespit ile bu tespit birbirini tamamlamaktadır. Bulunduğumuz yüzyıl içerisinde “Karma Savaş” etkin ve yaygın olarak kullanılabilecek ya da bu savaşın vasıtaları ile ani kriz koşulları oluşturulabilecektir.

 

            Dördüncü tespit: Dünya, Demokratik Olan/Demokratik Olmayan, Saldırgan/Savunan ya da nasıl tanımlanırsa yeniden bir ittifakların şekillenme sürecine girmektedir. Son “NATO Zirvesi” sonrasında yayımlanan “Sonuç Bildirgesi” bu bakımdan önem arz etmektedir[6].

 

            Son NATO zirvesi ile MGK/MSC çalışmaları ve hazırlanan rapor birbirini tamamlayıcı niteliktedir. Bir arada incelenmelidir ve de değerlendirilmelidir.

 

            NATO, geride kalan çeyrek yüzyıl içerisinde dünya güvenlik ortamında ve özellik Avrupa’da önemli bir tehdit algılaması olmadığı için sorumluluk alma noktasından uzak kalmıştır. AB kurulduktan ve genişleme sürecine girdikten sonra üye ülkeleri NATO’nun varlığını devam ettirmesine de çok sıcak bakmamışlardır. Ancak, 2014 yılı içerisinde doğu Avrupa’da ve BODKA bölgesinde yaşanan krizler ve özellikle Suriye ve Irak topraklarında bir devlet kurulmuş olması Avrupa-Atlantik güvenliği bakımından ciddi bir tehdit olarak algılanmıştır.

 

            NATO’nun durağan konumdan dinamik konuma geçebileceği bir noktaya gelinmiştir.

 

            NATO Zirvesi’nde bir cümle ile geleceğe yönelik ciddi kaygılar ifade edilmiştir[7].

 

            Zirve sırasında üye ülkelerin hürriyetleri ile bireysel özgürlükler, insan hakları, demokrasi ve hukukun üstünlüğü gibi ortak değerlerin kararlılıkla savunulmasına hazır bulunduklarına dikkat çekilerek; NATO’ya yönelik mali yükümlülüklerinin de yerine getirilmesine dikkat çekilmiştir.

 

            “NATO Hazırlık Faaliyet Planı” onaylanmış ve “Yüksek Hazırlıklı Müşterek Görev Kuvveti” teşkil edilmesine de karar verilmiştir[8]. Bu gelişmelerin önemli olduğu düşünülmektedir[9]. Bu bağlamda NATO’nun geniş kapsamlı ve uyumlu şekilde uygulanan örtülü ve/veya açık askeri, yarı askeri ve sivil yöntemler ihtiva eden karma/hibrid savaş gibi faaliyetlere karşı hazır olduğu hususuna da vurgu yapılmıştır[10].

            Diğer dikkat çeken önemli bir husus da; geride kalan süreç içerisinde Rusya’nın uluslararası anlaşmalardan ve sözleşmelerden kaynaklanan yükümlülüklerine uymamak suretiyle “güven esası üzerine inşa edilmiş olan işbirliği anlayışını” yıkmış olduğuna işaret edilmesidir.

 

            Uluslararası hukuk ve teamüller bakımından bu şekilde bir ifadenin kullanılmış olması uluslararası alanda bir “itibarsızlaştırma girişimi” olarak dikkate alınmalıdır[11].

 

            Hassasiyet gösterilen diğer bir konu da; Irak-Suriye topraklarında kurulmuş olan “İslam Devleti” meselesidir[12]. Bu hareketin Irak ve Suriye halkları ile bölgenin tamamına ve NATO üyesi ülkelere büyük bir tehdit oluşturduğuna vurgu yapılmıştır[13].

 

            Sonuç olarak; NATO Zirve Toplantısı ve MGK/MSC vesilesi ile küresel güvenlik ve istikrar ortamına yönelik ve yeni yöntemler de kullanabilen bir risk/tehdit ortamının oluştuğu anlaşılmaktadır.

 

            Birinci konu; “Karma/Hibrid Savaş” ve “Siber Saldırı” gibi yeni yöntemlerin ayırdında olmaktır.

 

            İkinci konu ise; bu yeni kavramları karşılayacak yeni bir savunma anlayışının geliştirilmesidir[14].

            Küresel ölçekte güvenlik ile ilgili bütün bu konuların gündem oluşturduğuna ve tartışıldığına yukarıda dikkat çekmiş bulunuyoruz. Ancak, Türkiye’nin bu anılan konulara ilişkin hangi noktada olduğu ve Türkiye’nin güvenliği bakımından geleceğe yönelik ne gibi önlemler aldığı bilinmemektedir. Bu konulara ilişkin kamuoyuna intikal etmiş olan ciddi bir açıklama da bulunmamaktadır.

 

            Bir kez daha yinelemek gerekirse; Dünya’nın gündemi ile Türkiye’nin gündemi örtüşmemektedir.

 

            Dünya’nın bugünden geleceğe yönelik tespit ettiği fırsatlar ve riskler hakkındaki öngörülerinin neler olduğu yukarıda özet olarak izah edilmeye çalışılmıştır. Ancak, bütün bu konuların kapsamlı şekilde araştırılması, incelenmesi ve tartışılması gerekmektedir.

 

            Türkiye’de düşünen kesimin üzerinde durması gereken konu ise; Dünya’daki bu gelişmelere bakarak Türkiye’nin hangi konumda bulunduğunu saptamaktır. Bütün bu fırsatların ve risklerin Türkiye’ye yönelik olası etkilerini araştırmaktır.

 

            Küresel ölçekteki birinci saptama; küresel koşulların bireylerin ve toplumların giderek yoksullaşmasına neden olduğu istikametindedir. Yoksullaşan kitlelerde de; demokrasi, insan hakları, hukuk devleti gibi olmazsa olmaz ilkeleri savunabilme iradesi giderek gerilemekte ve bunu sonucu olarak da demokrasiden uzaklaşılarak parti-devlet ya da kişi-devlet anlayışına doğru bir devinim yaşanmaktadır.

 

            İkinci saptama; muktedir olan iradenin, sahip olduğu bu olağanüstü gücü bırakmamak için her türlü imkanı da kullanarak bir etnik/dini kitle ile ittifak yapma arzusudur. Bu anlayış kaçınılmaz olarak etnik/dini ayrışma sürecine ivme kazandırmakta ve buna bağlı olarak ülkesel/bölgesel çatışma riskinin de yükselmesine neden olmaktadır.

 

            Üçüncü saptama; Dünya’da demokrasi, insan hakları ve hukuk devleti anlayışını savunan ülkeler ile bu değerlere sahip çıkmayan ülkeler yeniden ayrışmaktadır ve eski/yeni ittifaklar oluşmaktadır.

 

            Dördüncü saptama; Siyaset, ekonomi ve güvenlik konuları ile ilgili olarak küresel kurallar ve kurumlar oluşturma gayretlerinin giderek yoğunluk kazandığı gözlenmektedir.

 

            Beşinci saptama; Bilimsel araştırmalar ve geliştirilen yeni teknolojiler bilinen ve alışık olunan kavramları, usulleri, alışkanlıkları, yöntemleri ve yönetimleri değişime zorlamaktadır.

 

            Altıncı saptama; İklim Değişikliği” kavramsal boyuttan fiziksel boyuta geçiş yapmıştır ve görünür sonuçları ile artık bir gerçektir. Olumlu ve/veya olumsuz etkileri ile ülkelerin hayatlarında bir kuvvet çarpanı etkisi yaratabilecektir.

 

            Türkiye’nin nerede durduğunu anlamak için bu saptamalarımızı Türkiye’ye uyarlamak yeterli olacaktır.

 

            Kişi başına gelir artmaktadır ve ancak kitleler yoksullaşmaktadır.

 

            Demokrasi, insan hakları ve hukuk devleti kavramları soluklaşmaktadır.

 

            Etnik/dini ayrışma ivme kazanmaktadır.

            Çok partili siyasi yaşama karşılık, tek parti-devlet uygulaması öne çıkmaktadır.

 

            Değerleri savunan ittifaktan, değerleri yoksayan ittifaka geçiş arzu edilmektedir.

 

            Kurallara bağlılık anlayışından, kural tanımazlık anlayışına geçiş istenmektedir.

 

            Bilimsellikten uzaklaşılmakta, teknoloji yarışında nerede olduğumuz bilinmemektedir.

 

            Değişmeme arzusu muhafaza edilmekte, negatif değişim desteklenmektedir.

 

            İklim değişikliğinin bölgesel olası etkilerinin araştırılması hususu ise; bir sorumluluk olarak ortada durmaktadır.

 

            Burada ortaya çıkan analitik sonuçların Türkiye’deki siyasi olan/olmayan her kurumu ve kuruluşu ilgilendireceğini düşünüyoruz.

 

            Bu yazımıza konu olan başlıkları incelerken gelecekte Türkiye’nin önüne çıkabilecek en önemli sorunun ise; bir “itibar kaybı” yaşama olasılığı olduğuna da ayrıca dikkat çekmekte fayda bulunmaktadır.

 

            Türkiye altına imza attığı uluslararası sözleşmeler ile anlaşmalardan doğan yükümlülüklerini ve sorumluluklarını yerine getirme hassasiyetini göstermelidir ki; bu husus hukuka saygılı uluslararası toplumun asil bir üyesi olan Türkiye’nin itibarının korunması bakımından olmazsa olmaz bir koşuldur.

 

            Yine uluslararası hukuk bakımından “koşuların değiştiği” gibi bir gerekçe ile ve/veya bu koşulların değişmesi için gayret göstermek suretiyle “koşulların değiştiğini” iddia etmek suretiyle yükümlülüklere ve sorumluluklara sahip çıkmama düşüncesi dahi vahim sonuçlar doğurabilecektir ki; uzak durulmasının faydalı olacağı düşünülmektedir.

 

            Sonuç olarak; 2014 ve 2015 yılları itibarıyla küresel, bölgesel ve ülkesel olarak gelişmeler baktığımızda; gördüğümüz resim şudur:

 

            Dünya 21. yüzyılın önüne çıkardığı fırsatları ve riskleri dikkate alarak ileriye doğru bir devinim içerisindedir. Buna bağlı olarak da küresel ölçekte kurumlar ve kurallar değişmektedir.

 

            Türkiye ise; negatif değişim anlayışı ile geriye doğru bir devinim içerisindedir.

 

            Fırsatları kaçırmaktadır. Risklere karşı ise bir hazırlık içerisinde değildir.

 

 

                                                                                              Av. Reha Taşkesen

                                                                                              18.03.2015, Ankara

 

 

Yazının Sonu



[1] RT, “Avrupa Birliği Hukuku’nun Türk İdare Hukuku’na Etkisi”, Yüksek Lisans Tez Çalışması, Mayıs 2008.

[2] Münih Güvenlik Konferansı (MGK, Munich Security Conference/MSC),

MGK 2015 Katılımcılar ve MGK 2015 Gündem (MSC Participants, MSC Agenda), Konferansa aralarında devlet başkanları, başbakanlar, bakanlar, parlamento üyeleri, ulusal/uluslar arası kurum ve kuruluşların başkanları, NATO ve ülkelerden komutanlar, STK başkanları olmak üzere 77 katılımcı katılmıştır. Konferansın ana teması “Dünya 2015: Yıkılan (Dünya) Düzen ve Gönülsüz Muhafızlar” (World 2015: Collapsing Order and Reluctant Guardians) olarak seçilmiştir. Konunun anlaşılır kılınması bakımından da 11 panel [Who is Ready for Hybrid Warfare?, Defence Matters to Europe, Really?, Pasific Geopolitics: Pow(d)er Keg?, The Refugee Catastrophe, The Elders Initiative on Strenghening the United Nations,  The Conflict over Ukraine and European Security, Are We Losing the War on Terror?, Views from Erbil and Jerusalem, Beyond Ukraine-Unresolved Conflicts in Europe, Information Warfare, Is This the End of the Middle East (as We Know It)?] düzenlenmiştir. Almanya Başbakanı ve RF Dışişleri Bakanları ayrı ayrı düzenlenen mülakatlara katılmışlar ve ABD, Almanya ve Fransa dışişleri bakanları özel bir oturumda düşüncelerini açıklamışlardır.

[3] Münih Güvenlik Raporu 2015 (Münih Security Report 2015), S.6

"Bir yıl önce Münih'e gelen yüzlerce fikir adamının birçoğu Avrupa Güvenliği için risk/tehdit oluşturan IS/ISIL'ın yükselişini ve önemli krizleri öngörememiş ise; şu anda sorulacak soru: Bugün neyi öngöremiyoruz olmalıdır (Thinking back to the situation in early 2014, as hundreds of decision makers were about to travel to Munich: if many “missed” the rise of ISIS and the coming fundamental crisis in European security a year ago, the question now must be: What are we missing today?)

[4] RT, NATO Karadeniz kuzeyindeki alanı Batıda Moldovya’yı ve doğuda ise Ermenistan, Azerbaycan ve Gürcistan’ı da içerisine alacak şekilde geniş tutmaktadır. “Karadeniz Havzası” tanımlaması bunun için kullanılmıştır. Önümüzdeki süreçte NATO’nun Karadeniz’e nüfuz edebilme girişimlerinin giderek yoğunluk kazanacağı dikkate alınmalıdır.

[5] Münih Güvenlik Raporu 2015, S.34, Karma/Melez/Hibrid Savaş, konvansiyonel ve konvansiyonel olmayan savaşa ilişkin birçok vasıtanın uyumlu ve siyasi maksadın elde edilmesine yönelik kullanıldığı yeni bir savaş türüdür. Diplomasi ve düzenli silahlı unsurların yanında ekonominin unsurları, bilgi/algı çalışmaları ve propaganda, özel kuvvet unsurları, düzensiz unsurlar, yerel memnuniyetsiz unsurlar ve siber saldırılar da bu savaş türünün vasıtalarıdır.

[6] http://www.nato.int/cps/en/natohq/official_texts_112964.htm

NATO Zirve Bildirgesi (Wales Summit Declaration), Wales/İngiltere, 05.09.2014.

Berlin Duvarı’nın yıkıldığı (Doğu Almanya parlamentosunun aldığı karar ile 1961 yılında inşasına başlanan duvar, 09.09.1989 tarihinde her iki taraf vatandaşlarının gayretleri ile yıkılmıştır) tarihten (26 yıl) sonra en önemli NATO toplantısı olduğu düşünülmektedir.

[7] NATO Zirve Bildirgesi, M.1, 05.09.2014.

“Rusya’nın Ukrayna’ya yönelik saldırgan tavrı; Avrupa’nın bütünlüğü, özgürlüğü ve barış ortamının devamlılığına ilişkin görüşlerimiz ile tamamen çelişmektedir. Ortadoğu’dan Kuzey Afrika’ya uzanan güney bölgemizde gelişen istikrarsız ortam, uluslarüstü ve çok boyutlu tehditler kadar güvenliğimiz için sorun oluşturmaktadır. Bunların Avrupa-Atlantik bölgesinin ve bütün dünyanın barış ve güvenliği bakımından uzun süreli sonuçları olabilecektir.

[8]https://www.gov.uk/government/news/international-partners-sign-joint-exp-force-agreement

Bu kapsamda İngiltere ve 6 Baltık ülkesi (Danimarka, Estonya, Latvia, Litvanya, Hollanda, Norveç) bir Müşterek Görev Kuvveti (Joint Expeditionary Force-JEF) teşkil edilmesi hakkında “Niyet Mektubu” (Letter of Intent” imzalamışlardır. Bu gücün 2018 tarihinde hazır hale gelmesi öngörülmektedir.

[9] Jean Claude Juncker, AB Avrupa Komisyonu Başkanı, 09.03.2015, “Bir AB Ordusunun Rusya’ya karşı 28 üyeli Birliğin değerlerin korunması bakımından kararlılığını gösterecektir. Böyle bir ordu “ortak dış politika ve güvenlik” anlayışını geliştirmek ve Avrupa’nın dünyada ortak bir sorumluluk alması bakımından yardımcı olacaktır.”

RT, NATO Zirve Toplantısı sonrasında AB tarafından yapılan bu ve benzeri açıklamaların siyasi olduğu düşünülmektedir. Savunma harcamalarını büyük ölçüde kısmış ve ekonomik olarak sorunlu bir AB’nin kısa sürede böyle bir yapılanma içerisine girmesi mümkün görülmemektedir.

[10] NATO Zirve Bildirgesi, M.72, 05.09.2014, Bu savaş türünün vasıtası olan “Siber Saldırılar” konusunda, “Tarafımızdan tanınmış olan Uluslararası Hukuk, Uluslararası İnsancıl Hukuk ve BM Sözleşmesi hükümlerinin Siber Ortam için de uygulanabilir olduğu kanaatindeyiz. Siber saldırılar ulusal ve Avrupa-Atlantik refah, güvenlik ve istikrarını tehdit eder bir seviyeye ulaşmıştır. Modern toplum üzerinde bir konvansiyonel savaş kadar etkili olabilecektir.” (Our policy also recognises that international law, including international humanitarian law and the UN Charter, applies in cyberspace. Cyber attacks can reach a threshold that threatens national and Euro-Atlantic prosperity, security, and stability. Their impact could be as harmful to modern societies as a conventional attack).

[11] NATO Zirve Bildirgesi, M.21, 05.09.2014, Geride kalan 25 yıl içerisinde halen yürürlükte olan diğer temel uluslararası anlaşma ve sözleşmelere ilave olarak NATO ile Rusya arasında NATO RUSYA Konseyi (NATO Russia Council), NATO RUSYA Ana Sözleşmesi (NATO Russia Founding Fact) ve Roma Deklerasyonu (Rome Declaration) ile bir işbirliği zemini oluşturulması için gayret gösterilmiştir. Rusya uluslararası hukuku da ihlal ederek taahhütlerini yerine getirmemiş ve böylelikle işbirliğimizin temel dayanağı olan güven esasının ihlal edilmesine yol açmıştır (Russia has breached its commitments, as well as violated international law, thus breaking the trust at the core of our cooperation).

[12] NATO Zirve Bildirgesi, M.33, 05.09.2014.

Dokümanda tam adı “Irak ve Levant İslam Devleti” (Islamic State of Iraq and the Levant/ISIL) olarak geçmektedir.

Bkz. RT, “Filistin Toprakları III”, Yeni Yaklaşımlar, 22.12.2014.

[13] NATO Zirve Bildirgesi, M.79, “Terörizm NATO ülkelerinin vatandaşlarının güvenliğine ve uluslararası istikrar ve refaha doğrudan bir tehdit olarak görülmektedir ve öngörülebilir süreç içerisinde de tehdit oluşturmaya devam edecektir.” (Terrorism poses a direct threat to the security of the citizens of NATO countries and to international stability and prosperity more broadly, and will remain a threat for the foreseeable future).

[14] RT, I.DS sırasında karada makineli tüfekler, denizde U denizaltıları, havada keşif maksatlı uçakların kullanımı üstünlük sağlayan yenilikler olarak görülmüştür. II. DS sırasında ise karada tanklar, denizde uçak gemileri, havada ağır bombardıman uçakları savaşın yatay ve dikey boyutunun genişlemesine neden olmuşlardır. Bu silah ve vasıtalara sahip olmayan ya da savunma için hazırlıksız olan ülkeler ağır kayıplar vermiş ve savaşı kaybeden taraf olmuşlardır. Günümüzde teknoloji bakımından üstün olan ve bilinen harp silah ve vasıtalarının öncelikle caydırıcı bir özellik taşıdığı kabul edilmektedir. Bilinmeyen harp silah ve vasıtalarının ise çatışmanın kabul edilen 5 (kara, deniz, hava, uzay siber) boyutunda üstünlük sağlayacağı açıktır.

Av. Reha TAŞKESEN | Tüm Yazıları
Hits: 2003