Erdoğan, 7 Mart 2015’te Gaziantep’teki bir “açılış töreni”nine katıldı ve yaptığı konuşmada aynen şunları söyledi:
“7 Haziran’da bir seçim var mı? Bu seçimde Türkiye’yi, yeni Türkiye hedeflerini, yeni anayasasına, başkanlık sistemine, çözüm sürecini güçlendirerek kavuşturmak için hazır mıyız? Kardeşlerim, 400 milletvekilini verin ve bu iş huzur içinde çözülsün.”
Bu cümlelerin sırrı çok geçmeden ortaya çıktı ve “400 vekil vermek”le “huzur içinde çözmek” arasındaki bağlantı anlaşıldı.
Çünkü Erdoğan bu konuşmadan yaklaşık bir hafta sonra Balıkesir ve Çanakkale’de şöyle dedi:
“Hâlâ varsa yoksa Kürt sorunu. Kardeşim ne Kürt sorunu? Artık böyle bir şey yok. Neyin eksik senin? (…) Ne istiyorsun? Ne istiyorsun? Allah aşkına bizden farklı neyiniz var? Her şeye sahipsiniz.”
Hemen ardından ise önce İmralı’daki görüşmeler neticesinde ortaya çıkan ”müzakere heyeti”nin kurulmasına itirazı olduğunu açıkladı ve sonrasında Dolmabahçe’de hükümet ve HDP’nin birlikte “mutabakat metni” açıklaması yapmasının yanlış olduğunu söyledi.
Bu köşede uzunca bir süredir “bir başkanlık uğruna ya rab…” cümlesiyle tarif etmeye çalıştığımız süreç işte böyle başladı; 400 değilse de başkanlık sistemini referanduma götürecek 330 sayısına ulaşılması Sarayın seçim hedefini oluşturuyordu ve bunun için her şey mubahtı!
Çok geçmeden bölgeden “operasyon” haberleri duyulur oldu: Ne hikmetse PKK birden bire askere taciz ateşi açmaya başlıyor, asker PKK’nin depo ve sığınaklarına yönelik imha operasyonlarına girişiyordu.
330 vekil adına yapılabileceklerin sinyalleri yavaş yavaş geliyordu yani!
Sonrasında araya “Çağlayan” gündemi girdi ve hem iki eylemci yargısız infaz edildi hem de Aleviler hedef tahtasına oturtuldu.
AKP Kartal ilçe binasının basılıp camdan üzerinde Zülfikar bulunan Türk bayrağı sallandırılması hiç de öyle bir meczubun işine benzemiyor, buram buram provokasyon kokuyordu.
Eş zamanlı olarak çeşitli psikolojik savaş odaklarından DHKC’nin bir Alevi örgütü olduğu yönündeki açıklamaların dolaşıma sokulması ve Alevilere yönelik katliam çağrılarında bulunulması tesadüf değildi dolayısıyla.
İki gün önce ise “Kürt sorunu yoktur” mantıki sınırlarına ulaşıyor ve Genelkurmay’ın açıklamasına göre Ağrı Tendürek’te çıkan çatışmada 5 PKK’li öldürülüyordu.
Üstelik çatışma bölgesine girerek canlı kalkan olmaya ve çatışmaları durdurmaya çalışan sivillerden HDP’li Cezmi Budak vurularak yaşamını yitiriyordu.
Velhasıl, “bir başkanlık uğruna ya rab” sürecinde ülkenin nasıl bir ateşin içerisine atılabileceği açık seçik görülmeye başlanmıştı.
Havuz medyasının iki gazetesinin dünkü manşetleri ise bu ateşin nasıl körüklenmek istendiğine dair son derece önemli ipuçları veriyordu.
Güneş gazetesine göre, CHP’nin, filmi TRT’de gösterilmesi “iktidarı hedef alıyor” diye reddedilen “Alkışlıyoruz” kampanyası, “DHKP-C’nin propaganda teknikleri”nden esinlenmişti ve amaç ikinci bir Gezi İsyanı çıkarmaktı.
Sabah’a göre ise Ağrı’daki çatışma, PKK’nin halka “HDP’ye oy verin baskısı yapması”ndan kaynaklıydı ve askere bu nedenle saldırılmıştı.
Okuyucular hatırlayacaktır, Perşembe günkü yazıyı şöyle bitirmiştim:
“Eğer mesele seçim gecesi trafolara kediler sokularak halledilmeyecekse, önümüzdeki iki ay boyunca, Kürt, Alevi ve sol düşmanlığı üzerinden, Gezi kitlesini de hedef tahtasına oturtacak şekilde, sinyallerini zaten almakta olduğumuz bir sürecin yürürlüğe konacağını öngörebiliriz.”
“Meselenin halledilmesi” süreci yürürlüktedir ve daha da derinleşerek devam edeceğini söylemek kehanette bulunmak anlamına gelmeyecektir.