Erdal Eren 17 yaşındaydı, 12 Eylül’ün faşist generalleri yaşını büyütüp idam ettiler, o “son bakış” kaldı 17’sindeki Erdal’dan geriye.
Ve annesine cezaevinden yazdığı mektuptaki şu dizeler: “o sözler ki kalbimizin üstünde/dolu bir tabanca gibi/ölüp ölesiye taşırız/o sözler ki bir kere çıkmıştır ağzımızdan/uğrunda asılırız”
Berkin 14 yaşındaydı, bir sabah uyanıp ekmek almaya gitti oyuna gider gibi. Alnında yaşından büyük bir yarayla sonsuz bir uykuya daldı sonra, uyanamadı.
Babası misketlerini bıraktı oyunlara doyamayan Berkin’in mezarının üzerine.
Dün Erdal, bugün Berkin…
Ama “12 Eylül yargılandı” öyle mi?
12 Eylül’ün cezaevleri: Metris, Mamak, Diyarbakır… Ama illa ki Diyarbakır, hapishane değil birer nazi toplama kampıydı adeta.
Mahkûmlara “öldük ve burası cehennem, askerlerle gardiyanlar da zebani” diye düşündürtecek bir zulümdü Diyarbakır Cezaevi'nde yaşattıkları.
Onlarca Kürt gencinin payına orada ölüm düştü, geriye kalanlar ise dağa gitti.
Roboski’de 34 yurttaşımızı “kuş avlar gibi” avladı savaş uçakları, parça parça ettiler gencecik insanları, yakıp kavurdular.
Lice’de geçen yıl Medeni Yıldırım, bu sene Ramazan Baran, Hacı Baki, Rıza Bayram kalekol inşaatına karşı eylem yaparken öldürüldüler.
O ölümleri protesto eden İbrahim Aras ise Adana’da öldürüldü. 15 yaşındaydı İbrahim.
Dün Diyarbakır, bugün Roboski, Lice, Medeni, İbrahim…
Ama “12 Eylül yargılandı” öyle mi?
12 Eylül darbesi yapıldığında, dönemin ünlü işadamlarından biri, “bugüne kadar işçiler güldü, şimdi gülme sırası bizde”demişti.
O zamandan bugüne taşeronlaştırmaya, sendikasızlaştırmaya, güvencesiz çalıştırmaya dayalı bir emek rejimi, işçi sınıfına adım adım kabul ettirildi.
12 Eylül’ün açtığı yoldan yürüyen ve “gülme sırası bizde” diyen sermaye, çok değil daha 40 gün önce Soma’daki madende 301 işçinin canını aldı.
İşçiler madenlerde, inşaatlarda, atölyelerde ölmeye, sermaye ise gülmeye devam ederken…
“12 Eylül yargılandı” öyle mi?
Darbeciler Atatürkçülük maskesinin ardına gizlenerek Türk-İslam sentezini topluma benimsetmeyi amaç edinmişlerdi. Böylece gençler “kökü dışarıda sapık ideolojiler”in etkisi altına girmeyeceklerdi.
Yani bir daha eşitlik, özgürlük, hak, hukuk, emek, alın teri demeyeceklerdi.
12 Eylül’ün generalleri sol düşmanlığı ve korkusu nedeniyle devletin kapılarını sonuna kadar açtılar gericiliğe.
Açılan o kapıdan tarikatlar, cemaatler, imam-hatipler, Kur'an kursları, zorunlu din dersleri girdi.
Bu ise “cumhuriyetin uzun intiharı”nda yeni bir aşama demekti.
O kapıdan girenler devletin yeni sahibi olduklarında yeni bir rejim inşasına giriştiler ve “cumhuriyetin kazanımları”ndan geriye ne kalmışsa onu da yok etmek için Moğol orduları gibi saldırıya geçtiler.
Bugün, “despot” bir İslamcı figüre karşı, “ılımlı” bir İslamcı figürü tercih etme noktasına getirildi toplum.
12 Eylül’ün Türk-İslam sentezinden gelen, cumhuriyetle, aydınlanmayla, laiklikle yıldızı hiç barışmamış bir isim cumhuriyeti kuran partinin adayı olarak siyaset sahnesine sürüldü ama…
“12 Eylül yargılandı” öyle mi?
Daha birkaç gün önceki bir yazısında Abdülkadir Selvi, “dini tedrisat yaptırdığı için CHP zulmünden kaçan din âlimi İhsan Efendi'nin oğlu, CHP'nin Cumhurbaşkanı adayı oldu. Bu CHP'nin, Cumhuriyet projesinin çökmesi demektir” diye yazıp kendince haklı olarak sevinç çığlıkları atıyordu.
Cumhuriyet çökertilmiş, topluma “iki İslamcılıktan biri” dayatması yapılmış, darbecilerin Türk-İslam sentezi hem iktidarı hem muhalefeti ele geçirmişken…
“12 Eylül yargılandı” öyle mi?
Öyleyse vatana, millete hayırlı olsun.