Geçen yıl düpedüz yıkılan ve yıkıldığı gün sokaklarında AKP’ye ve Erdoğan’a küfrün bini bir paraya düşen Reyhanlı’da seçimin sonucu yine AKP oldu!
Gerçi milletvekili seçimine göre yüzde 9,5’lik bir düşüşle belediye başkanının aldığı oy oranı 58,9’a inmiş ama... Bu değişim de en fazla MHP’ye yaramış. İlçede sol sayılabilecek tek oy adresi olan CHP’nin oranı yüzde 2 gerileyerek 11,4 olmuş.
Soma ne olur, bilinmez. Sağın toplamının yüzde 75’i geçtiği, bunun içinden 43,3’lük dilimin ise AKP’ye gittiği bir yerden söz ediyoruz. Diyelim ki, her şey olağan biçimde seyretti. Yüzde 35’e mi inecek diktatörlüğe verilen oy desteği! Ne kadar saçma, değil mi?
Seçimin toplumsal mücadelelere oranla nankör bir mekanizma olduğunu biliyoruz. Ancak bu bilgi toplumsal mücadeleleri küçümsemeye değil, çok önemsemeye sevk etmeli bizi. 2013 Mayıs’ında Reyhanlı AKP diktasına karşı ayaklandı. Bir yıl sonra sıra bir başka sağcı ilçeye geldi. Soma halkının gözlerinden akan yaşta derin bir öfke olduğu ve bu öfkenin “kamuoyuna” damga vurduğu açık seçik görülüyor.
Arabanın camına vurulan yumruk, başbakanın, bakanların yüzüne ne olduklarının haykırılması, kaymakamlık kapısına, muhtemelen gözaltına alınmakta olan arkadaşının peşinden ve polislerin üstüne üstüne koşan insanlar... bütün bunlar delidolu bir cüret değil, olağan durum manzaraları. Çok belli.
Ne olduğunun farkında olmayan, iktidardır.
Birilerinin başbakana “sayın başbakanım, acaba gitmesek daha mı iyi olur, şimdilik” dememiş veya bu düşünceyi sezdirmemiş olması mümkün mü? Ama Erdoğan ve takımının başka bir dünyada yaşadıkları açık.
“Kaç oy almışız orda?... Kaç kaç?... Yahu neredeyse yarısını biz almışız be! Korkmayın ulan bu kadar...”
Böyle bir monolog geçmiş olabilir aralarında. Hatta, zıpçıktılık yapanı bizzat döveceğini söylemiştir reis! Sözünü tuttu...
Geri dönelim. Soma’da seçim sonucu unutulmuş, yerini toplumsal mücadele almıştır.
Ve ölümlerden, kendi hukuklarına göre bile bizzat hükümetin sorumlu olduğu konuşulmadı henüz. Ölü sayısının ilan edilenin iki katına çıkma olasılığı sadece bir olasılık veya dedikodu konusu şu anda.
Öfkenin büyümesi için daha çok neden var. Öfke büyüyecek.
Bir süre seçim sonuçlarını kimse hatırlamayacak. Erdoğan çıkıp da “ben orada kaç oy aldım, biliyor musunuz” diye efelendiğinde, cevaben yuhalanacak...
Ama biliyoruz ki, mücadele geri çekilip sandık kurulursa, oy verme davranışının acımasız yasaları üç aşağı beş yukarı hükmünü icra edecek!
Elbette siyasette sandıktan kaçılmaz. Ama bu Türkiye’de boş laftır. Bizde muhalefetin sorunu sandıktan kaçmak değil ki. Sorun veya daha doğrusu hastalık, toplumsal mücadelenin üstüne sandığı kapatmaya çabalamak. Türkiye’de, düzen siyasetinin alameti farikası kitlelerden kaçıştır. Buna göre kitle dediğin faktör sandığa hapsedilmelidir!
Sandık önemsiz veya etkisiz değil. “Ben takmıyorum” demek siyaset dışına çıkmak olur. Bunları biliyoruz...
Şimdi ise diktatörlüğün sandığın önüne bile gidememesini temin etmek mümkündür. Herşeyden önce memleketin yarıdan fazlası şefin aday bile olamayacağına dünden ikna olmuş durumda. Bu çok kuvvetli bir kalkış noktası.
Son seçimden sadece bir buçuk ay sonra, Türkiye’de diktatörlüğe karşı çıkan kitlelerin sorunu, diktatörün bilmem ne kadar oy almış olması değildir. Sorun düzen siyasetinin kitle korkusudur.
Sol için meşruiyet kriteri diktatöre dilediğini yapabilme imkanı sunan bir sistemin kuralları olabilir mi? Bizim için meşruiyetin kaynağı sadece halktır. Mayıs ayı ortasında Türkiye’nin gerçekliği budur. Bu nedenle hükümeti istifaya çağıran ses, zannedildiğinden çok daha büyük bir kuvvet içermektedir.