“Parayı sıfırla” kod adıyla siyaset, devlet soygunculuğu, utanmazlık ve yüzsüzlük tarihimize geçecek olan yolsuzluk olayları ve operasyonları ile hemen ardından gerçekleşen yerel seçimler sonrasında bir genel değerlendirme yapmak gereğini duydum…
Bu genel değerlendirmeyi hem ülkemiz bakımından, hem de bir köşe yazarı olarak kendi adıma yapmayı deneyeceğim…
Bunu yapmayı başarabilirsem o günlerden bugünlere içimde büyüyüp duran gerginliğin yarattığı sıkıntı belki biraz hafifleyecek…
***
Ülke bakımından değerlendirmede kestirmeden gideceğim…
II. Mahmut’tan Mustafa Kemal’e, oradan 1960’a ve sonrasına aydınlanma değerleri bu topluma başından beri yukarıdan aşağıya indirildi.
Başka türlüsü zaten olamazdı.
Fakat böyle olduğu ya da böyle olmak zorunda olduğu için de bu değerler parça buçuk kaldılar.
Toplumun bütününce benimsenip içselleştirilemediler.
Gericiliğin yükselişinin başlıca nedeni budur.
***
Cumhuriyetin ilk aydın kuşakları aydınlanma değerlerinin sarsılmazlığına inanmaktalardı.
Oysa bu değerleri savunacak örgütlenmeler bizzat Cumhuriyet yönetimlerinin kendilerince engellenip yaşatılmamıştı.
1960 sonrası kuşakları ve onlardan sonrakiler ise, 40’lı toplumculardan da el alarak çözümün sosyalizmde olduğunu düşündüler. Çoğumuz bugün de böyle düşünmeyi sürdürüyoruz.
Fakat demokrasi konusunda üst üste sınıfta kalmış bir toplum nasıl sosyalist olacak?
Aydınlanma değerleri gibi sosyalizm kavramının da yoksul, eğitimsiz, bilinçsiz, kitlelere ulaşamıyor olmasının açıklanması yine bu sorunun yanıtında değil mi?
Örgütsüz, bilinçsiz, eğitimsiz kitlelerin yalan dolanla ve küçük maddi çıkarlarla kandırılıyor olmasının şaşılacak bir yanı yoktur.
Aydınlanma ve sosyalizm değerleriyle büyük halk kitleleri arasındaki kopukluk giderilmedikçe, biz aydınların kendi aramızdaki tartışmaların, çırpınmaların, itişip kakışmaların pratikte hiçbir anlamı ve değeri olamaz…
Ülke bakımından genel bir değerlendirme dediğim şeyin özeti de aşağı yukarı budur.
***
Köşe yazarı olarak kendime ilişkin değerlendirmeme gelince…
İktidarı ele geçirmiş olan bir çıkar grubu ve başındaki kişi hakkında yıllardır yazıp çizmekten sıkıntı ve usanç duyuyorum.
Bu sözcüklere çok daha ağırlarını da ekleyebilirim…
On yıl önceki güncel siyasal bir konuda yazılmış bir yazıyı bugün bir açıklama koymaksızın yeniden yayınladığınızda, okur haklı olarak yeni bir yazı okumakta olduğunu sanacaktır…
Çünkü hiçbir şey değişmiyor…
Ülkenin üstüne çöken lanet dağılmıyor. Karanlık seyreleceğine yoğunlaşıyor….
Her hafta aynı ya da benzer şeyleri yazıp durmak insanı kendi gözünde de değersizleştiriyor, insanlığını küçültüyor, sözünü ettiğiniz çirkinlikler dilinizi ve düşünme biçiminizi bozarak sanki sizi de çirkinleştirip bozuyor, değer yitimine uğratıyor…
***
Öyleyse… Öyleyse sevgili okurlarımın da izniyle artık her hafta ille de güncel siyasetin dayattığı konularında yazmak zorunluluğunu hissetmeyeceğim…
Cumartesi yazılarıyla Cumhuriyet Dergi’deki Pazar söyleşileri arasındaki bariyerleri de kaldırıyorum…
Artık bundan böyle her iki köşemde de her konuda yazacağım…
Güncel siyaset kurulduğu köşeden inerek yerini şiire, sanata, okuduğum kitaplara, kuşkusuz siyaset de içinde olmak üzere her alanda ilginç bulduğum farklı konulara, insan yaşamına ilişkin bin bir ayrıntıya bırakacak…
Biraz soluklanmak, yaşamı tek ve sevimsiz bir yönüyle değil bütünüyle kucaklamak ve yazı konularımı yıllardır her gün tıpkısını yaşadığımız ıvır zıvırdan çıkarmaya çalışmak yerine, daha tam, daha derinliğine, daha geniş bir yürekle insan olabilmek için…