Mısır devrimi bir dönüm noktasında! Salı günü halk Kahire’de “Bir milyonluk” bir gösteri için toplanmaya başlıyor, ordu halka hiçbir koşulda ateş açmayacağını açıklıyor, Mübarek rejimi muhalefetle diyalog arayışına giriyordu. Ama bu sırada İsrail’e karşı ulusal birlik çağrısının güçlendiği görülüyordu.
Devrimin ekonomi politiği
Tunus’tan Mısır’a patlak veren toplumsal “olay”lar, halkın, hem siyasi iktidar, hem de kendi gücü hakkındaki algısında köklü bir değişiklik yarattı. Halkın devleti ve iktidarı yıkarak bir yenisini kurmasıyla sonuçlanabilecek bir süreç başladı. Bu “olay” oluşum halindeki bir devrimdir ama yarıda kesilerek söndürülebilir.
Bir devrimin “oluşum” sürecini tamamlayabilmesi, toplumsal yapının, ekonomik, siyasi ilişkilerini, hatta egemen öznelliklerini, karşı çıktığı siyasi iktidarın yeniden üretilmesini engelleyecek biçimde dönüştürebilmesine bağlıdır.
Bu yüzden Tunus ve Mısır devrimleri benzer risklerle karşı karşıya. Her iki ülkenin egemen sınıfları, onların uluslararası ilişkileri, Hegel’in ünlü sözünü anımsatır bir biçimde “her şeyin aynı kalması için, her şeyi değiştirmeyi” denemekle meşguller: “Değişim” şart! Amaç, siyasi iktidarın günlük yaşamda, ekranlarda görünen biçimlerini, halkın öfkesini yatıştıracak biçimde değiştirerek, ekonomik ve kurumsal temellerini korumak. Bu yüzden Tunus ve Mısır devrimlerinin, oluşum sürecinde kesintiye uğrama olasılığı yüksek. Tunus belki ama Mısır farklı diyebilirsiniz.
Gerçekten de Mısır’ın İsrail’le ilişkilerine, Gazze ile sınırına, Süveyş Kanalı’na, 80 milyonluk nüfusuna bakarak uluslararası ilişkiler ve dünya ekonomisinin, enerji taşımacılığının dinamikleri açısından son derecede kritik bir jeopolitiğe sahip olduğunu söyleyebiliriz. Ama Mısır’ın, patlak veren devrimin geleceğinde belirleyici rol oynamaya başlayan bir özgünlüğü daha var.
Müslüman Kardeşler faktörü
Mısır’da Müslüman Kardeşler (MK) adlı bir hareket, 1980’lerden bu yana devletin IMF “reformlarını” uygularken toplum karşısındaki sorumluluklarını terk etmesiyle oluşan boşluğu doldurarak gelişiyor, toplumun dokusuna derin bir biçimde nüfuz ediyordu. MK yaklaşık on yıldır, baroyu, meslek örgütlerini, öğrenci birliklerini, sendika yönetimlerini, mahallelerdeki dayanışma ve tedarik ağlarını, üniversiteleri, ilk ve ortaöğretim müfredatını, günlük yaşamın “simgesel evrenini” gittikçe artan bir ölçüde kontrol ediyordu. MK, bu sırada uluslararası ekonomik ve siyasi güçlerle çatışmamaya dikkat ediyor, “ya biz, ya El Kaide” savının ardına sığınıyor, Mübarek rejiminin çökmesini bekliyordu.
Bu nedenlerle, toplumsal tabanı zayıf, çevresi liberal ve sol liberal entelektüellerle çevrili El Baradey’in, Mübarak’e karşı devlet başkanı adayı olarak devreye girmesi, bir “yumuşak geçiş” olanağı sağlayacağı için MK tarafından olumlu karşılanmıştı. Baradey, başkanlık seçimlerini ancak MK desteğiyle kazanabileceğinden, MK’ye bağımlı olacak, MK de Baradey’in başkanlığı döneminde, yeni mevziler elde etmeye, devlet aygıtına, rejimi ve rejiminin uluslararası ilişkilerini doğrudan karşısına almadan, bir halk hareketiyle uğraşmak zorunda kalmadan, nüfuz etmeye devam edecekti.
Ancak Mısır devrimi, MK’yi, hiç beklemediği bir anda, üstelik, radikaller (gençler) ve muhafazakârlar (yaşlılar) olarak iki kanada bölünmeye başladığı sırada, devlet yönetimini devralma olasılığıyla yüz yüze getirdi. MK, devrim sürecinde görünmez olmaya ne kadar çabalarsa çabalasın, Mısır toplumunun en yaygın ve derin siyasi, kültürel örgütlenmesi olarak, kendisini bir anda, kendiliğinden koşmaya başlamış olan “devrim kaplanının” (halkın talepleri, rejimin şiddeti, ordunun saygınlığı, emperyalist güçlerin radikal İslam korkusu) sırtında buldu.
Şimdi bu “kaplanı” birisinin, bir teskin edici iğneyle vurması gerekiyor ki, MK kaplanın üzerinden güvenlikli bir biçimde inerek devlet aygıtını devralabilsin. Bu bağlamda, eski Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı Başkanı, Uluslararası Kriz Grubu Yürütme Kurulu üyesi El Baradey’in varlığı çok yararlı. Baradey’in liderlik iddiaları hem uluslararası çevreleri hem de ayaklanan proletaryadan korkmaya, mülkünü korumak için mahallelerde örgütlenmeye başlayan Mısır burjuvazisini rahatlatmaya başladı. Bu sırada ordu hem büyük kentleri adeta işgal ediyor hem de yeni oluşmaya başlayan yönetime kendi temsilcilerini yerleştiriyordu. “İsrail Sina’yı işgale hazırlanıyor” söylentisi yayılmaya, “ulusal birlik” çağrısı güçlenmeye başladı. Halkın, her yıl ABD’den gelen mali yardımın yüzde 80’ine el koyan orduyu, Mısır oligarşisinden farklı, halktan yana bir kurum olarak görmeye devam ediyor olması da “kaplanın” vurulmak üzere olduğunu düşündürüyor.
Mısır’da yaşananların bir evrensel boyutu daha var: “Olay” (devrim) “kapitalist gerçekçiliğin” etkisini kıracak özneyi bulamaz ya da yaratamazsa egemen toplumsal yapının sınırları içinde kalarak sönüyor. Ama Mısır’da halk hâlâ sokaklarda. Öyleyse devrimin geleceği açısından hâlâ bir umut var.
(Cumhuriyet 02.02.2011)