Aklın yetersiz kaldığı ya da henüz öngöremediği durumlarda önsezi devreye giriyor.
Buna akıldışı değil ama akıl öncesi, belki akıl ötesi bir süreç diyebiliriz.
Kişisel yaşamlarımızda önsezilerimizin belirleyici, yönlendirici bir işlevi vardır.
Birilerini sever ya da sevmeyiz.
Bir ilişkinin iyi da kötü gittiğini, bir şeyi yapmamız ya da yapmamamız gerektiğini, aklımız kadar, ondan da önce önsezilerimiz söyler...
Önsezi, öngörüden farklı olarak, akıldan çok duyguyla ilgilidir.
Aklımız çoğu kez, öyle gerektiğini, zorunluluk olduğunu düşündüğümüzden, korktuğumuzdan, tembelliğimizden ya da başkaca nedenlerle önsezilerimizi bastırmaya çalışır.
Bunda başlangıçta başarılı da olabilir.
Fakat önsezi yine de bir yerlerden uç verir, kendini duyumsatır.
Kişisel yaşamlarımızda olduğu kadar toplumsal olayları değerlendirmemizde de aklın ve öngörünün yanı sıra önsezilerimiz de bir yere, işleve sahiptir...
Bir olay, olgu, durum, belki akılla tam olarak açıklanamayacak kadar karışık görülebilir.
Öngörü ileriyi yeterince açık göremeyebilir.
O zaman önsezi devrededir...
***
Şimdi, yaşamakta olduğumuz toplumsal olaylara ilişkin kendi önsezilerimden birkaç örnek vereyim:
Başbakan’ın ve cumhurbaşkanı adayının birlikte fotoğraflarına baktığımda, bana demokrasiyle yönetilen bir ülkenin demokrat bir siyasal partisinin iki lideri gibi değil, iki sivil Ortadoğu diktatörü gibi görünüyorlar.
Bu bir önsezi.
Hayır, önyargıdır diyenler olabilir.
Bence önyargı değil, önsezi...
Çünkü şimdiye kadar, görüşlerinin yandaşı ya da karşıtı olayım, hiçbir siyasal parti lideri ya da liderleri için (Erbakan ve Türkeş de içlerinde) buna benzer bir şey hissetmemiştim...
Bu başka bir şey...
Yanılıyor olabilir miyim?
Aklımdan, öngörümden bile daha önce ve ısrarla, önsezim bunun böyle olduğunu söylüyor...
***
Bir başka ve belki daha da karanlık bir önsezi...
Kendini arada bir duyumsatan...
Buna “komplo kuramı” da diyebilirsiniz...
Fakat yine akıldan daha önce ve daha çok, bir duygu, sezgi olarak geliyor...
Şu anda iktidardaki siyasal partinin ve arkasındaki büyük dış gücün karşısındaki tek direnme noktası olarak ordu görünmekte.
Bu engel nasıl aşılabilir?
Ordu nasıl güçsüzleştirilip tüm ülkenin değil de bugünkü siyasal iktidarın ve arkasındaki büyük dış gücün buyruğuna verilebilir?
Sahte bir darbe girişimi ve ardından da bir büyük “temizlik”le...
Bu bir önsezi...
Fakat ülkenin bugün getirilmiş olduğu durumda, böyle bir şey kesinlikle olamaz diyebilir miyiz?
***
Önsezilerim, akılla ve öngörüyle de desteklenmiş olarak, şu anda bu ülkede olup bitenlerin demokrasiyle bir ilgisi bulunmadığını söylüyor.
Karşıt görüşü savunanların, tüm bu olup bitenleri demokrasinin gereği, daha da öte sağlamlaşması olarak görüp göstermeye çalışanların sesleri şimdilik daha güçlü çıkıyor olsa da, aklımdan ve öngörümden bile daha önce ve ısrarla önsezim bunun böyle olmadığında direniyor...
Bana, bugünkü başbakanın, günü geldiğinde “halkoyu”yla “seçilecek” bir diktatör olma hevesi ve hesabı içinde olduğunu bile haber veriyor.
Ve zaman zaman, iyimser mizacıma karşın, kapkara önsezilerin içine yuvarlanmaktan kendimi alamıyorum...
(*) 18.08.2007’de, yani Ergenekon tertibinden bir yıl, Balyoz tertibinden üç yıl önce bu köşede yayımlanan yukarıdaki yazımın da yer aldığı Sivil Darbe adlı kitabımın yeni bir basımı yakında Kırmızı Kedi Yayınları’nca yapılacak.