"Artık, hukukçuların 'hukuk dışına' çıkması gerekmektedir.""
AKP ile Fethullah Gülen Cemaati arasında yaşanan ve bir süredir çıplak gözle izlenir hale gelen gerilim 17 Aralık sabahı itibari ile başka bir evreye geçti. Şu anda, taraflar arasında 'kontrollü' bir çatışma yaşanıyor.
Birinci Cumhuriyeti tasfiye sürecinin tamamlanması olarak da okunabilecek 2010 referandumu (2011 Haziran seçimleri ile birlikte) sonrası, AKP’yi oluşturan iki esas güç arasında yaşanan anlaşmazlıklar su yüzüne çıkmaya başladı. Polis ve yargı içerisindeki etkinliği ile süreci yönlendiren cemaat, referandum sonrasında buralardaki gücünü ve etkinliğini daha da artırdı.
Haziran direnişi tarafların hesaplarını bir kez daha gözden geçirmelerinin de nedeni oldu. Aralarında yaşanan sürtüşmenin, Haziran direnişi ile birlikte artık uzatmaları oynayan Erdoğan'ın sonrasını planlama çalışmalarında emperyalist güçler için rahatlatıcı bir faktör olduğu da açık.
Çatışma esas olarak yargı (ve polis) üzerinden yürüdüğünden, yargının aktörlerine de çok söz düşüyor.
Yazılıp çizilenlere bakınca görünen o ki, üzerimize doğru yeni bir 'demokrasi' ve 'hukuk mücadelesi' çağrısı geliyor. Bugün yargı üzerinden yaşanan iç çatışmanın hızlı bir çıktısı ise bir kez daha 'hukuk devleti', 'hukukun üstünlüğü' talepleridir. 'Yargı bağımsızlığı' ile 'kuvvetler ayrılığı' üzerinden sorunların çözülebileceği anlatılmaya başlandı bile.
Hiç şaşırtıcı olmayacak bir şekilde, bu çözümlerin ilk alıcıları da soldan çıkıyor. Bu sefer hem liberal hem ulusal soldan.
Son örnek Türkiye Barolar Birliği. Birlik Başkanı Metin Feyzioğlu, Cuma ve Cumartesi günlerini 'devlet krizine' çözüm için görüşmelere ayırdı. Önce Cumhurbaşkanı ile sonra Başbakan ile görüştü. Feyzioğlu kendisine yöneltilen eleştirilere karşılık olarak Türkiye’ye, Türkiye’nin kurumlarına, hukuk devletine ve demokrasiye sahip çıktığını belirtti.
Güncel bir örnek olduğu için bugün TBB Başkanı’nın dillendirdiklerini konuşuyoruz. Oysa bir süredir 'hukuk zemini' ve 'uzlaşma' üzerinden çağrılar yapılıyor. Bu çağrıların bir parçasını da siyasi hatlarını AKP-Cemaat geriliminden var eden kesimler oluşturuyor.
Demokrat Yargı Eşbaşkanı Orhan Gazi Ertekin bir röportajında, Başbakan’ın yargıyı hem kurumsal olarak gerçekten inşa etmenin peşine düşmesinin ve diğer tüm partilerle uzlaşma geliştirmesinin hem de Ergenekon, Balyoz, KCK vb. gibi davaların yeni baştan değerlendirileceği bir alan açmasının şart olduğunu söylüyor. Gerekçesi ise, yargının Erdoğan ile birlikte ülkenin neredeyse tümünü sıkıştırmış olması. Ertekin bir kez daha başa dönmemek için kapsamlı bir uzlaşmanın da gerekli olduğunu belirtiyor.
Kısacası, 'normalleşme' isteniyor.
Milyonların adalet arayışında olduğu, ayyuka çıkan yolsuzluklar ve hukuksuzluklar üzerinden 'hükümet istifa' seslerini yükselttikleri bir dönemde, neden 'normalleşme' istenir?
Hükümet 'paralel devletin' mağduru değil; yaratıcısıdır, failidir. Yaşanan kriz de, gerici ve işbirlikçi bir kimliğe sahip olan İkinci Cumhuriyet'in krizidir. 'Devlet krizine' aranan çözüm de, yapılan uzlaşma çağrıları da İkinci Cumhuriyet'e alan açmaktadır, nefes aldırmaktadır. Niyetlerin ne olduğunun hiçbir önemi yoktur.
Bir yana bakıp 'paralel devlet' diğer yana bakıp 'yolsuzluk' görüp, tek tek bu sorunları çözmek üzerinden hareket edildiğinde gerçekçi olunmamaktadır. Bu yaklaşımlarının gerçekleşme olasılıkları yoktur. AKP iktidarının sonuna gelinmiştir.
Ancak, bu gerici-liberal cendere altında yaşamaya mı devam edeceğiz, yeni bir cumhuriyetin yolunu açmak için mücadele mi edeceğiz sorusuna yanıt verilmelidir. Bu nedenle de, bugün alınan tutumlar önemlidir ve yarının ipuçlarını vermektedir. Bu gerici ve işbirlikçi Cumhuriyet'in kurum ve kuralları ile yol alınmaya razı olunacaksa ve onlar sorgulanmayacak ise, bu ülkenin adalete olan ihtiyacı sona ermeyecektir.
Tüm bu söylenenler, dile getirilen taleplerin önemsiz olduğu anlamına gelmemektedir. Aksine oldukça önemli, hatta yetersizdir. Mutlaka ekler yapılmalı, tüm taleplerin bir bütün içerisinde hayata geçmesi için mücadele edilmelidir.
Örneğin bu süreçte görülen tüm politik yargılamaların geçersiz sayılmasını sağlayacak bir çalışma yürütülürken, halka karşı işlenen suçların ve yolsuzlukların sorumlularının hesap vermesi de takip edilmeli; kapatılan ve başlatılmaya dahi gerek görülmeyen soruşturmaların tekrar açılması sağlanmalıdır. Haziran direnişinde hayatını kaybeden gençlerimizin katilleri ve onların koruyucuları hesap verene kadar peşleri bırakılmamalıdır. Haziran direnişi ile bu topraklarda hiç olmadığı kadar meşruiyet kazanan halkın direnme hakkına yönelik siyasi iktidarın baskısını püskürtecek çalışmalar yapılmalı, bu hakkı kullanan yurttaşların yargılanmalarının önüne geçilmelidir. Olağanüstü mahkemelerin dağıtılması, Terörle Mücadele Kanunu’nun ve diğer tüm baskıcı yasaların çöpe atılması, gizli tanıklık ve benzeri düzenlemelerin kaldırılması sağlanmalıdır. 2010 referandumundan sonra 'hukuksuz' olarak oluşturulduklarına dair verilerin ortaya saçıldığı HSYK, Anayasa Mahkemesi ve diğer Yüksek Yargı Organları yeniden yapılandırılmalıdır. Kopya çekildiği sabit olduğu halde mesleğe alımın yapıldığı hakim ve savcı sınavı geçersiz sayılmalıdır.
Tekrar olacak, sorun taleplerde değil yerleştirildikleri bağlamdadır. Yargıya dair çözüm önerilerimizin de 'yeni bir ülke/yeni bir cumhuriyet' tahayyüllerimizle buluşması gerekmektedir. Zaten bu nedenle 'hukuki' çözümler yetmemektedir.
Artık, hukukçuların 'hukuk dışına' çıkması gerekmektedir.
Bilgütay Durna
http://adaletvesosyalizm.org/