İçimiz Ne Kadar Daralsa da.

~ 04.01.2014, Ataol BEHRAMOĞLU ~

Yeni bir yılın bu ilk yazısına iç açıcı sözlerle değil iç karartıcı cümlelerle başlayacağım için bağışlayın…
Bu satırları yazmakta olduğum 2 Ocak gününün gazetelerine göz gezdirirken “Hürriyet”te birbirini tamamlayan iki köşe yazısı beni durdurdu ve yazımın omurgasını bu iki yazının özeti oluştursun istedim.
Kuşkusuz kendi yorumlarımı da katarak…

***

“Başbakan 2014’e Nasıl Bir Ruh Hali ile Girdi” başlıklı yazısında Sedat Ergin, Başbakan’ın yeni bir yıl öncesinde “Millete Sesleniş”inin harika bir analizini, daha doğrusu dökümünü yapıyor…
Ergin’in saptamasıyla, bu konuşmanın esasını “dua” kavramı oluşturmakta…
Başbakan, dinlemediğim (ve sanırım zaten sonuna kadar dinleme sabrını gösteremeyecek olduğum) konuşmasına, “Biz dualarla yürüyen bir milletiz” diye başlamış…
Konuşmadan yapılan alıntıları okuduğunuzda, çağdaş Türkiye Cumhuriyeti’nin Başbakanı’nı değil de, sözgelimi Kanuni Sultan Süleyman’ın bir sefer öncesinde askere hitabını okur gibi oluyorsunuz…
Fakat bu kez düşman “küffar” orduları değil, “Sultan”ın başarılarından rahatsız olan içerideki ve dışarıdaki herkes…
Kendini dev aynasında gören birinin son çırpınışlarıdır diyerek gülüp geçebilirsiniz…
Gerçi pek de yanlış sayılmaz bu saptama…
Fakat bu kişi, küçük bir topluluk önünde “Minareler süngümüz, kubbeler miğferimiz” sloganıyla başlattığı savaşımını bugün milyonlara seslenerek sürdürmekte olan biriyse, bu savaş çığırışları küçümsenemez, “hezeyan” denilip geçilemez…
Tayyip Erdoğan içimizi karartmayı sürdürüyor ve belli ki sürdürecek…

***

Yalçın Doğan, “Yerin Altı da Onun, Üstü de” başlıklı yazısında, Başbakan’ın 16 Haziran 2013 tarihli bir genelgeyle “devlete ait taşınmaz malların kiralanması, kullanımı, devri ve satışı ile ilgili tüm işlemleri kendisine bağladığını” bununla da yetinmeyerek şimdi yerin altına el attığını anlatıyor.
Şu sözler Ekim 2013’te Van’da yaptığı bir konuşmada söylenmiş:
“Ben bütün maden işlerini kendime bağladım. Ne olursa olsun ister mermer, ister altın, ister bakır, ister çinko, bizzat göreceğim dedim. Onayladıktan sonra gerekli adımları atacağız.”
Bu “gerekli adımlar”, halkın malı olan ülke zenginliklerini yandaşlara, eşe dosta, aile bireylerine sunma olsa gerek…
Böylesine bir yetki, aynı zamanda da merak ve hırs, ne hayran olduğu Osmanlı sultanlarında, ne de nefret ettiği, başta Mustafa Kemal olmak üzere ülkenin kurtarıcılarında, Cumhuriyetin kurucularında vardı…
İnsanın içi gerçekten daralıyor…

***

Bu iki köşe yazısından söz etmişken yine aynı günkü “Hürriyet”te Ahmet Hakan ve Yılmaz Özdil’in yazılarına da değinmeden geçmeyeyim…
Ahmet Hakan “Yeni Adalet Bakanına Sekiz Deli Soru” başlığı altında, tanık olduğumuz, yaşadığımız adaletsizliklerle, hukuk cinayetleriyle ilgili, aklı başında herkesin aklından geçen sorulardan bazılarını sıralayıp Türkiye bir hukuk devleti mi, bir muz cumhuriyeti midir diye soruyor…
“Çakma” bakan, bu sorularını yanıtlar mı, yanıtlarsa nasıl yanıtlar bilemem ama sadece Ergenekon ve Balyoz cinayetleri bile günümüz Türkiye’sinin bir hukuk devleti değil, bir muz cumhuriyeti bile değil, bir çete devleti olduğunu gösteriyor…
Yılmaz Özdil ise “Paralel Devlet” başlıklı yazısında “içi-dışı imam” olan bir devlete artık “laik” devlet denilemeyeceğini özgün üslubuyla vurgulayarak noktayı koyuyor…
2014’e böyle iç karartıcı bir ortamda giriyoruz…

***

İçimiz daralıyor, evet…
Zalim, işkencesi altındaki mazlumu bir de zalim olarak göstermeye çalışırken, alçak alçaklığını yadsıyıp kendisini eleştireni alçaklıkla suçlayacak kadar alçalırken, böyle bir yalan ve arsızlık ortamında nefes almak bile git gide güçleşiyor…
2014’e böyle iç daraltıcı bir ortamda giriyoruz…
Fakat bir doğa yasası olarak şafağın sökmeye başlamasının da gecenin en karanlık zamanına rastladığını biliyoruz…
Ve şafak başladı bile sökmeye…  

Ataol BEHRAMOĞLU | Tüm Yazıları
Hits: 2003