“Demokrasilerin en kötüsü,
Diktatörlüklerin en iyisine tercih edilir.”
Rui Barbosa de Oliveira (1849-1923, Brezilya)
Hani bir söz vardır: “Güleriz ağlanacak halimize” deriz, deriz ama yine de ne yapacağımızı tam kestiremeyiz. İşte tam o noktadayız. Bir oraya bakıyoruz, bir buraya bakıyoruz; sonra da başımızı iki yana sallayıp gülmeye başlıyoruz.
Bir varmış bir yokmuş. Bir zamanlar uzaklarda bir yerde güzel bir ülke varmış. Ancak, ülkenin yöneticileri güzellikleri göz ardı ederek halkına hissettirmeden küpünü doldurmanın derdine düşmüşler.
Bu güzel ülkenin zavallı insanlarını önce bir güzel uykuya yatırmışlar. Sonra da çok ustalıkla bir şeylerini çalmışlar. Bunu da yeni ve ileri bir şey gibi sunmuşlar. Yani ustalıkla kandırmayı başarmışlar.
Kısacası, hem soymuşlar ve hem de kandırmışlar.
Ancak, karanlığı aydınlığa egemen kılamamışlar. Güneş bir yerden yol bulmuş ve aydınlatmaya devam etmiş. Evet, tam da öyle olmuş. Ortalık aydınlanmış, uyanmaya başlamış insanlar.
Ancak, biraz aklı olanlar bir araya gelmişler ve buradan sonrasına iyi bakmamız gerekiyor demişler. Önümüzde ne var diyerek düşünmeye başlamışlar?
Daha da önemlisi elimizde ne varı sorgulamışlar?
Hem soyan ve hem de kandıran büyük kardeş var.
Bunu nasıl kullanmasam diye düşünen büyüğün küçüğü var.
Sıkıştıkça “hem soyana ve hem de kandırana” yardımcı olan küçük var.
Ah daha fazlasını nasıl koparsam diye düşünen en küçük var.
Bir de irili ufaklı ortalıkta dolaşıp kafa karıştıran çok küçükler var demişler.
Şimdi buradan ne çıkarabiliriz diyerek, gidip bilge kişiye danışmak istemişler.
Bilge kişi “budan çok fazla bir şey çıkmaz, heyecanlanmayın” demiş ve açıklamaya başlamış.
Bakın demiş bilge kişi “toplumsal irade” diye bir kavram vardır. Eğer siz “toplum” kavramını yok sayarsanız, insanları “pazaryerindeki kalabalık” gibi görürseniz ve “çoğunluk iradesini” de “kişisel iradeye” indirgerseniz ortaya bildiğiniz “çoban ve sürüsü” durumu çıkar. Buradan da “kendi kendini yönetememe” sonucuna gidersiniz. Bir zamanlar “sarı saçlı, mavi gözlü” bir adam vardı. O “kendi kendini yönetme” anlayışını yerleştirmek için çok uğraşmıştı. Ancak, değerini bilemedik. Adama da demediğimizi bırakmadık. Sonuç da gördüğünüz gibi hüsran oldu.
Kaldı ki; bir de orada ve burada neler oluyor, bir de ona bakalım diyerek sözlerine devam etmiş:
Orada itibarımız iyi görülmüyor. Haberler iyi değil. Büyük suyun arkasındakiler hiç umutlu değiller. İlişkilerin zehirlendiğini söylüyorlar! Yakındakiler kuşku ile bakıyorlar. Komşular ile sorunlarımız ise çözülebilir olmaktan çıkmış durumda. İç işlerine karışıyorlar ülkelerin. Bir komşu ülkedeki çatışma ortamına müdahil olmak suretiyle sanki de taraf oldular. İnsan hakları suçlarının işlendiği konusunda duyumlar var. Uluslararası hukukun suç saydığı bazı uygulamalar da yapılmış olabilir. Kayıt dışı altın ticareti ve para aklama yapıldığı da söyleniyor ki; doğruysa çok sıkıntı yaratır.
Burada da her şey iyi değil. Adaletin terazisini bozdular. Haklı haksız, haksız haklı çıkar oldu. Gelir dağılımı bozuldu. Saraya yakın olanların çok büyük servet sahibi olduğu söyleniyor. Halkın elindeki altınlar toplanmaktadır. Filler ile altın sevkıyatı yapılmaktadır ve kutular dolusu para bulunmaktadır. Üretenler sıkıntılıdır. Ani denetimler oluyor. Haber yazanlar ise istediklerini yazamıyorlar. Herkes izleniyor. Muhbir sayısı arttığı gibi ayrıca özendiriliyor. Ordunun komutanları tutuklandılar ve mahkum edildiler. En kötüsü de ayrımcılık yapılıyor. Etnik ve dini ayrımcılık yapılıyor ve belli etnik ve dini kesimlere işaret ediliyor ki: bu da çok tehlikelidir. Ayrıca, ciddi hukuka aykırı eylemler olduğu da ileri sürülmektedir.
Kısacası tatsız bir durum var.
Halk bölünmüş, menfaat grupları oluşmuş, devlet makamları ve imkanları menfaat için kullanılır olmuştur. Daha önce işbirliği yapılan bir menfaat grubu ile ilişkiler çığırından çıkmış ve yönetenlerin yandaşları ile bu menfaat grubunun yandaşları birbirlerini tasfiye süreci başlatmışlardır. İşin sonunun nereye varacağını kestirmek zor. Bir tarafta hak, hukuk tanımayan “kendi kendini yönetme” anlayışını “benin dediğim olur” anlayışına çeviren bir güç; diğer tarafta ise küresel irade tarafından desteklenen kurumsal alanda örgütlenmiş bir “beysbol sopası” durmaktadır. Yağmalamaların, çalmaların ve kandırmaların adı da “istiklal savaşı” olmuştur! Halk şaşkınlık içerisindedir ve kafalar da karışmıştır.
Yani bir yerde “kırk katır mı, kırk satır mı” gibi bir açmazın içerisine sokulmuştur halkımız.
En kötüsü de budur. Hiçbirine mi yoksa iyisine mi rıza göstereceksiniz? Yoksa şu küçük kardeşleri mi tercih edeceksiniz?
Her şeyin hemen düzeleceğini beklemek de doğru olmaz. Yine de çözüm kanallarının açık tutulmasında yarar vardır.
Birincisi, “Büyük Vekiller Meclisini” açık tutabilme başarısını göstermektir. Sorunların çözüm yeri orasıdır. Küçük kardeşlerin daha iyi çalışmaları telkin edilmelidir. Halkımız “Kendini Yönetebilme” imkanını doğru şekilde kullanabilmelidir. İkincisi ise, “çatışma ortamına” sokmamaktır ülkeyi. Ayrımcılık yapmak, etnik ve dini ayrıştırma bu sürece ivme kazandırır. Uzak durmak gerekir. Sabır göstermekte yarar bulunmaktadır.
Özetle; seçme hakkını iyi kullanın, meclisi çalıştırın, çatışma ortamından da kaçının demiş bilge kişi. Komşu ülkeler ile de ilişkileri “içişlerine karışmama ilkesi” esasına göre yeniden düzenleyin diye de eklemiş.
Sözlerini “yeni yıl zor olsa da belki de bütün bu sorunların aşılabileceği aydınlık bir yıl olur” diyerek tamamlamış.
Ne diyelim:
Çok şey gördük geçirdik. Bütün olumsuzluklara, aymazlıklara arsızlıklara ve yüzsüzlüklere rağmen olgunlukla hareket edelim.
Hırsızlık yapanlardan ve yalan söyleyenlerden uzak duralım.
Halkımıza güvenelim. Yüzyılların imbiğinden geçen değer yargılarımız ile doğru ile yanlışı ayırma becerisini gösterecektir halkımız. Bunlar da geçer ve esenliğe ulaşırız diyelim.
Yeni yılın sağlık, başarı, zenginlik ve mutluluk getirmesini dilerim.
Av. Reha Taşkesen
31.12.2013, Ankara