İngilizce “ominous” (om’nıs) sözcüğünün karşılığı olarak internetteki “tureng” sitesinde şu sözcükler sıralanıyor:
Hayra yorulamayan, insanın keyfini kaçıran, kara, kaygı verici, kötülük habercisi, meşum, netameli, şom, uğursuz...
Bunlara yaklaşık olarak aynı ya da benzer anlamlar taşıyan başkaları da sanırım eklenebilir.
“Meşum” bir zamanlar çok kullanılan, anlam yükü, çınıltısı, söylenişindeki vurgu ve çağrışımlarıyla çok güçlü bir sözcük.
“Meşum bir olay” denildiğinde, daha kötüsü olamayacak kadar can sıkıcı, berbat, kötü, iç karartıcı bir olaydan söz ediliyor demektir...
“Şom” sözcüğü de aynı kökten türetilmiş olmalı...
“Şom ağızlı”, ağzından hep kötü haberler çıkan birini betimlemede Türkçemizin pek güzel deyimlerinden biridir...
İngilizcesinden başlayıp bunları nereden çıkardın derseniz, New York Times gazetesinin 26.12.2013 tarihli sayısındaki bir haberin giriş cümlesinden diye yanıtlayacağım...
Bu uzunca cümlede özetle, üç bakanın çarşamba günü ansızın istifa etmeleri ve bunlardan birinin ayrılırken Başbakan’ın da çekilmesi gerektiğini söylemesinden sonra, Türk hükümetini kuşatan yolsuzluk kovuşturmasının Başbakan’a yönelik “meşum, uğursuz, kaygı verici vb...” bir boyut kazandığı dile getiriliyor...
Cümleyi okuduğumda, özellikle, yukarıda dilimizdeki karşılıklarını aktardığım sözcük üzerinde düşünmekten kendimi alamadım..
Meşum, uğursuz, can sıkıcı, iç karartıcı olan nedir?.. Ya da bütün bunlar kimin için böyledir?..
Olayın bütününe bakıldığında, her türlü kötülük nitelemesini hak eden bir durumun söz konusu olduğu elbette bir gerçek...
Fakat bu niteleme neden, kovuşturmanın özellikle Başbakan’a yönelmesiyle ilgili olarak kullanılıyor?
Bunları yazarken, ilgili sözcüğün, “daha kötüsü olamayacak, kötünün kötüsü” gibi bir anlamda kullanılmış olduğunu duyumsuyorum...
Fakat yine de bir itirazım var...
Kovuşturmanın söz konusu kişiye yönelmesini ben, uğursuz değil uğurlu, hayırsız değil hayırlı, iç karartıcı değil iç açıcı, meşum değil ülkemizi karanlıktan aydınlığa çıkarıcı bir yöneliş olarak görüyorum...
Tabii, şu satırları yazmakta olduğum sırada başbakanlık koltuğunda oturmaya devam etmekte olan kişi bakımından değil, ülkemiz bakımından...
***
Bütün iktidarı süresince sadece bu konuda değil hiçbir konuda ödün vermeyen, uzlaşmaya yanaşmayan Tayyip Erdoğan, kabinede yapmaya mecbur kaldığı değişikliklerle, hükümetine ve kişisel olarak kendisine ve yakınlarına yönelik (aslında çok uzun zamandır halkın ağzındaki) ağır yolsuzluk, haksız zenginleşme, yabancı bankalarda yüklü para sahibi olma vb. suçlamalarından kurtulabilecek mi?
Bu konuda da yine 26 Aralık gününün Cumhuriyet gazetesinde, Ankara temsilcimiz Utku Çakırözer’in “Erdoğan’ın Kontrolü Kaybettiği An” başlıklı yazısında ilginç bir kavramla karşılaştım...
Halkta egemen olan “yolsuzluk” algısını değiştirecek bir “illüzyon” (yanılsama, algı yanılgısı) yaratmak...
Utku Çakırözer, “algı yönetimi” adını verdiği bu yöntemle Başbakan’ın halkın yolsuzluk algısını değiştirmeyi planladığını, ancak istifaya zorlanan bakanlardan birinin doğrudan doğruya kendisini hedef almasıyla bu planın da zora girdiğini belirtiyor...
Halkta gerçek dışı, sahte algılar yaratarak toplumları yönetmek, diktatörlüklerin başlıca yönetim yöntemlerindendir...
Fransız toplum bilimci Gustave Le Bon’un bir süredir başucu kitaplarımdan biri olan “Kitleler Psikolojisi”nde bu çok önemli konu enine boyuna irdelenir...
Diktatörler bu yöntemi içgüdüleriyle de olsa bilirler ve uygularlar...
Tayyip Erdoğan her fırsatta uyguladığı bu algı ve gündem değiştirme, gerçekliği saptırma yönteminden kolayca vazgeçebilir mi?
Kabine değişikliği ve sonrasında söyledikleri bu gerçeği karartmaya çalışarak algı değiştirme yönteminden vazgeçemeyeceğini, tam tersine dozunu daha da arttırarak sürdüreceğini gösteriyor.
Peki, bu yöntem bir kez daha başarı kazanabilecek mi?..
Hiç sanmam...
Toplumun aydın kesimlerinin dışına taşarak geniş halk kitlelerine yayılmakta olan hoşnutsuzluk ve tepkiler, ülkemizin meşum bir dönemi geride bırakmaya çok yaklaştığını gösteriyor...