Tayyip Erdoğan’ı dinlemek bahtsızlığını yaşamaya devam ediyoruz.
Belki daha seyrek olmakla birlikte, yine her yerde karşımıza çıkıyor.
Eceabat’tan Çanakkale’ye geçerken vapurda yine bangır bangır bağırıyordu.
Halkımız belli ki dinlemiyor, fakat herhangi bir tepki de göstermeksizin, sanki tepesinde bağırıp duran biri yokmuş gibi ifadesiz bir yüzle robotsu yaşamını sürdürüyor…
Televizyonu kapatayım diyorum, fakat böyle bir düğme yok.
Yukarı çıkıp kaptanı arıyorum, kayıp.
Sonra, dinlenmekte olduğu söylenen kaptana vekâlet ettiğini öğrendiğim gençten biri peydahlanıyor.
Kapatın şu televizyonu, kafamız şişti diyorum…
Bir toplu taşıma aracında, tek bir kişi bile istemiyorsa, televizyon izlemeye, hele tek bir kanalı, tek bir istasyonu dayatmaya hakları olmadığını anlatmaya çalışıyorum…
Anlayıp anlamadığı belli değil, fakat tepkisiz halkımızın yine herhangi bir tepkisiyle karşılaşmaksızın kapanıyor televizyon…
***
Meclis’teki bütçe konuşmalarını göz ucuyla izlerken yine çıktı karşıma…
Biraz dinleyeyim dedim…
Kendi içinde tutarlı bir tutarsızlıklar zinciri…
İnsan sürekli olarak saçmalıyorsa, saçmalamanın da kuşkusuz bir tutarlılığı olacaktır.
Tayyip Erdoğan konuştuğu konuda gerçekten cahil olduğu için mi, yoksa bile bile mi gerçekliği saptırıyor?
Konu, demokrasi…
Demokrasinin gerçekleştiği tek yer oy sandığıymış ve sonuçta da Millet Meclisi’ymiş…
Meclis’in dışında kalan her şey, kitle gösterileri, yargı erki, sivil toplum, özetle akla gelebilecek her türlü Meclis dışı muhalefet, Tayyip Erdoğan’a göre ya terörizm, ya darbecilik…
Meclis’teki muhalefeti de terörizm destekçisi olmakla suçlamaktan geri kalmıyor…
Bu arada, bir yenilik olarak, kapital sahiplerini de hedef tahtasına oturtuyor…
Sanırsınız ki palasını halk yararına sallamakta olan bir halk kahramanının karşısındasınız…
Oysa, Gezi Direnişi günlerinde, direnişe destek veren kapital sahiplerini, “Benim dönemimde on kat zenginleştiniz, şimdi nasıl bana karşı çıkarsınız…” diye azarlayıp tehdit eden kendisi…
Sanki halkın o dinlence alanına AVM’ler, zenginler için konutlar dikmeye yeltenen o değil…
Dizginleyemediği öfkesi, hevesi kursağında kaldığından olmalı…
Gezi’de yaptığım konuşmada, dinleyici topluluğuna, içinizde AKP döneminde on kat zengin olanınız var mı diye sorduğumda, kitleden yükselen protesto seslerini tahmin edersiniz…
Tayyip Erdoğan, ailesine, sülalesine sövülüp sayıldığından yakınıyor…
Gerçekten de, sokaktaki insana kulak verdiğinizde, gelmiş geçmiş hiçbir siyasetçi için bu kadar ağır sözler söylenmediğini görüyorsunuz…
Acaba neden?
Rüzgâr eken fırtına biçeceği için mi?
Kaldı ki söz konusu kişi, partisi iktidara geldiğinden beri ve daha da öncelerden, rüzgâr değil fırtına ekmeyi sürdürüyor…
***
AKP yöneticilerinin TV ekranındaki yüzlerini izliyorum…
Yüzler asık, dudaklar sımsıkı kenetli…
Tayyip Erdoğan’ın limon sarısı, gülümsemeyi unutmuş ya da belki hiç tanımamış yüzünden, düşünüp düşünmediği, düşünüyorsa ne düşündüğü anlaşılamıyor…
Gezi’den bu yana yerle bir olan “karizma”sının, kişisel ve partisel geleceğinin kaygısı içinde olduğunu tahmin etmek güç değil…
Konuşmasında söyledikleri ise diktatörlük tarifinin ta kendisi…
Tek güç Millet Meclisi’ymiş…
Meclis çoğunluğu onun elinde.
Yürütme zaten onun buyruğunda…
Bürokrasi, polis, yargı, asker ya buyruğunda ya tehdidi altında...
Tek güç benim demek istiyor…
Güya demokrasiyi tarif ederken, diktatörlüğü tarif ediyor…
Giyotinde can veren bahtsız Fransa kralı gibi, kanun benim demek istiyor…
Ömrünü çoktan tamamlamış bu anlayış, hiçbir çağdaşlık pırıltısı, demokrasi gerçeğine ilişkin tek bir ışıltı, en küçük bir bilgi ve bilinç kırıntısı taşımıyor…
***
Tayyip Erdoğan diktatörlüğünün büyük olasılıkla son çırpınışları izleniyor…
Sevgili Balbay! Bir girip bin değil, milyonlarca çıktın…
Hoş geldin kardeşim! Zaten hep buradaydın...