Solu soysuzlaştırmak

~ 30.03.2011, Aydemir GÜLER ~

soL portal son dönemde iki temel başlıkta ısrarlı eleştirel bir konum aldı. Bir, AKP karşısında solu insan hakları zeminine hapseden ve bu yolla muhalefet alanını liberal damgaya teslim eden yaklaşım. İki, Ortadoğu'daki gelişmeleri topluca devrimci bir ilerleme sayan ve bölgede emperyalizmin geliştirdiği inisiyatif ile, yine insan hakları adına paralel düşen yaklaşım...

Bu ikisi içerden ve dışardan solun yalnızca alanını daraltmakla kalmayan, belki bundan daha önemlisi solu soysuzlaştıran süreçlerdir: Güçlü olmak mı istiyorsun, yenilmekten bıkmadın mı, yalnızlıktan çıkmaya ne dersin?

Telaffuz edilmeseler de bu soruların temsil ettiği bir psikolojik basıncın solu kuşattığını kabul etmeliyiz. Dolayısıyla ortaya çıkan eğilim güçlüdür.
Solda bu süreci savunan tez ve psikolojide, konunun dışında kalmamak, işlerin içine girmek gibi güdüler var. Ancak solun ortalamacı bir eleştirinin parçası haline geldiği yerde, aslında bir dönüşüme uğramış olacağı görülmelidir.

Gazetecilere saldırının Ergenekon soruşturmasını saptırdığı görüşü, hızla solda yaygınlık kazanmış, liberal ve AKP'ci çevrelerle aynı havayı soluyan solcular, “bu kadarcık tavizi” vermekte bir sakınca hissetmemişlerdir. Bu görüş geçmişten beri mevcuttu. Ama şimdi epeydir sahip olmadığı bir güçle donanmış bulunuyor. Aynı şey anti-demokratik rejimlere ve dış müdahaleye eşit mesafede durunca da başınıza geliyor. Solcular etkinliklerini arttırdıklarını düşündükleri anda başkalaşıyorlar. Ortalamacı eleştirinin Radikal-Taraf çizgisiyle benzeşmesinden geçtim, Çankaya'yla karıştırılabilir hale geldiği görülüyor.

Bizim konumumuza yönelik en ucuz eleştiri, kayıtsız kaldığımız biçimini alıyor. Ne kayıtsız kalmanın alternatifi liberallerin, örtük AKP'cilerin, emperyalistlerin saflarına katılmaktır, ne de bozulmamış sol yaklaşımların etkisizliğe mahkum olduğu doğrudur.

Soru basit: Son Ergenekon dalgası islamo-faşizmin yükselişinde bir moment midir, “işlerin çığırından çıkması” mı? Ortadoğu'da emperyalizmin yeni bir düzenleme yapmasına karşı mı durulmalıdır, köhne rejimlerin çöküşü alkışlanmalı mıdır? Bu seçeneklerden ikincisinin işaretlendiği veya birincilerle ikincilerin iç içe sokulduğu yerde, sol olmaz.

Yaşanan aslında daha önce kullandığımız bir kavramla, AKP'lileşmedir. 12 Eylül 2010 referandumunda neredeyse nüfusun yarısının AKP'lileşmenin dışında kaldığı görülmüştü. Türkiye'nin gerici dönüşümü devam edecekse, bu durumun bir dirence dönüşmesi engellenmeliydi. En iyi sulandırma ideolojisi liberalizmdir!

Solun kendi adına gösterdiği direnç, kentli yoksullar, Aleviler, belirli aydın kesimler ve gençliğin söz konusu gericileşmenin karşısında durmasını beslemiş, AKP'lileşmeye toplumsal bir set oluşmaya başlamıştı. Demek ki, solun kendisini AKP'lileştirmeden bu iş olmayacak.

Peki sol kendini nasıl koruyacak ve yeniden üretecek?

Soru buradan sorulduğunda yanıtların büyük çoğunluğunun CHP'ye çıkması ise bir diğer tuhaflık. Zira 2002'den bu yana hiçbir zaman gerici yükselişe karşı mücadele vermeyen CHP, özel olarak son bir yıldır AKP'lileşiyor. CHP bu dönemde hiç mücadele vermemiştir ve örneğin Tayyip Erdoğan'a başbakanlık yolunu açmıştır. Son bir yıllık AKP'lileşme ise tarikat övgüsünde, üniversitelerde türbanın önünün açılmasında, NATO'culukta izlenebilir.

Ama CHP'de bir değişim de var. Yakın zamana kadar solda ulusalcılaşmanın adresi CHP oluyordu. Sınıf pusulasını kaybeden ve emperyalizm ile gericiliğe ulusal, kemalist bir zeminde karşı durulabileceğini zanneden solcu bu adrese meylediyordu. Şimdi CHP, bir de, liberalleşen solculuğun adresi haline geldi.

Kuşkusuz solda CHP'cilik çoğunlukla bu tür ideolojik argümanlarla ortaya konmuyor. Bunların yerine “siyasete katılmak, siyasete girmek” ve hatta “mücadele etmek” deyişleri öne çıkıyor. Zaten siyasetin ve mücadelenin ideolojik içeriğinin önemsizleşmesi sola yönelik liberal operasyonun karakteristik özelliklerinden biri değil midir?

Seçim döneminin gündemlerinden biri de budur. Solun liberalleştirilmesine, aynı anlama gelmek üzere soysuzlaştırılmasına izin vermediğimiz ölçüde, 12 Haziran sonrasında umut var olacak demektir.

(SolHaber 30.03.2011)

Aydemir GÜLER | Tüm Yazıları
Hits: 2485