Sevgili dostlar, arkadaşlar, kardeşlerim.
En yüksek rütbeli generalinden astsubayına, hepsi birbirinden değerli aydınlar, yurtseverler, Türkiye’nin seçkin evlatları.
Sizlerle topluca bir kez Silivri toplama kampının mahkeme salonunda karşılaştık.
O uğursuz mekânın yargıyla, adaletle, vicdanla ilgisi bulunmadığını herkes biliyor.
Duruşma öncesiydi.
Canlı, kıpır kıpır, ışık dolu bir enerji yayılıyordu güzelim topluluğunuzdan…
Zaman geçti, adalet üzerinde kapkara bir leke olarak kalacak hükümler verildi.
Siz orada, bizler güya dışarıda, bu karanlığın ülkemizin üzerinden defolup gideceği günü beklerken, umudumuzu diri tutmakla kalmıyor, zalimi ve zulmünü geriletmek için savaşıyoruz.
Bu savaşımda çok yol aldığımızı da biliyoruz, görüyoruz.
Sizlere bu satırları yazmaktayken, içimden hepinizi tek tek kucaklıyor, en içten, en kardeşçe duygularımla, sıkıntılarınızı, üzüntülerinizi, isyanlarınızı paylaşmaya can atıyorum…
Önümde şu anda 11 Eylül tarihli “Aydınlık”ın bir haber başlığı duruyor: “Zulmün çaresi isyandır.”
Haberde, Hasdal Askeri Cezaevi’nden Deniz Kurmay Albay Bora Serdar’ın bu gazetemize mektubu yer alıyor.
Sayın Serdar’ın, benim “Çaresi isyan olmuştur” dizesiyle sona eren şiirimden de söz ettiği mektubunun (kendisine teşekkürlerim, sevgilerim, dayanışma duygularımla) bir bölümü paylaşmak isterim:
“Bilir misiniz, insanların neyle suçlandıklarını dahi öğrenemeden zindanlara tıkılarak özgürlüklerine zincir vurulmasının nasıl bir duygu olduğunu? Bilir misiniz gecelerin sessiz karanlığında kendisine hayat bulan zulmün, yaşamları söndürürken içimizdeki umut ağacını ağır ağır nasıl kuruttuğunu? Bilir misiniz yaşanan tüm bu haksızlıklara ve adaletsizliklere sözde demokratik süreç adına ‘Balyoz-Ergenekon’dan bir oyun izler gibi seyirci kalmanın vatana ihanetten hiçbir farkının olmadığını?”
Hasdal Cezaevi’nden yükselen bu çığlığa kulak tıkamak, sadece vatana değil, insanlığa, insan olmaya ihanettir…
Bir zamanlar benim de yattığım Maltepe Cezaevi’nden, Dz. Kd. Başçavuşlar Cafer Uyar, Canatan Turgut ve Dz. Başçavuş Tuncay Küçük imzalı çok duygulandırıcı bir mektup aldım.
İçinden el emeği ürünü dört kitap ayracının çıktığı mektuptan birkaç satırı birlikte okuyalım:
“Sizlerin bir dönemin mağduru olarak kaldığı zorunlu ikametgâhınızda, maalesef içinden geçtiğimiz hukuksuz bu süreçte şimdi bizler misafiriz… Cezaevinin dört yanı dikenli tellerle çevrili bahçesine sizin tarafınızdan dikildiği söylenen ayva ağacının gölgesinde bizler 1 yıldır, komutanlarımız ise 2 yıldır esaret dolu günler yaşıyoruz.”
Bu ayva ağacı “efsane”sinden sevgili Yılmaz Özdil “Hürriyet”teki çok güzel yazısında söz etmişti…
Ayraçların iki tanesine, bu ağacın yapraklarından ikişer tane yerleştirilmiş… Dünkünden bile daha beter bugünkü hukuksuz dönemin mağdurları, beni dertleşmek ve sohbet etmek için bu ayva ağacının altında buluşmaya davet ediyor…
Elbette… Ama dilerim özgür günlerde buluşmamız daha fazla gecikmesin…
Hasdal’dan Deniz Kurmay Yarbay K. Güven Ertaş bir yağlıboya portremi yapıp göndermiş…
Gecikmiş teşekkürlerimi kabul etmesini diliyorum…
Deniz Kurmay Albaylar M. Koray Eryaşa ve Murat Saka, Hadımköy 3. Kolordu Askeri Ceza ve Tutukevi’nden gönderdikleri mektup ve belgelerde, hukuksuzluğu, vicdansızlığı belgeliyor ve isyanlarını dile getiriyorlar.
Denizciler, kurmaylar, amiraller…
Acaba neden?
Silivri Cezaevi’nde tutuklu bulunan Tümamiral Cem Gürdeniz’in “Hedefteki Donanma” başlıklı kitabı bu konuda çok önemli, bilgilendirici ve uyarıcıdır…
Maltepe Cezaevi’nden gönderilen ayraçlardan birinde de şöyle bir özdeyiş yer alıyor:
“Adalet için en büyük talihsizlik, devletin zalimliğidir.”
Zulmün çaresinin ne olduğunu artık biliyoruz…
Sevgili dostlar, kardeşlerim, yürekdaşlarım…
Adalete, hukuka, demokrasiye inancımızı yitirmeksizin, içeride ya da dışarıda, bu zulmü elbirliğiyle yıkacağız…
Yarın, Pazar Dergimizdeki yazım: Şiir ve Sinema.
Yarın saat 20.15’te Haluk Çetin’le Foça Beşkapılar Kalesi’ndeyiz.
14 Eylül 2013 - Cumhuriyet