Obama Suriye’ye olası bir askeri müdahaleden başından beri uzak durmuştur. Bu tutumunun Afganistan, Irak ve Libya tecrübelerinden aldığı derslerle, ülkede yaşanan ekonomik krize dayandığı aşikârdır. Ancak Suriye’nin özellikle İsrail’e yönelik potansiyel kimyasal silah tehdidi Obama’yı 20 Ağustos 2012’de “Kırmızı Çizgileri”ni net bir şekilde açıklamaya zorlamıştır. Bu “Kırmızı Çizgiler” aynı zamanda “Şeytan Üçgeni”nin İran ve Kuzey Kore ayaklarına da bir mesajdı. Ancak “Kırmızı Çizgilerin” yıldönümünde Suriye’de Guta bölgesinden gelen ve hiçbir vicdana sığmayacak görüntüler bütün hesapları bozmuş, Dünya’da şok etkisi yaratmıştır.
Söz konusu saldırının muhaliflerce yapıldığını iddia eden Suriye, BM heyetinin Guta bölgesinde inceleme yapılmasına geç müsaade ederek üzerinde toplanan şüpheleri güçlendirmiştir. Türkiye ise BM heyeti bölgeye dahi gitmeden kesin kanıtlara ulaşmışçasına askeri bir müdahale için adeta çırpınıyor. Ancak muhataplarınca dikkate alındığını şimdilik söylemek mümkün değil. Buna rağmen Türkiye Suriye’ye yönelik askeri harekâtı zorunlu kılacak iddialar için neredeyse zil çalıp oynayacak.
Burada kimyasal silah kullanıp kullanılmadığından çok kimin kullandığı önem kazanmaktadır. Çünkü kimyasal silah saldırısı sonucunda acımasız bir katliama kurban olan masum insanların acıları ortada ve bu acılara karşı hiçbir vicdan kayıtsız kalamaz. Öncelikle altını çizelim; kimse Esad’ın uluslararası hukuk ve normlara, insani ortak değerlere bağlı olduğunu, kesinlikle kimyasal silah kullanamayacağını iddia etmiyor, edemez de. Ancak Esad’ın, kimyasal silahların tetiğine uzanan parmağının, aynı zamanda Suriye’ye askeri müdahale için ABD’ye kırmızı mumlu davetiye olduğunu görmemesi düşünülemez. Hele hele iç savaşta başarı ibresinin lehine döndüğü ve kontrolü ele almaya başladığı son aylarda bu hamlenin kendi ipini çekmekten başka bir işe yaramayacağını hesap etmiş olması gerekir.
Muhaliflere gelince onlar da zemzem suyu ile yıkanmış değiller. Hiçbir kural ve insani etik değerleri tanımadan savaşan, aynı zamanda içinde küresel terör örgütlerini de barındıran muhalif güçlerin, ABD’yi harekât alanına çekmek için kimyasal silah kartını kullanma olasılığı göz ardı edilmemelidir. Çünkü Kimyasal Silahlar, sivil kullanımı yaygın malzeme ve teknolojilerle üretilebilir, basit silah sistemleri ile de atılabilirler.
Özetle saldırının arkasında yatan mantığı çözebilmek oldukça zor ve hemen Savaş çığırtkanlığı yapmak yerine BM heyetinin yerinde yaptığı inceleme ve değerlendirmeleri beklemek en mantıklı ve geçerli yol olsa gerek. Ancak arkasında kim olursa olsun Obama’yı zorla sahneye davet eden bu trajik tesadüf(!) Obama’nın atacağı karşı adımları defalarca düşünmesini gerektirecek çok taraflı riskler, belirsizlikler ve hesaplanamayacak tuzaklarla dolu.
Öncelikle Obama’nın Suriye’ye karşı harekâtın stratejik misyonunu kendi halkını ve Dünya kamuoyunu ikna edebilecek şekilde ortaya koyması gerekir. BM Güvenlik Konseyinin (BMGK) daimi üyeleri Çin ve Rusya’nın Suriye’ye kategorik destekleri ise, BMGK’den bir karar çıkmasını zora sokuyor. Bu durumda Obama’nın, Uluslararası Hukuk ve meşruiyet ayağı eksik kalacak bir harekâtın stratejik misyonunu ortaya koyabilmesi daha da güçleşiyor. Çünkü stratejik önceliğini Asya-Pasifik’e çeviren ABD için, Suriye’ye karşı yapılacak askeri harekâtın küresel stratejik öncelikler, ulusal çıkarlar ve gereklilik bakımından en kötü seçenek olduğunda şüphe yok. Ayrıca İran kaynaklı nükleer ve balistik füze tehdidi gün geçtikçe ısınıyor. İran’a karşı askeri harekâtın stratejik misyonu; ABD’nin enerji ve deniz ulaşım güvenliğinin sağlanması gibi somut ABD ulusal çıkarlarına ve İsrail’in güvenliğinin sağlanması gibi ABD’nin stratejik taahhütlerine dayanıyor. Bu nedenle ABD kuvvetlerinin İran’a karşı kullanılmak üzere elde tutulması zorunluluğu, Obama’nın Suriye müdahalesinde diğer bir açmaz olarak masasındadır. Çünkü Suriye’ye angaje olacak kuvvetler İran’a yönelik harekâtı geciktirebilir veya başarı şansını riske sokabilir.
Diğer taraftan Esad’a karşı savaşan muhalif güçlerinin içinde yer alan, aynı zamanda ABD’ye karşı da tehdit teşkil eden terör örgütleri, ABD’nin Suriye’de kesin sonuçlu stratejik üstünlük şansını da azaltıyor. Esad sonrası ortaya çıkabilecek otorite ve yönetim boşluğunun doldurulabilmesi, bu örgütlerin kontrol olanakları ve umudu yok gibi görünüyor. Hele hele “Model ortak” Türkiye’nin kendisini Sünni/ ihvan ekseninin radikal savunucusu olarak konumlaması, ABD’nin “exit” (çıkış) stratejisini iyiden iyiye zora sokuyor. Güvenli bir çıkış stratejisi ortaya konmadıkça da Suriye’deki bugünkü durum ABD için en kötünün iyisi olarak değerlendirilebilir. İşte Obama’yı ısrarla “sınırlı” ve “cezalandırıcı” mahiyette mahdut hedefli bir harekâta mahkûm eden diğer bir faktör de güvenli çıkış stratejisinin öngörülememesi olsa gerek.
İşte bu resim içinde ABD başkanı Obama’nın manevra alanı oldukça daralıyor. İlk günden beri temcid pilavı gibi ısıtılıp ısıtılıp gündeme sürülen sınırlı ve dar alanda belirlenmiş hedeflere hava saldırısı hiç de kolay ve basit değil. Böyle bir harekâtı planlamak ve başlatmak ABD’nin inisiyatifinde olsa da, ilk füze ateşlendikten sonra Suriye’yi İran’ı ve hatta İsrail’i kontrol etmek ABD’nin elinde olamayacaktır. Çünkü Suriye ve özellikle İran’dan gelebilecek karşı hamleler bir anda Ortadoğu ve Dünya’yı ateş topuna çevirebilir. Rusya, doğrudan savaşan taraf olmasa da Suriye ve İran’a sağlayacağı istihbarat ve teknolojik destekle ABD’nin hesaplarını daha karmaşık denklemlere bağlayabilir.
İran’ın tutumu ise ABD’nin özellikle çıkış stratejisinde başarısı için belirleyici olacaktır. İran yeni yönetimi, nükleer silah programında ısrarlı ve kararlı ise; ABD ve İsrail’in kendisine karşı kapsamlı bir askeri harekâtını ötelemek için Suriye’yi desteklemek adına yeni cepheler açabilir. Bunun için İran Türkiye ve İsrail’i çatışmanın tarafları olmaya zorlayacak adımlar atmaktan, hatta balistik füze saldırılarından çekinmeyebilir. Eğer İran’dan böyle bir hamle gelirse; Rusya da sürpriz bir şekilde ABD ile hareket edebilir. Çünkü İran’ın cephe açması nükleer silah programında geri dönülmez stratejik eşiği aştığının en somut göstergesi olarak değerlendirilecektir.
Bütün bu olumsuzluklara rağmen kimyasal saldırı iddiaları gerçek ve rejim güçlerince yapılmışsa, ABD’nin küresel "Caydırıcılığı ve Güvenirliği” adına askeri müdahale kararı alması zorunludur. Çünkü bizde olduğu gibi mahalle kabadayılığı küresel arenada sökmez; “Kırmızıçizgiler “ise blöf kaldırmaz. Bu nedenle Obama’nın “Kırmızıçizgilerini” pembeleştirilme şansı kalmamıştır. Obama sırf “Kırmızıçizgi” kararlılığını göstermek için topyekûn bir savaş riskine rağmen askeri müdahale kararı alacaktır.
Ancak hava saldırısı öncesinde hava saldırısını ve diğer olası adımları gölgede bırakabilecek sansasyonel bir özel kuvvet harekatı sonucunda Beşşar Esad, Usame bin Ladin’in akıbetini paylaşırsa sürpriz olmamalıdır. Obama’nın Kongre onayı için gösterdiği çabaların arkasında, böyle bir başarı umudu ve bunun için zaman kazanma manevrası olabilir. Ama Obama’nın Kongre’nin kapısını çalmasının arkasındaki asıl düşünce; harekâtın misyonu ve çıkış stratejisinde karşı karşıya kaldığı çıkmazları, ABD’yi bekleyen risklerin getirdiği sorumluluğa Kongreyi ortak ederek aşmak olduğu görünüyor. Özel kuvvetlerden gelebilecek “Müjde” ise Obama’ya tarihi bir nefes aldıracaktır.
Özetle ABD Suriye’ye yönelik harekâta hazır değil ve aslında böyle bir niyeti de yoktu ama kimyasal saldırı bütün hesaplarını bozdu. Son yıllarda ortaya çıkan her türlü insani suç ve vahşete karşı ”Koruma sorumluluğu”(!) (R2P) (Koruma sorumluluğu) kapsamında da olsa silahlar kendi dilleri ile bir şekilde konuşmaya başlayacaklar.
ABD’nin Suriye’de belirlenmiş hedeflere karşı mahdut hedefli hava harekâtı cezalandırıcı mahiyette ve sadece Suriye ile sınırlı kalırsa bundan en çok Esad kazançlı çıkabilir. Hava harekâtı sırasında ortaya çıkabilecek insani katliamlar ve masum sivillerin vereceği zayiat ve ortaya çıkabilecek insani trajedileri, başta Rusya olmak üzere Esad ve destekçileri içeride ve Batı kamuoyuna karşı kullanacaklardır. Kamuoyu desteği olmadan ne ABD ne de NATO ülkeleri bir koalisyonu uzun süre bir arada tutabilirler. Çin ve Rusya’nın Suriye’ye ekonomik hem de silah yardımı için eli daha da güçlenecektir. Çin ve Rusya’dan gelecek destek ve yardımlar Esad’a ABD ve Koalisyon güçlerine karşı savunmaya yetmeyebilir ama içeride muhaliflere karşı daha büyük ve etkili silahlarla mücadele olanakları bahşedebilir.
Esad’a yapılacak saldırının İran’ı doğrudan savaşa çekmesi ise Türkiye ve AKP Hükümeti için en kötü senaryodur. Çünkü bu durumda Türkiye İsrail ile ittifak yapmak zorunda dahi kalabilir. Türkiye’nin balistik füzelere karşı yüksek irtifa hava savunma sistemlerinin yok denecek seviyede olduğu herkesçe biliniyor. Ülkemizde konuşlu Patriotlar ve Kürecik Radarı ise ancak İncirlik ve Küreciği korumaya yeter başka bir işe de yaramaz; kimse de onlara güvenmeye kalkmasın. Bu durumda sadece sınır bölgeleri değil başta Ankara olmak üzere büyük şehirlerimiz İran veya kısmen de Suriye’den gelebilecek Balistik füze tehdidinin menzili içinde olduğuna göre; zarar hanesinde başta Türkiye yer alacaktır. Hükümet de işin sorumlusu olarak tarih sahnesinde yerini almaya hazırlanmalıdır. Çünkü on yıllık iktidar süresince böylesine bir savunma zafiyetini giderecek kuvvet geliştirmeden ülkeyi savaşın tarafı yapan politikaları Halk hiçbir zaman affetmez. Dışarıda da Türkiye açısından durum iç açıcı değil. Maalesef koalisyona katılsa da katılmasa da Arap Dünyasınca Türkiye, Batı güçlerinin “Arap Toprakları”na saldırısına kapı açan “Truva atı” olarak görülecektir. Batı’da ise küresel tehdit oluşturan terör örgütlerinin Suriye’deki hamisi algısını uzun yıllar Türkiye’nin üzerinden atması pek de olası görünmüyor.
Türkiye’nin stratejik güvenlik açıkları ile birlikte aynı zamanda bu denli büyük bir çatışma ortamında iç dinamiklerin sessiz kalacağını beklemek ise safdillik olur. PKK’dan gelen kafa karıştırıcı açıklamalar ve 21 Eylül’de yapılması planlanan “Kürt Ulusal Konferansı”nın 25 Kasım’a ertelenmesi başımıza geleceklerin ilk emareleri. Önümüzdeki günlerde halkın sinir uçlarını tetikleyecek radikal söylem ve taleplerin özellikle PKK tarafından masaya getirilmesi ve Öcalan’ın İmralı görüşme tutanaklarında yer alan “Süreç akamete uğrarsa, tırnak kesilirse felaket olur…50 bin kişiyle halk savaşı olacak..” talimatı bir anda uygulamaya sokulursa kimse suçlu aramasın…