Bilim bu işe ne diyor acep?

~ 26.08.2013, Kemal OKUYAN ~

Beni cesaretlendiren bizzat kendisi oldu. Dedi ki, “Eğer Galileo ölüm tehdidine, baskıya rağmen ‘dünya dönüyor’ deme cesaretini göstermeseydi, bilim belki bugünkü seviyesine ulaşamayacak ve dünyayı tepsi gibi göstermeye devam edecekti.”

Nerede dedi? Kendisine “diktatör” denmesini diline dolamaya devam ettiği Rize konuşmasında. Hem de kendi adını taşıyan üniversitede.

“Ben bir siyasetçiyim, biz bile kalkıp da ilime ters bir şeyi söylüyorsak, ilim adamı bize doğruyu söylemelidir.” Tamı tamına bunu da dedi.

Böylece diktatörlük meselesi siyasetin konusu olmaktan çıktı, bilimin alanına girdi.

O halde başlayalım…

Ölüm tehdidine, baskıya aldırmadan. Dönen dünyaya “dönüyor” dendiği gibi, diktatörce davranan siyasetçiye “diktatör” denecek. Emir büyük yerden. Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi’nde “bilim her şeyin üstündedir” dendi, bu çağrıya uyulacak.

Önce diktatörü biraz rahatlatalım. Yalnız değil! Bilim, sınıflı toplumlarda belli bir sınıfın diktatörlüğünün hüküm sürdüğünü söyler. Dolayısıyla diktatörün çok tasalanmasına gerek yok, bugün ülkemizde adlı adınca kapitalist sınıfın diktatörlüğü söz konusu. Burjuva diktatörlüğü de denebilir buna. Sonuçtan gidebiliriz. Gelir dağılımına bakabilir, ücretlerin baskılanmasına, grev ve diğer hak arama yollarının kapatılmasına, polis ve yargının ve de ordunun emek-sermaye arasındaki kavgada nerede durduğuna… Hiç tartışmaya yer bırakmayacak biçimde, bugün sürmekte olan bir sınıf diktatörlüğüdür!

Ancak…

Bu sınıf diktatörlüğü ile genel olarak uyumlu, onu zayıflatmayan hatta birçok açıdan onu güçlendiren başka diktatörlüklerden söz etmek de mümkündür. Bir partinin ve giderek o partinin liderinin diktatörlüğünden. Faşist Almanya’da da böyleydi. Alman burjuvazisinin kanlı diktatörlüğüydü 1933’te işbaşı yapan; ama aynı zamanda Nazi Partisi’nin ve onun da ötesinde Adolf Hitler’in diktatörlüğü söz konusuydu.

Yani sınıf diktatörlüğü ile bir parti ya da kişinin diktatörlüğü arasında özel bir çelişki yok.

Peki, bugün Türkiye’de bir kişinin diktatörlüğünün hüküm sürdüğüne ilişkin iddialarda bir abartı, bir demagoji yok mu? Siyasal kaygılarla dillendirilen bu suçlama bilimsel açıdan temelsiz değil mi?

Hangi bilimsel disiplini tercih ederdiniz?

Bir kişinin diktatör olup olmadığını Diyanet İşleri Başkanlığı’na soramazsınız. Hukuk ne kadar “bilim”dir bu tartışmalı ama bu konu en çok tarihi ve onunla beraber hukuk ve psikiyatriyi ilgilendiriyor.

Tarihsel açıdan bakıldığında, diktatörleri ortaya çıkaran nesnel koşullar bugün Türkiye’de fazlasıyla mevcut. Diktatör biraz daha rahatlayabilir ve “koşullar beni ittirdi” diye avunabilir. Doğrudur, koşullar farklı oluşsaydı, tartıştığımız kişi şu anda yalnızca ailesi en fazla yakın çevresi için sorun olurdu. Yine tarihsel açıdan, diktatörlerin davranış ve konuşma tarzına tamamen uygun bir örneği tartıştığımız da ortada. Her ne kadar “güzellik bilimi” olarak adlandırılsa da, estetiği de yardıma çağırabilir ve hitabet, kılık kıyafet ve de hakaretten bir ortak diktatör üslubuna ulaşabiliriz.

Kısaca bütün bilimlerin anası tarih, şaşmaz bir biçimde acı gerçeğe işaret ediyor! Dünya dönüyor.

Psikiyatri ve hukuk ne diyor? Sürekli kendini anlatan, “benim polisim”, “benim hocam”, “benim fakirim” diyen, dilediğince emir verirken ne bakanlar kuruluna ne parti grubuna, ne Meclis’e sormayan, insanların yanında tirtir titrediği, gülümsediğinde çevresindekilerin “güldü, güldü demek ki mutlu, buna da şükürler olsun” diye rahatladığı, yargıçlara sürekli talimat yağdıran bir kişiden söz ediyoruz.

Hukuk ne yapsın, psikiyatri ne yapsın bir noktadan sonra?

İlla dönecekse ve dönerken diktatöre diktatör denecekse, batsın mı bu dünya!

 

(SolHaber)

Kemal OKUYAN | Tüm Yazıları
Hits: 1087