Son birkaç haftada sanat ve kültür alanını da ilgilendiren birkaç söyleşi, bencilliğin nasıl bir kişilik bozukluğu olabileceğini gözler önüne seriyor.
Bu öyle bir kişilik bozulmasıdır ki insanı iftiraya, yalana, ihanete bile sürükler.
Toplumsal yaşamımızın geçmişinde, yola devrimci olarak çıkıp, kariyerini ihbarcı ve sonuçta emniyet görevlisi olarak tamamlamış kişiler vardır.
Bu gibiler kendi arkadaşları ve sonraki kuşaklarca alay edilerek ve lanetlenerek anımsanır.
Benmerkezciliğin yaygın olduğu sanat-kültür dünyasında da bu türden örneklere rastlanır.
Sözünü ettiğim söyleşilerden ilki “Sanat Camiasındaki Ergenekon’a Artık Uyanın” başlığı ile 13.08.2013’te “Star Magazin”de yayımlandı.
Söyleşinin bütününü ve burada adını anmak istemediğim sinema yönetmeninin kimliğini merak edenler söz konusu gazeteden bulup öğrenirler.
“Yöntem olarak yirmili yaşlarımdan beri hep kendimi olayların dışında tutarım” derken bireyci kimliğini açığa vuran bu sanatçı, nedense dışında kalmak istemediği Gezi olayları sırasında sanat çevrelerince dışlanıp eleştirilmesine belli ki çok içerlemiş.
Ancak bir ihbarcının söyleyebileceği şu sözler dökülüyor ağzından: “…son iki yıldır sürekli uyarıyoruz hükümeti. ‘Sanat camiası içindeki Ergenekon uzantılarına’ artık uyanın diye.(…) Hükümete de kızgınım bu yüzden, çünkü yıllarca bunun araştırılmasını istedik. Sadece askerler mi? Ergenekon’un sivil uzantıları var. Sanat ve kültür dünyasında da yok mu?”
Bir sanatçının ağzından çıktığına inanılması güç bu sözleri, belli ki hasım olarak gördüğü, rahatsızlık duyduğu kişi ve çevrelere saldırıları, hakaretleri izliyor.
Doğrusunu söylemek gerekirse (kuşkusuz benim eksikliğimdir) herhangi bir filmini görmediğim, zaten adını ilk kez bu vesile ile duyduğum bu yönetmen, sözlerinin sadece içeriğiyle değil, dağınık bir kişiliği ele veren söyleyiş biçimiyle de, bana Ergenekon ihbarcısı “haham” Tuncay Güney “tipoloji”sini çağrıştırdı…
Söz konusu kişi aynı söyleşide sanat dünyasındaki ihbarcılığıyla da yetinmiyor ve birilerini hükümete ihbar etme alışkanlığını Koç Vakfı’na kadar uzatıyor…
Güya bu Vakıf, bu kişinin bir “video yerleştirme” sergisine maddi destek sağlayacakken, bir TV konuşmasında “AKP’yi yeterince eleştirmediği”nden ötürü desteğini geri çekmiş…
Bu sözler de bana, bencilliğin kan kardeşi (kankası!) sayabileceğimiz çıkarcılığın insanı ne ölçüde alçaltabileceğinin örneği gibi göründü…
Son günlerde Nobel ödüllü yazarımızla da birkaç söyleşi yayımlandı.
Belli ki, zaten kendisi de söylüyor, yeni bir kitabının, daha doğrusu eski kitaplarının yeni biçimlerde pazarlanmasının hazırlığı yapılmakta.
Bu anlaşılır bir şeydir.
Bir endüstri dalı olan yayın dünyasında da piyasa kuralları işleyecektir…
Söz konusu yazarımızın başarısının küçümsenemeyecek bir bölümünü bu işleri iyi bilmesine borçlu olduğunda kuşku yok.
Bu söyleşilerden görebildiğim birinde, kendisine ilişkin ya da genel olarak söyledikleri, okur için ilginç olabilir.
Ergenekon davası üzerine söyledikleri ise bu yazının başlığını haklı çıkaracak nitelikteydi…
Kendisinin bu ve benzer konulardaki görüşleri biliniyor.
Fakat bu kez dikkat çeken, rahatlamış tavrı, yanı sıra da alttan alta duyumsanan “timsah gözyaşları”ydı…
“Ergenekoncuların (kimlerse onlar) hapiste olmasına” üzülüyormuş…
Ama sanırsınız ki bu dava ve benzerleri ona ve “onun gibilere” karşı “tehditler azalsın”, “kampanyalar sona ersin” diye açılmış...
Şimdi artık sorun kalmamış… Kendi sözleriyle: “Zaten artık dava da yok çok şükür.”
Gerçi yine koruması varmış ama “Ergenekon davasından beri sokakta gazeteci, yazar öldürülmüyor, mahkeme kapılarında kimseye saldırılmıyor”muş…
Özetle, kahramanımızın (Tanrı korusun!) bir saldırıya uğrama, cezaevine düşme olasılığı ortadan kalkmış…
Bencillik ve yol arkadaşı çıkarcılık gerçekten de bir kişilik bozukluğudur.
Görme yetinizi kaybettirir, insanlığınızı alçaltır…
Yetenekli bir sanatçı da olsanız, yeteneğinizi yerlerde süründürür…
24 Ağustos 2013 - Cumhuriyet