Ülkemizde yaşanmakta olanları izlerken, insan ister istemez “alçalmada bir sınır” yok mudur, bu böyle ne kadar sürüp gidebilir diye sormadan edemiyor...
Alçalmanın (alçaklık diye de okunabilir), yalanın, kötülüğün bir sınırı yok mudur?
Akla ilk elde “ilahi adalet” kavramı geliyor.
Halkımız bu anlamda kendine bir rahatlama yolu bulmuş.
Bu dünyada yapılan kötülüklerin “öbür dünyada” cezalandırılacağına ilişkin oldukça yaygın ve kolayca değişmez bir inanç olduğunu biliyoruz.
“İlahi adalet” kavramını bu dünyaya uygulamak olası mı?
Daha açık bir deyişle, hukuk yoluyla cezalandırılmasa da yapılan kötülüğün bu dünyada cezasız kalması söz konusu olabilir mi?
Bu noktada karşımıza “vicdan” kavramı çıkacaktır…
Vicdan sözü “çevremizdeki insanlara ve topluma karşı ahlaki sorumluluk duygusu” olarak açıklanıyor.
Yeterli değil kuşkusuz, yine de bu açıklamayla vicdanın ne olup olmadığı konusunda fikir edinebiliyoruz.
Bazı dillerde vicdan sözcüğü bilinç kavramıyla eşanlamlı olarak kullanılıyor.
Bunda da bir doğruluk payı var.
İnsan kişiliği, bilinçle biçimleniyor.
Bilgilerimiz, bildiklerimiz kadar insanız.
Fakat bunları yazmakta olduğum anda bile, pek de böyle olmadığını düşünüyorum.
Bilgi sahibi bir sürü alçağın yanı sıra bilgileri sınırlı ne kadar iyi, doğru, dürüst insan olduğunu biliyoruz…
Bu da karşımıza yine irdelenmesi gereken sorular çıkarıyor…
İnsan yaptığı şeyin kötü olduğunu bile bile neden kötülük yapar?
Apaçık gerçekler karşısında yalanda neden ve nasıl direnir?
Vicdanının sesini susturmayı nasıl başarır?
Ya da bilinç ve vicdan arasında bilemediğimiz gizli yollar, karanlık koridorlar, labirentler mi bulunmakta?
Bunu aslında o türden insanlara sormak gerekir, fakat yanıt alamayız ya da şaşırtıcı yanıtlarla karşılaşılır.
Birkaç gün önce bir gazetemizde, Hitler’in başlıca suç ortaklarından Göring ya da Gobels’in sorgu sırasında söyledikleri vardı.
Aslında Yahudileri çok severmiş. Kendisine gaz odalarına ilişkin fotoğraflar gösterildiğinde de bütün bunların çok korkunç olduğunu söylemiş.
Ne dersiniz ya da demezsiniz?..
Günümüz Türkiyesi’ne gelelim.
Shakespeare’in tragedyalarından birinde “Anne, beni öldürdüler” diyen çocuk gibi “Vurmayın, öldüm” diyen delikanlıya vurmaya devam eden alçakların alçalmalarının sınırı nerede sona eriyor?
Bu alçaklar, şimdi nasıl yemek yiyor, nasıl uyuyor, nasıl nefes alıp veriyorlar?
Göstericinin başına ateş ederek ölümüne neden olan polis vicdanen rahat mı?
Yaşamını hiçbir şey olmamış gibi sürdürebilecek mi?
İşlediği suçun cezasını hukuken çekerken bile vicdanları rahat olmayan insanlar kuşkusuz varken bu polis memuru korunup kollanıyor olmasının tedirginliğini duymayacak mı?
Ya bir katili ya da katilleri kollayan savcılar, yargıçlar, bütün bir adalet sistemi, bütün bir siyaset?
Kirli, karanlık, sahte içeriği gün gibi ortadayken, Ergenekon ve Balyoz diye adlandırılan utanç davalarında ve benzerlerinde, alçalmanın hizmetinde kalmayı ısrarla sürdüren hukuk, hukukçu?
Birbiri ardına sıraladığı yalanlar, birbiri ardına yüzüne vurulmaktayken bunlar için özür dilemek yerine yeni yalanlar uydurmayı sürdüren siyasetçi, bunun bir alçalma olduğunun farkında değil mi?
Alçalma, nereye kadar?
Alçalmakta olan uçağın hedefi, tekerleklerini yere koymaktır.
Alçalmakta olan insan için, insanlığın bunca birikiminden sonra, akla ve vicdana aykırı hiçbir hedef olamaz.
Olsa olsa, çapına ve verdiği zararın ölçüsüne göre, kendi çevresi, ülkesi ya da bütün bir insanlığın lanetine uğramış olarak, yere çakılacak ve paramparça olacaktır.
20 Temmuz 2013 - Cumhuriyet